Yeni Ufuk Dergisi: Sn. Berkan SÖZER öncelikle söyleşi talebimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz.

Sizin nesliniz için Başbuğ Alparslan Türkeş ne ifade etmektedir?

Berkan SÖZER: Öncelikle teşekkür ederim böyle bir röportaja fırsat verdiğiniz için. Tabi bizim neslimizin büyüklerimizden bir farkı var, biz Başbuğ Alparslan Türkeş’i, dünya gözüyle canlı canlı görmedik, yanında mücadele etmek bize nasip olmadı. Onu şahsen bir insan olarak tanımak nasip olmadı, fakat biz onun vefatından sonra onun fikirlerini benimsemiş, kabul etmiş insanlar olarak onun mücadelesini sürdürmeye çalışan bir nesiliz.

Biz Alparslan Türkeş’i önce, ilk Türk milliyetçiliği davasıyla tanıştığımız yıllarda adeta bir masal kahramanı gibi tanıdık, o şekilde bildik. Alparslan Türkeş bizim için milletimizin kurtarıcısı, milletimize “titre ve kendine dön” diyen bir uyarıcı ve milletin kurtuluşu için her türlü fedakârlığı yapmaya hazır, adeta o Dede Korkut hikâyelerinde anlatılan kahramanlardan bir tanesiydi. Alparslan Türkeş’in fikrî yanından çok, siyasi mücadelesinden çok onun dava adamlığı ön plana çıkıyordu. Biz o şekilde tanıdık, o şekilde kabullendik daha sonra okudukça, fikirlerine temas ettikçe, büyüklerimizden Alparslan Türkeş ile ilgili anıları dinledikçe Alparslan Türkeş’in bu hareket içerisindeki konumunu daha doğru bir şekilde tayin etme durumu ortaya çıktı.

Yeni Ufuk Dergisi: Başbuğ Alparslan Türkeş ve Ülkücü Hareket’in mücadelesini nasıl tanımlarsınız?

Berkan SÖZER: Alparslan Türkeş’den önce de Türk milliyetçiliği fikri savunulmuş, yazılmış, çizilmiş, olgunlaştırılmış bir fikirdi. Fakat Alparslan Türkeş ile birlikte ‘Ülkücü Hareket’ dediğimiz olgu ortaya çıktı. Başbuğ Alparslan Türkeş Ülkücü Hareket’i meydana getiren insan olarak Türk milliyetçiliği fikrinin o kadar önemli bir yerine oturuyor ki onu artık oradan söküp çıkarmak ya da Türkeş’siz Türk Milliyetçiliği anlatmak mümkün olmuyor günümüzde.

Ülkücü Hareket’in mücadelesi neydi dediğimiz zaman pek çok açılardan onu değerlendirmemiz mümkün. Fakat öncelikle şunu söyleyebiliriz ki Ülkücü Hareket Türk milliyetçiliği davasını ilk defa bir siyasi program haline getirmiş ve Türk milliyetçiliğine sunmuştur. Türk milletini yüceltmek, kalkındırmak, çağlar üzerinden sıçratarak Türk milleti’ni ve Türk devletini bütün dünyada siyasi bir aktör haline getirmek davası burada güdülmüştür. İlk ortaya çıkış noktası budur. Ülkücü Hareket bunun mücadelesini verirken hesaba katmadığı pek çok mücadeleyi de vermek zorunda kalmıştır. Özellikle 1968’den sonraki sürece baktığımızda, Alparslan Türkeş liderliğindeki Ülkücü Hareket’in Türk milletini tehdit eden komünizm belasıyla karşı karşıya kalması ve ona, verdikleri mücadelede özel bir yer ayırması gibi durumlar ortaya çıkmıştır. Tabi bu da hesaba katmadıkları bir kavgaya girmelerine sebep olmuş, bunun sonucunda da yine hesaba katmadıkları Türkiye Cumhuriyeti devletini Sovyetler Birliği gibi süper bir gücün tehdidinden kurtarıp Türkiye Cumhuriyeti devletini adeta yeniden Türk milletine hediye etmek gibi bir sonuç meydana gelmiştir. Ülkücü Hareket’in verdiği mücadeleler pek çok açıdan değerlendirilebilir. Mesela Ülkücü Hareket ilk defa Anadolu insanına yani büyük şehirlerde yaşamayan, aileden Osmanlı paşalarına dayanmayan ya da Cumhuriyet’in ilk kurulduğu yıllarda büyük şehirlerde güzel okullarda, iyi okullarda okumuş ailelerin çocukları olmayan dezavantajlı Anadolu çocuğuna ilk defa özgüven kazandıran, onlara biz de bu devleti yönetebiliriz dedirten hareket olarak da tarihe geçmiştir. Ben bunu da çok önemli buluyorum. Ülkücü Hareket bu milletin isyan mücadelesidir, Ülkücü Hareket bu milletin özgüven mücadelesidir, Ülkücü Hareket bu milletin itiraz mücadelesidir, var olanla yetinmeme mücadelesidir. Ülkücü Hareket bu milletin tekrar kendisini tanıması tekrar ne olduğunu bilmesi ve bu olduğu şey üzerinden bütün dünyaya bir mesaj vermesi sonucunu doğurmuş bir harekettir ve Türk milletinin kaderinde çok önemli bir yeri olduğu kanaatindeyim. Özellikle artık şunu da söylemek mümkündür ki Alparslan Türkeş’in 1968 – 1980 yılları arasında verdiği mücadeleden sonra Ülkücü Hareket’in kaderiyle Türkiye Cumhuriyeti devletinin ve Türk illetinin kaderi doğru orantılı seyretmiştir desek yanlış bir şey söylemiş olmayız.

Yeni Ufuk Dergisi: Türk Milliyetçiliği hareketinin aksiyoner hale gelmesinde Başbuğ Alparslan Türkeş’in önemi ve rolü nedir?

Berkan SÖZER: Bütün rol büyük çapta ona aittir. Yani o dönemde Alparslan Türkeş’in liderliğinde bu hareket aksiyoner hale gelmiştir. 1965’den önce tabi İsmail Gaspıralı’dan bu tarafa getirdiğimizde yani Türk milliyetçiliğinin yazılıp çizilmeye başladığı günlerden bu tarafa olgunlaşan bir Türk Milliyetçiliği fikri olduğunu görüyoruz. Özellikle Ziya Gökalp’de bunun sistemleştiğini görüyoruz. Kurumsal anlamda da bir takım kurumlar meydana getirmiş. Mesela Türk Ocakları asırlık bir çınar olarak hala ayakta duruyor. O günlerde de Türk milliyetçiliği kavgasının, fikrinin, mücadelesinin tam ortasında duran bir kurum. Sonra biliyorsunuz 1950’lerde bir Milliyetçiler Derneği tecrübesi var. Milliyetçiler Derneği’de bu fikre hizmet etmeye çalışmış kurumsal bir yapı. Bunun dışında farklı örgütlenmeler, yapılanmalar olmuş MTTB’nde Türk milliyetçisi gençlerin yapılanması gibi şeyler söz konusu olmuş. Fakat bu iş hiçbir zaman siyasi bir program haline gelmemiş, halka indirilmemiş, vatandaşa anlatılmamış, özellikle belli çevrelerde, özellikle akademik olan aydın çevrelerde Türk milliyetçiliği fikri tartışılmış ve hükümetlere tavsiye niteliğinde, aktif siyaset yapanlara tavsiye niteliğinde bir çözüm ortaya koymaya çalışmış. Fakat 1965’de Alparslan Türkeş gibi bir figürün devreye girmesiyle birlikte, özellikle sürgünden dönen bir grup arkadaşı başta olmak üzere birlikte bu işin artık siyasetsiz olamayacağını anlaması, burada özellikle Huzur ve Kalkınma Derneği’nin kapatılması, onun dışında Alparslan Türkeş’in Talat Aydemir darbesinde hiç alakası olmamasına rağmen yedi aylık cezaevi süreci, Kıbrıs’a gitmek istediklerinde İsmet İnönü’nün ortaya koyduğu çok saçma ve gereksiz tavır onları siyasete sürükledi, itti ve onlar da neticede o ekiple o kadroyla birlikte CKMP’ye katıldılar ve 30-31 Temmuz 1965 tarihinde Alparslan Türkeş kongrede CKMP’nin Genel Başkanı seçildi. Onun genel başkan olmasıyla birlikte artık bu fikir sadece hükümetlere tavsiye veren yada kendi içerisinde usta-çırak ilişkisiyle insan yetiştirmeye çalışan, birkaç dergi etrafında örgütlenen bir fikir olmaktan çıktı. Artık pratik ortaya koyan, vatandaşa siyasi bir projeksiyon sunan, biz yönetiriz diyen, bu devleti biz yönetmeliyiz diyen bir siyasi hareket olarak teşkilatlanma süreci meydana geldi ve buradan Ülkücü Hareket doğdu. Bu Ülkücü Hareket’in fikrî olarak daha önceki Türk milliyetçiliği düşüncesiyle bir farkı olduğunu düşünmüyorum. Türk milliyetçiliği fikrini olduğu gibi devam ettirmeye çalıştılar. Fakat metot olarak ortada bir fark olduğunu görüyoruz. Metot olarak da komprime bir şekilde bütün sivil toplum kuruluşlarıyla, siyasi partisiyle, gençlik yapılanmasıyla, aydınlarıyla birlikte teşkilatlanmış bir hareketin meydana çıktığını görüyoruz. Bunun vasfı nedir? Bunun vasfı da şudur; her nerde hangi meslekte hangi sahada hizmet edebiliyorsanız edin buralara bütün döktüğünüz enerji ve buradan aldığınız sonucun aynı havuzda birleştirilmesi ve tek bir amaca doğru yöneltilmesi durumu söz konusudur. Ülkücü Hareket bu manasıyla Türk milletinin önünde somut bir şekilde durmaya başladı. Yani Türk milliyetçiliği fikrinin ilk defa Türk milletinin önünde sadece aydınlarıyla değil köylüsüyle, işçisiyle de bütün Türkiye’de bulunan sosyal dilimlerin önünde bir seçenek olarak bir fikir olarak bir hareket olarak meydana gelmesi söz konusu oldu. Ve Alparslan Türkeş bu sürecin en önemli aktörüdür. Aksiyoner Türk milliyetçiliği sürecini başlatan kişidir. Bizzat onun şahsında bu sürecin başladığını görüyoruz. Bu manada Ülkücü Hareket’in babasıdır. En önemli fonksiyonu o göstermiştir.

Yeni Ufuk Dergisi: Başbuğ Alparslan Türkeş’i şanlı Türk tarihinde hangi şahsiyete benzetiyorsunuz ya da yakın görüyorsunuz?

Berkan SÖZER: Bu soruya Prof. Dr. İsmail Yakıt hocanın yaşadığı bir anıyla cevap vermek istiyorum. İsmail Yakıt hoca zannediyorum 90’ların başında bir panele katılmak üzere İstanbul’a gidiyor. Bu katıldığı panelde dinleyiciler arasında Alparslan Türkeş de var ve panelde konuşma yaparken şöyle bir cümle kuruyor “Alparslan Türkeş Türk milletinin ikinci Bilge Kağan’ıdır.” sebebini de şu şekilde açıklıyor “Bilge Kağan yaşadığı dönemde Türk milletine ‘Ey Türk titre ve kendine dön!’ dedi ve onu uyardı. Onu yaşadığı belalardan, sıkıntılardan nasıl kurtulacağı konusunda bilgilendirdi, böyle bir fonksiyon icra etti ve aradan bin yılı aşkın süre geçtikten sonra yine bir Türk büyüğü olarak Alparslan Türkeş çıkmıştır ve Türk milletini yaşadığı sıkıntılar konusunda, bunların çözümleri konusunda, başına bir bela gelmemesi hususunda uyarmıştır. ‘Ey Türk titre ve kendine dön!’ demiştir.” Alparslan Türkeş bunu çok beğeniyor ve İsmail Yakıt hocayı tebrik ediyor. Ben bu anıdan etkilenmiştim hakikaten. Eğer Alparslan Türkeş tarihten bir şahsiyete benzetilecekse bu Bilge Kağan olmalıdır. Çünkü Bilge Kağan’ın tahta çıktığı dönemde de Türk milleti çok büyük belalarla, çok büyük sıkıntılarla baş ediyordu, mücadele ediyordu, ve Bilge Kağan Türk Milletini uyararak, onları harekete geçirerek, onların enerjileriyle birlikte bir devlet inşa etti. Bu milleti içinde yaşadığı sıkıntılardan kurtardı. Başbuğ Alparslan Türkeş’de yaşadığı dönemde Türk milletini uyarıcı vasfıyla etrafındaki insanları harekete geçirmiştir. Bu vasfıyla Bilge Kağan’a benzetilebilir diye düşünüyorum.

Yeni Ufuk Dergisi: Son olarak; Başbuğ’un hayatına dair okuduğunuz dinlediğiniz sizde en büyük tesir bırakan olay nedir?Berkan SÖZER: Tabi pek çok olay var. Ciddi bir mücadele adamı neticede. Seksen senelik ömrünün aşağı yukarı yetmiş yılını mücadeleyle, kavgayla geçirmiş demek mümkündür. O yüzden pek çok olay var. Fakat beni en çok etkileyen hadise zannediyorum ki 12 Eylül davasındaki duruşudur. Orada savunmasını okuduğunuzda bunu görebilirsiniz. Ben Başbuğ Alparslan Türkeş’in savunmasını okuduğumda ve o dönemden bize ulaşan kayıtları izlediğimde onlardan çok etkilenmiştim. Çünkü ortada yetmiş yaşına merdiven dayamış bir lider var ve kalp rahatsızı. O yaştan sonra cezaevine giriyor. 12 Eylül gibi melun bir yönetim karşısında idam ile yargılanıyor ve idamla yargılandığı davada yaptığı savunma gerçekten beni çok etkilemişti. Orada hiçbir geri adım göremezsiniz, orada kesinlikle işi yumuşatma, pişmanlık vs. göremezsiniz. Orada kurduğu cümleler ve mahkeme heyetini düşürdüğü durum gerçekten beni çok etkilemişti. Orada biz Ülkücü Hareket’in cesaretini, haklılığını mücadelesini tekrardan

Bir yanıt yazın