İlim, bir bakıma <<objektif gerçeği>> aramak demektir. Objektiflik ise, insanların hislerini, eşya ve olaylara bulaştırmadan, doğrudan doğruya tabiatta veya cemiyette cereyan eden gelişmeleri veya laboratuarda hazırlanan durumları, bizzat onlardan gelen <<veriler>> ile açıklaması demektir. Eğer ilim adamı, objektif olamıyorsa, yaptığı şeye ilim denmez.
İlim, <<objektif gerçeği>> aramanın yanında, hangi sahada çalışırsa çalışsın o, kesin veya ihtimali <<determinizm>> aramak zorundadır. Yani, belli şartlar altında belli sebeplerin, belli neticeler verdiği hususunda kesin veya yaklaşık bir münasebet yakalamalıdır. İlim <<kanuncu>>dur. Münferit hâdiseleri, belli prensiplere bağlamadıkça rahat edemez. İlim için ideal olan, umumi ve âlemşumul bir veya birçok kanuna ulaşmaktır. Bu açıdan bakınca ilim, <<milletlerüstü>> bir değer olmak endişesi içindedir.
Bütün bunların yanında ilim, ister müspet (pozitif), ister tavsifi (deskriptif), ister kaldevi ( normatif) olsun, yukarıda saydığımız hususiyetleri taşımaya elbette çalışacaktır. Ancak, her ilim, araştırma hudutlarını genişletirken, asla içinde gelişmekte olduğu milli ve mahalli çevrenin değerlerine ve ham maddelerine sırt çeviremez. Hangi ilim olursa olsun, her şeyden önce, ilim adamının mensup bulunduğu milletin değerlerini ve hammaddelerini kendine konu edinmelidir ve araştırmalarını, diğer milletlerin ilim adamlarının buluşları ile mukayeseli bir tarzda değerlendirmelidir. İlimde tercüme ve aktarmanın rolünü küçümsemiyoruz, ancak milli ve mahalli ham maddeyi ithal eden, bedavacı, hazırlopçu, taklitçi <<ilim adamlığı zihniyetini>> asla tasvip etmiyoruz. Türk üniversiteleri ve akademileri, bu durumdan mutlaka kurtarılmalıdır. Hele ilim namına, birçok art niyetli teori ve <<mesajın>> pazarı olmaktan behemehâl çıkarılmalıdır.
İlim, insanın eşya ve madde dünyası üzerinde hâkimiyetini sağlamalı, insanı, tabiat ve eşya karşısında güçlendirmeli, insana, daha rahat ve kolay yanaşır bir vatan ve dünya hazırlamalıdır… ilim insanı, tabiata, tabiat olaylarına ve kuvvetlerine yenik düşmekten kurtarmalı, kendini ve cemiyetini daha sağlam bir biçimde tanıma imkanı sağlamalı, <<objektif gerçeğe>> her gün biraz daha yaklaştırmalı, eşya ve olayların yorumlanmasında hatalardan korumalıdır.
İlim, tabii, sosyal kültürel ve ekonomik hammaddelerimizin araştırılması ve işlenmesi hususunda bize çağdaş ölçüleri vermeli, bu ölçülerde daha da incelme imkânı hazırlamalı, gerekli alet ve tekniklerin bünyemizden doğmasını mümkün kılmalı, medeniyet yarışında ön safta bulunmamızı temin etmelidir. Medeniyet, bir bakıma, milli ham maddelerin işlenişinde, ölçü ve tekniklerde incelme ve hassaslaşma demek olduğuna göre, bu konuda ilmin rehberliği esastır. İlimden ve ilmi gelişmelerden mahrum kalan bir millet, milli ham maddesini geliştirmede kaba ölçüler, <<ilkel teknikler>> içinde kalacağından medeniyet yarışında geri kalır, ilim, mücerret hakikat kadar, müşahhas tatbikata da dayanır. Bunların ikisini de ihmal edemez.
İlim, objektifliğine ve determinizme dayandığı halde, asla materyalist emellere hizmet edecek nitelikte değildir. Aksine insanı, maddenin ve madde münasebetlerinin esaretinden kurtarıp bunları insanın lehine istismarı gerektirir. İnsan, ilimle makineler, aletler yaparak maddeyi kendi hizmetine alacak ve onu insanın lehine sömürecektir. İnsan, ilim ile öğrenecektir ki, tabiata ve maddeye tapınmak için değil, madde ve tabiatı insana boyun büktürmek için yaratılmıştır.
Kaynakça
Seyit Ahmed ARVASİ, Türk İslam Ülküsü 1. Sayfa 305