Türkiye’nin kuruluş felsefesi ve ulus devlet anlayışının izlerini takip ettiğimizde durak noktalarında farklı düşünürleri görmek mümkündür. Birbirini takip eden bu görüşler bir zincir misali bir araya gelerek dönemden döneme aktarılmış, rejimin devlet kaynaklarını kullanmasıyla birlikte fikir sistemini içselleştirmiş nesillerin yetiştiği görülmüştür. Her millet kendi devlet yapısına uygun bir milliyet tanımı geliştirmiş ve yol haritasını bu minvalde belirlemiştir. Türkiye’nin sosyolojik bir gerçek olarak millete bakışı da kendine özgü olmuş çağdaşı olan devletlerden farklı bir söylem geliştirdiği görülmüştür. Devletin yönetiminde söz sahibi olmak isteyen partilerde kendini bu çember içerisinde bir konuma getirmeye çalışırken ideolojilerini ona göre uyarlamaya ya da dönüştürmeye çalışırlar. Türk milliyetçiliği fikir sistemini kendisine rehber edinmiş bu alanda kaleme aldığı bitirme teziyle okurlarının karşısına çıkan Kadir Kaan Güler Beyefendi’nin tarihten bugüne kadar milliyetçiliğin doğuşu ve farklı coğrafyalarda farklı şekilde tezahür edilişine değindikten sonra Türk siyasi tarihinin önemli simalarından Alparslan Türkeş ve CKMP’ye olan ilgisini birleştirildiğini görülür. Söz konusu çalışmanın esasını teşkil eden dönemin güçlü partilerinden biri olan CKMP’nin üzerinde yoğunlaşmasında yazarın mensubu olduğu ideolojinin de rolünün olduğunu hatırlatmakta fayda var. Milliyetçiler üretmek yerine mevcut sistemin kölesi olarak tüketenler kervanında yerini aldı şeklindeki açıklamaları düşündüğümüzde Deli Dumrul Kitap tarafından basımı gerçekleştirilen eserin eleştirilere sahada cevap verildiğini söylemek yanlış olmaz.
Dünyaya ve yaşanan olaylara farklı pencerelerden bakan devletin farklı ideolojileri pragmatik bir tarzda benimsedikleri görülür. Kimi zaman kılıfına uydurarak menfaatlerini gizlemeyi tercih ederler ve buna göre farklı bir ideoloji belirlerler. Elbette bunda hâkimiyeti altına aldığı coğrafyada konuşulan dillerin yanında soy ve ırk bakımından birbirinden farklı halkların varlığı, inanılan dinlerin çeşitliliğinin de etkili olduğu söylenebilir. Son zamanlarda kötü bir ünle anılan burjuvanın tarih içerisinde yüklendiği anlamın pek de olumsuz olmadığını söylemek mümkündür. Devletlerin ufak dokunuşlarla sahip olmak istedikleri vatandaşı ürettiklerine de tarih şahit olmuştur. Batı’nın insan profili ve toplum yapıları ele alındığında sınıflar arası çatışmanın hâkim olduğu sanayi toplumlarının millet anlayışlarıyla tarihinin herhangi bir devrinde sınıf ayrımı görülmeyen bir milletin farklı pencerelerden bakması kadar doğal bir şey olamaz. Örnek olarak Alsas-Loren bölgesinde yaşayan insanların soy olarak Almanlara, kültür olarak Fransızlara yakın olması devletlerin politikalarını da etkilemiştir. Almanlar soya dayalı bir milliyetçilik güderken Fransızlar kültüre dayalı bir milliyetçilik anlayışına sahip olmuşlardır. Peki, Türkiye bunun neresindedir? Bu sorunun cevabını almak için Göktürk kitabelerinden bu yana zikredilenlerle devlet politikalarını karşılaştırmak gerekir. Türk milliyetçiliğinin varlığı sanıldığı gibi Fransız İhtilalı ve ardından gelen ayrılıkçı isyanların oluşumuna bağlamanın doğru olmadığını düşünüyorum. Göktürk kitabelerinde geçen ifadeleri değerlendirdiğimizde Türklerde millet duygusunun vatan kavramının gelişimini günümüzden yıllar öncesine kadar götürmek mümkündür. Tarihte milliyetçiliği devlet siyasetinde temel yapan ilk devlet adamı Çiçi’dir.(Sayfa:3) Asıl mesele bu anlayışın devlet tarafından ne kadar benimsenip benimsenmediğinde gizlidir.
İmparatorluk aklı dediğimiz pragmatik anlayışın Selçuklu ile başlaması Osmanlı ile devam etmesiyle birlikte milliyetçilik duyguların yerini ümmetçi ya da mensup olunan devletin adını alan bir millet kavramına büründüğünü söyleyebiliriz. Osmanlı’da devlete hâkim olan milletin İslam dinine bağlı olanlarla anılması tam da bu gerçeğe işaret etmektedir. Ümmet kelimesinin içinde doğan millet kelimesi günümüzde de polemiklere yol açsa da artık millet kelimesinin ümmet kelimesinden uzaklaştığını, farklı bir anlama büründüğünü söylemek gerekir.
Milliyetçilik akımının bir sel gibi önüne katıp götürdüğü dönemlerde bundan etkilenmemek gibi bir durum söz konusu olamaz. Balkanların elimizden çıkmasında zararını gördüğümüz olgu yeni devletin kurulmasında da varlık mücadelesi olarak görülmektedir. Bir imparatorluğun yıkılmasında önemli rolü olan akımın bir ulus devletin kurulmasında da temel taş olarak bulunması tarihin bize bıraktığı gerçeklerden biridir. Günümüzde de bu gerçek etkisini kaybetmemiştir. Yeni devletin kurulumu aşamasında en çok ihtiyaç duyulan unsurların başında Türk dili ve Türk tarihinin gelmesi Türk milliyetçiliği fikrinin kültürel alanda da iktidar olmasıyla bağdaştırmak mümkündür. Kültürel iktidar topluma etki etmek yerine aydınlar arasında baş göstermiş olması milliyetçilik duygularının yönetici kadrolarda meydana geldiğini henüz halka indirilemediğinin en açık göstergelerinden biridir. İmparatorluk yıkılırken Türk olmayanların kendilerini ırklarıyla ifade etmesi bir yana Türklerin kurucusu olduğu devlette Osmanlıyız ifadesine sarılması milliyetçilik duygusunun köreldiğini anlamamız bakımından önemlidir. Atatürk’ün ‘‘Ne mutlu Türküm diyene’’ sözünü bu bağlamda düşünmek gerektiğine inanıyorum. Yazar bu konuyu dile getirirken ‘‘Türk milliyetçiliğinin sıkıntılarından birisini de bu durum teşkil etmektedir. Öyle ki milliyetçilik kavramı, milletle beraber anlamlıdır.’’(Sayfa:9) ifadelerine yer vermiş olması konunun anlaşılmasını kolaylaştırmıştır.
Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatıyla CHP’nin milliyetçilik anlayışının değiştiğini mevcut durumun Türk milliyetçiliğiyle örtüşmediğini düşünenler farklı partiler aracılığıyla mücadele etmeyi sürdürmüşlerdir. Bunlardan biri de asker kimliğiyle güç kazanan Alparslan Türkeş’tir. Türkeş’in gücünü kırmak için çeşitli engellemelerin varlığına değinen yazar Sabahattin Ali’nin Atsız’a açtığı hakaret davasının Irkçılık-Turancılık davasına dönüşmesinde bunun etkili olduğunu söyler. Türkeş’in mahkeme salonunda ırkçı olmadığını milliyetçi olduğunu anlatırken söylediği ifadeler ilgi çekicidir. ‘‘Devletin bütün önemli idari kalemlerinde iyi yetişmiş milliyetçi Türklerin bulunması gereklidir. Türkiye sınırı dışındaki Türklerle ilgilenmek lazımdır. Ben, sınırlarımız dışındaki Türklerin yabancı boyunduruğundan kurtulmasını, hür müstakil ve müreffeh olmalarını isterim.’’ (Sayfa:110) Türkeş savunmasının devamında ‘‘…Devletimin büyüklerimin emirlerine, kanunlarına daima itaatli ve kelimenin tam manasıyla milletsever, yurtsever bir Türk subayıyım. Daima devletimin kabul ettiği prensiplere inandım ve onlara hürmetten ayrılmadım. Türk milliyetçisiyim fakat iddia edildiği gibi ırkçı değilim. Yani memleket içerisinde ayrılıklara ve düşmanlıklara yol açacak fikrim yoktur…(Sayfa:111)
Yukarıdaki ifadelerden de anlaşılacağı üzere Türkeş’in aşırı uç diye tarif edilen bir milliyetçilik anlayışı yoktur. Aradan yıllar geçtiğinde CKMP’ye üye olacak ve genel başkanı seçildikten sonra 1969 kongresinde partinin dönüşümünü sağlayacaktır. Bunu yaparken de aşırı uç olarak gördüklerini tasfiye etmekten kaçınmamıştır. Partinin ambleminin değişiminden başlayan kırılma devam etmiş Türkçülerin partiden uzaklaşmasına neden olmuştur. Kanaatimce Hüseyin Nihal Atsız’ın 1962 yılında Orkun dergisinde yayınladığı dokuz umde Türkeş’in Dokuz Işık’ında bahsettiği maddelerle benzerlik gösterdiği gibi farklılıklarda göstermektedir. Bu da yaşanan dönüşümün daha önceden de Alparslan Türkeş’in zihninde var olduğunu düşünmemize neden oluyor. Milliyetçiliğin parti tabanında gelişmesini ve geniş kitlelere açılmasını sağlamıştır.
Sonuç olarak yazarın kaleme almasında etkili olan düşünce milliyetçiliğin aşamalı olarak gelişimidir. Yazarın ifadeleriyle ‘‘Ziya Gökalp duygusal bağlamda ortaya çıkan Türk milliyetçiliğini sistemleştirmiş, İttihat ve Terakki bu sistemi pratiğe dökmüş, Mustafa Kemal pratikte uygulama olarak gördüğü Türk milliyetçiliği fikrini büsbütün olarak yeni devletin temeli haline getirmiş, Hüseyin Nihal Atsız Türk milliyetçiliğinin gerektiğinde devlete rağmen de yapılabileceği olgusunu aksiyoner olarak ortaya koymuş, Alparslan Türkeş ise yıllardır aydınlar eliyle dillendirilmiş Türk milliyetçiliği fikrini halka indirgeyebilmiştir.’’
Eserin içeriğiyle beraber muhtevasının anlatıldığı dili ne derece kullandığı da ayrıca önemlidir. Yazar tezini oluştururken ne halk ağzı dediğimiz basitlikte ne de elit tabakanın üst dil olarak kullandığı seviyede fikirlerini kaleme aldığını söyleyebilirim. Her kültür düzeyindeki insanın rahatlıkla okuyabileceği bu kitap önceden belli bir kültür birikimi bulunanlarda farklı bir haz uyandıracaktır.
BAHSEDİLEN KİTAP:
ALPARSLAN TÜRKEŞ TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ FİKRİ VE CKMP, Kadir Kaan GÜLER, Deli Dumrul Kitap,1. Baskı, Haziran 2017, Ankara,160 Sayfa, ISBN 978-605-8220-3-2