Andrê Maurois “Bir Yaşamak San’atı = Un Art de Vivre” adlı kitabı, ki Türkçeye de çevrilmiş ve geçenlerde Kanaat Kitabevi tarafından neşredilmiştir, düşünmeyi, sevmeyi, çalışmayı, kumanda etmeyi ve ihtiyarlamayı beş ayrı san’at halinde kabul eden meşhur Fransız romancısının amelî hayatı felsefe bakışlarıyla süzmesinden peyda olmuş, lezzetli fikir özleriyle dolu, sade bir eserdir. Bu beş san’ata ayrılan fasıllar içinde en güzeli, çünkü mevzua uygun olarak en düşündürücüsü şu: Düşünmek san’atı. (Bu bahsin tercümesi ayrıca Yaşar Nabi tarafından da yapılmış ve “Varlık” mecmuasında çıkarılmıştı).
Fransız muharriri, insiyaklarımızla yaptığımız hareketlerin “vücudumuzla düşünmek” olduğunu anlatıyor ve ondan sonra “kelimelerle düşünmek” bahsine giriyor. Yanımda kitabın yalnız Fransızcası olduğu için şu güzel parçayı bir kere de ben tercüme edeyim:
“Elleriyle düşünen adam, amele, hokkabaz, jimnastik hocası, ağırlıklı ve mukavemetli cisimlerin yerlerini değiştirir: Tuğlaları, gülleri yahut kendi kendisini harekete getirir. Kelimelerle düşünen adam seslerden ve işaretlerden başka hiçbir şeyi yerinden oynatmaz. İş burada çok kolaylaşır. Sabahleyin oteldesiniz; zile basarsınız ve “çay” dersiniz. Birkaç dakika sonra, önünüze, mucize nev’inden, bir fincan, bir ibrik, ekmek, süt, reçel, bir çay kabı ve sıcak su konur. Bütün bunların size verilebilmesi için zarurî olan hakikî faaliyetlerin çapraşıklığını bir göz önüne getiriniz. Bu çayı ekip biçen, bu yaprakları seçen Çinlileri, bunları nakleden İngiliz vapurunu, hayvanları çayıra sevk eden inek çobanını, süt sağanları, bu ekmeği yuğuran ekmekçiyi, bu reçelin portakallarını toplayan İspanyol veya taşra kızlarını düşününüz. Tek bir hece, bütün bu varlıkları sizin emrinize vermiştir.
“Elleriyle düşünen adamın kâinat üstünde hudutlu bir tesiri vardır. Ancak elini dokunduğu şeye hükmü geçer. Kelimelerle düşünen adam, zahmetsizce, milletleri, orduları, kıt’aları yerinden oynatabilir. Filan devlet reisi, filan başvekil “seferberlik” sözünü ağzına alır almaz, dudaklardan hafif bir kımıldanış bekleyen bu minicik hareketle, Avrupa’nın bütün erkeklerini yerinden yurdundan eder, göklere binlerce yıllık şehirleri tuzla buz etmeye muktedir bombardımancılar çıkarır. Bir dünyayı harabeye çevirir ve bir medeniyeti sonuna götürür.”
Elleriyle düşünen adam yanlış bir hareket yaparsa hatasını derhal anlar ve cezasını çeker. Gülle kaldıran adam, elindeki ağır maddeyi düşürürse bunu gözleriyle görür ve belki de ayağının bir parmağını ezer. Fakat kelimelerle düşünen adam, yaptığı muhakeme hatasının yanlış neticelerini bu kadar çabuk göremeyeceği gibi cezasını da belki hiç çekmez: “Masanın başına oturmuş bir iktisatçı yazar: Yevmiyeleri artırmak, satın alma kudretini artırmak demektir. Buhranın sonu ancak böyle gelecektir. Bu kelimeler de başka kelimeler gibi birbirine uyar. Doğru bir düşünceye benzer ve iktisatçı onları dünyanın en mükemmel inanışıyla tekrarlar, fakat bu kelimelerin uyandırdığı hareket, iktisadî düzensizliği sonuna getirmez.” Bunun için, Andrê Maurois, duygulara, devletlerin hareket tarzlarına, ekonomiye ait kelimelerin müphem olduklarını, aynı muhakeme içinde, muhtelif mânâlarda kullanabileceğini anlatarak şu hükmü veriyor: “Yanlış bir dille muhakeme etmek, bozuk bir teraziyle tartmağa benzer.”
Fakat birkaç müspet ilimden başka hangisini emin ve sabit bir lisanı vardır? Biliyoruz ki her mücerret kelime, her manevi ilim veya felsefe ekolünde başka başka, hatta birbirine zıt mânâlar alıyor. Bütün doktrinler ve düşünce sistemleri, mücerret kelimelere verilen şahsî mânâların mimarisinden ibaret. Aynı kelimelere ters mânâlar verilebilir, o sistemin aksini vücuda getirebilirsiniz. Mantıkî bakımdan ikisi de birbiri kadar doğru olur. Andrê Maurois, manevi ilimlerin mevzuu bütün hakikatlerin yanlış ölçülerle tartılmağa mahkûm olduğunu söylemeye cesaret etmemiş; fakat onun hükmünden çıkan açık netice, bu.
Fransız muharriri, düşüncelerimizin arkasında, hakikat endişesinden evvel şahsımıza ait ihtirasların pusu kurduğunu da yazıyor. Bu fikir çok tekrarlanmıştır ve doğruya çok benziyor. Muharririn getirdiği şu misal tek değildir ve benzerleri sayısızdır: “Chateaubriand’ın siyasi hayatını düşününüz. İhtilalden ders alan Chateaubriand, alanglez bir meşruti mutlakiyete taraftardı. Restorasyondan sonra Onsekizinci Louis Fransa’ya böyle bir hükûmet vermek istedi. Eğer Chateaubriand ihtiraslarına eser olmasaydı. Kralın gayretine bütün kalbiyle müzaheret edecekti. Fakat Chateaubriand bu politikayı bizzat idare etmeye çağırılmadığı için öfkelendi. Haksızlığa uğradığı için Kral’a karşı, Decazes’a karşı daha sonraları da Villéle’e karşı şiddetli kin besledi ve üslubu güzel olduğu için mükemmel görünen, fakat hakikat de protesto edilmeye layık muhakemelerle kendi akidesine karşı mücadele açmak mecburiyetinde kaldı.”
Ben şunu kaydedeceğim: Fikirlerimizi iten ihtiraslar tahlile muhtaçtır. Tek başına “ihtiras” kelimesi de, içine herkesin dilediği çeşit çeşit sulu maddeler doldurulan, fakat aynı biçimde ve üstüne aynı etiket yapıştırılmış şişelere benzeyen mücerret kelimelerden biridir. Hangi ihtiras? Memlekete hizmet etmek de bir ihtirastır; kendi nefsine hizmet etmek de bir ihtirastır; her ikisine birden hizmet etmek de bir ihtirastır. Şahsi ihtiraslarda bile menfaatin, gururun payı ayrı ayrıdır. Gurur, eğer memlekete hizmet ihtirasından gelen bir şerefi kolluyorsa, ferdi olduğu kadar da içtimai bir temayüldür: İkbal hırsı nev’inde bile tecelli etse meşruu, hatta makbul olabilir. Çünkü bu his, ferddeki şahsiyetin delaletiyle cemiyetin kendi kendini aşma hamlesini işaret eder. Bir kalemde ihtirasları mahkum etmeden evvel, bundan daha sıkı bir tahlilin bile buldurabileceği neticeler vardır, ki Fransız muharririnin bize tavsiye ettiği düşünme metoduna bizzat kendisinin tamamıyla sadık kalmadığını ortaya koyabilir.
Bununla beraber kitap çok güzeldir, başımızı ve kalbimizi tonik, diriltici ve çevikleştirici fikirlerle dolduruyor. Yaşamak bir san’at olduğuna göre, onun sırlarını küçük bir kitabın kaideleri içinde sıkıştırmak elbette mümkün değil. Düşünmenin tek idmanı düşünmek olduğu gibi yaşamanın tek sırrı, bilgisi ve kaidesi de şu: Yaşamak. Böyle bir kitabı okumak insana pek az şey öğretse bile, düşünmesini, yani kelimelerle yaşamasını temin ettiği için, bir san’at eseri gibi hakikatten ziyade hayat aşkına okunmağa değer.
KAYNAKÇA
Peyami SAFA, Eğitim Gençlik Üniversite: Objektif 7, Sayfa