Kıymetli okurlar, evvela rahmetli Banarlı’nın Fuzuli’nin Duası isimli yazısından bir bölüm ile başlayalım: ‘’Fuzuli, başka dillerin Türkçe’den üstün oluşuna tahammül edemeyen bir milli duygu içinde Türkçe’ye hizmet etmiştir:
Ol sebepden Fârisî lâfz ile çokdur nazm kim
Nazm-ı nâzük Türk lâfzıyle igen düşvâr olur
Mende tevfîk olsa bû düşvârı âsan eylerem
Nevbahâr olgaç dikenden berg-i gül izhâr olur.
‘Fârisî ile çok sayıda şiir söylenmesinin sebebi, Türk diliyle ince şiir söylemenin güç olmasındandır. Fakat Allah yardım ederse ben bu güçlüğü yeneceğim! İlkbahar geldiği zaman, kuru dikenlerden nasıl gül yaprakları çıkmaya başlarsa; ben de diken gibi sert sanılan Türkçe ile gül yaprağı gibi ince şiirler söyleyeceğim!’ demesi ve bu dediğini hârikulâde üstün bir sanatla yerine getirmesi bundandır.’’
Türkçe! Ne güzel, ne muazzam bir ifade! Hem dilimizin adı, hem de Türk’ün duygularının, heyecanlarının, yaptıklarının ve yapacaklarının kimliği! Sadece ses bayrağımız, sadece sözlerimiz ve yazdıklarımız değildir Türkçe. Ay yıldızlı bayrağımızdaki al rengin hikâyesi, Kürşad’ın isyanı, Ergenekon’da Bozkurtların dirilişi, 1071’in, 1453’ün, kurtuluş ve kuruluşun ruhudur. Türk’ün Türk’e sevgisi ve hasreti, Türk’e yurtluk etmiş, Türk’ün nefes aldığı yüce diyarların günümüze seslenişidir. Başımızın üstünde tuğ, gönlümüzün içinde çığdır Türkçe.
Kusura bakmayın dostlar; dedim ya, ne güzel, ne muazzam bir ifade diye. Türkçe diye başlayınca yazıya, göğsümüzü kabartan bu adın ihtişamına kapılıp, hamasi ama tamamen gerçeklerle dolu bir giriş yaptım. Aslında bu hamasi ve hakiki girişin sebebi sadece Türkçe’nin ihtişamı ve Türk’ün özgeçmişi olması değildir. Milli dilimizin, yani Türkçe’mizin milli kimlikteki yeridir aynı zamanda. Milli dil, milli kimliği tamamlayan, milli kimliğin olmazsa olmaz bir unsurudur. Dilin milli kimlikteki bu konumu, tartışmasızdır. Zira milli dil, milli kimliğin bir nişanıdır. Dinsiz bir millet düşünülemeyeceği gibi, dilsiz bir millet de düşünülemez. Bir millet, asırlar boyunca zulümle yoğrulmuş bir esaret altında yaşasın, eğer dilini korumayı ve yaşatmayı başarmışsa, o milleti hiçbir esaret türü yok edemez ve esaret süresi ne olursa olsun, o millet için hür günlerin umudu yok olmuş değildir.
Ne gariptir ki, Türk milleti hür bir millet olmasına rağmen, güzel Türkçe’miz can çekişmektedir. Türk’ün dili, Türk’ün hissi Türkçe, siyasetin, çevrenin, havanın, suyun kirlenmesiyle yarıştırılırcasına kirletilmekte, yozlaştırılmaktadır. Türkçe sözcüklerle yazmak ve konuşmak ayıp ve çağ dışı, yabancı sözcükleri kullanmak ise, çağa ayak uydurmanın bir göstergesi, aydınlığın alameti oluverdi. Türk milletinin tarihi süreç içersinde her karışını nakış nakış Türkçe işlediği ve öz vatanı olan Türkiye’de Türkçe garip, Türkçe parya yapılmaya çalışılıyor. Uygar âleme mensup ülkelerde uygulanmayan, az gelişmiş ve sömürge ülkelerde bir emperyalizm dayatması olarak uygulanan yabancı dilde eğitim, Tevhid’i Tedrisat kanununa da aykırı bir şekilde ülkemizde de önü alınamaz bir şekilde yaygınlaştırılmış bir durumda. Türk’ün ülkesinde, Türk çocuklarının bir işe girebilmesi için Türkçe konuşuyor olmaları yeterli görülmez oldu. Elbette başka dilleri de öğrenmek, önemlidir, gereklidir. Ancak Türkiye’de yabancı dilde eğitim görüntüsü altında, Türkçe’mize kuma getirme projesi işletilmektedir.
Lisanımızın sorunu, insanımızın sorunudur. Çünkü Türkçe lisanı ile sorunu olanın, Türk insanı ile sorunu vardır. Dilimizde bozulma, yabancılaşma, kirlenme, toplumumuzun bütününde yozlaşma ve hastalığa yol açar. Dilde bozulma yaşayan toplumların, ekonomik, sosyal ve siyasal yaşamı, kültürü, sanatı, edebiyatı da bozulur, yozlaşır ve hastalanır. Ses bayrağımız, dilimiz Türkçe bu hastalığın pençesine milletçe bizi yok etmek isteyen emperyalistler ve onların yabancı hayranı, yerli yamaklarınca kısmen düşürülmüştür. Türkçe’ye savaş açanların Türk dilinde kazandıkları alan ve hâkimiyet, giderek artmaktadır. Tarih göstermiştir ki kendi kültürünü, kendi dilini dışlayan milletler, milli kimlik ve bilinçlerini de yitirerek ya “Gönüllü Müstemleke” ya da yok olmuşlardır. Türkiye hızla bu yola itilmektedir. Türkçe’ye sahip çıkmak; bağımsızlık onuruna, cumhuriyet aydınlığına, millete ve ülkeye sahip çıkmaktır.
Türk olmanın gurur ve bilincini taşıyan ve yaşayan Türk milliyetçileri, daha fazla Türkçe’ci olmak zorundadır. Türkçe’yi korumak, Türk’ü ve Türk ülkesini korumaktır. Dünyanın en köklü ve en büyük dillerinden biri olan Türkçe’yi korumak aynı zamanda, Türk milletinin asırlar boyunca medeniyet âlemine kazandırdığı zenginlik ve güzellikleri korumaktır. Unutulmamalıdır ki; Türkçe sevgisi, Türk’e sevginin kanıtıdır. Ve Türk’ü Türkçe’den uzaklaştırmak, Türk’ü tarihinden, kimliğinden uzaklaştırmaktır. Çevremize ve yetişen nesillerimize, Türklük sevgisini verirken, Türkçe sevgisini de aşılamak, bir milli vazifedir. Vatanı, milleti için her türlü fedakârlığa hazır bir nesil için yapılacak iş, dilini önemseyip hızla bu toplumun yeniden kaynaşmasına, bilinçleşmesine, değerlerine, tarihi ve milli kültürüne sahip çıkacak insanların çoğalmasına önayak olmaktır. Her Türk, her Türk milliyetçisi Türkçe’nin askeri olarak kendini görmeli, Türkçe’ye yönelmiş seferlere göğsünü siper etmelidir. Bir Türkçe seferberliği başlatılarak, Türk insanının evvela kendi ülkesini, halkını, dilini, sevmesi gerektiğini, onların erdemlerini de kendi üstünde taşıyacağını, kendisinin de o halka ait, onun bir parçası olacağını bilincini Türk istikbalinin evlatlarına anlatmak, bu seferberliğin temeli olmalıdır.
Kaşgarlı Mahmud şöyle der; “Türk dilini seviniz, çünkü Türklerin en az geçmişleri kadar büyük gelecekleri olacaktır.” Türk dilini Türkler sevmezse, Türk diline Türkler sahip çıkmazsa, Türk’ün tarihindeki o muhteşem tablo, gelecekte karşımıza çıkamaz. Çünkü Türkçe, Türk milliyetçiliğinin ve onun ülkülerinin yüzölçümüdür. Türk ruhunun ve ufkunun derinliğidir. Nice diyarlardan gelen Türk nefesidir, Türk’ün ülkülerine geçmişten yön ve güç veren hafızadır. Adriya’dan Çin Seddi’ne Türk’ün yıkılamayan son imparatorluğudur. Türk Birliği’nin dil birliği temelinden geçtiği ve Türkçe’nin Türk Dünyası’nın atlası olduğu unutulmamalıdır. Türkçe, estetik bir meseledir ama Türk milliyetçileri için mecburi bir görevdir. Her Türk milliyetçisi, Türklük ülküsünü Türkçe bakış zarafetini ve Türkçe’ye bakışındaki inceliği sergileyerek anlatmalıdır. Türk vatanında Türk bayrağını dalgalandıran rüzgâr, Türkçe konuşan nefeslerin kuvvetidir. Ve bilinmelidir ki; Türk Türkleştikçe kuvvetlenir, Türkçe’leşmeden Türkleşemez!
Bu vesileyle yazıma Türkçe’nin en büyük şairlerinden olan ve Türkçe’yi ‘’Bu dil ağzımda annemin sütüdür.’’ diyen Yahya Kemal’in müthiş dizeleriyle sonlandırıyorum:
Irkın seni iklimine benzer yaratırken,
Kaç fethe koşan tuğlar ufuklarla yarışmış;
Tarihini aksettirebilsin diye çehren,
Kaç fatihin altın kanı mermerle karışmış!