Siyaset ve ahlak anlayışı ile birgün Bilge Kral olarak ismiyle anılacak olan “Bağımsız” Bosna Hersek’in ilk cumhurbaşkanı merhum Aliya İzzetbegoviç, 8 Ağustos 1925’te Bosna Hersek’in kuzeyindeki Bosanski Samac şehrinde dünyaya geldi. Babaannesi Üsküdarlı bir Türk olan Aliya İzzetbegoviç, Mustafa ve Hiba çiftinin beş çocuğundan biriydi. Üç yaşındayken ailesiyle Saraybosna’ya taşınarak, eğitimine burada başladı. 1943 yılında Alman Erkek Lisesi’ni bitirdi. 20. yüzyılın en önemli İslâm düşünürleri ve siyasetçileri arasında yer alan Aliya İzzetbegoviç, kültürel ve coğrafi açıdan Avrupa’nın ortasında yer alan bir ülkede yetişmiş olması sebebiyle, diğer çağdaş İslâm düşünürlerine nispeten hem avantajlı hem de dezavantajlı bir konumda kendini yetiştirdi. Ait olduğu sosyokültürel ve coğrafi ortam Avrupalı toplumlara yön vermiş büyük fikir adamlarının tanınması ve siyaset bilgisini geliştirmesi için elverişli bir ortamdı. Böylelikle Avrupa’nın fikri temellerini derinlemesine tahlil etme yeterliliğine ulaştı. Bu bağlamda İzzetbegoviç Avrupa’da baş gösteren soğuk savaş yıllarının bir düşünürü ve siyaset adamı olarak, hem sosyalist geleneği hem de liberal geleneği tahlil etme imkânı buldu. Bunun yanı sıra bir yönetim şekli olarak komünizmi ve faşizmi yaşadığı toplumda tecrübe etti. Ayrıca içinde yetiştiği küçük gruplar ve aile hayatı sayesinde İslâmi kaynakları da okuyarak, Müslüman toplumların temel meseleleri üzerinde düşünmüş, bunları çeşitli yerlerde ve şekillerde paylaşmıştır. Yani İzzetbegoviç hem batının düşünce dünyasının temel eserlerine ve fikri temellerine hem de doğu dünyasının kültürel kodlarına ve düşünce dünyasına vakıf olunabilecek bir coğrafyada ve sosyal ortamda yetişti. İzzetbegoviç, oryantalist yaklaşım sergileyen bir fikir adamı olarak zor şartlar, siyasi çekişmeler ve sonu kıyıma varan bir savaşın içinde dezavantajlı konumdaydı.

Tüm bu ahval düşünüldüğünde ve ileride siz kıymetli okurlarımızla paylaşacağımız bilgiler ışığında şu tespite varmak doğru olacaktır: Konumu ve fikriyatı merhum lideri bir fikir adamı olmanın ötesinde yalnız kendi coğrafyasının değil tüm dünya Müslümanlığının toplumsal hareketlerinde bir lider rolü de kazanmasına vesile oldu. Diğer bir ifade ile kendisi, fikir adamı ve siyasetçi olmanın ötesinde tarihin ona yüklediği farklı misyonları da üstlendi. İkinci Dünya Savaşı boyunca faşist ve Çetnik ideolojiye, daha sonra ise komünist ideoloji ve uygulamalarına karşı çıkarak Mladi Müslümani (Genç Müslümanlar) isimli, kolej ve üniversite öğrencilerinden oluşan, Bosnalı Müslümanları İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşanan biyolojik soykırımdan, savaş sonrasında ise manevî soykırımdan kurtarmak amacını güden teşkilâtın kurucusu oldu. Teşkilatın hedeflerinden biri ülkedeki Müslümanların diğer etnik ve dini gruplarla eşit hakları elde etmesini sağlamaktı. Teşkilat, Sırp Çetnik ve Hırvat Ustaşa örgütlerinin zulmünden Müslümanların korunması ve Doğu Bosna’da yıkılan ev ve camilerin yeniden inşası için çalışıyordu.

İkinci Dünya Savaşı’nın ardından kurulan Yugoslavya Federal Halk Cumhuriyeti, her ne kadar faşizme karşı galip gelerek sosyalist bir rejim olarak kurulmuşsa da dini ve millî konularda Müslüman Boşnaklara sıkıntı zulmetmekten geri durmayarak tarihte şahitliğini yaptığımız ve yapmakta olduğumuz sözde sosyalistliğin bir örneğini daha temsil ediyordu. Aliya İzzetbegoviç’in de aralarında bulunduğu “Genç Müslümanlar” teşkilatının bazı üyeleri, din bilincinin uyandırılması faaliyetlerinde bulundukları gerekçesiyle 1946 yılında tutuklandı. Saraybosna’da askerlik görevini icra ettiği sırada tutuklandı ve askerî mahkeme tarafından 3 yıl hapse mahkûm edildi. 1949 yılında hapisten çıktıktan sonra önce ziraat fakültesine kaydolan İzzetbegoviç, iki yıl sonra buradan ayrılarak hukuk fakültesini bitirdi. Avukatlık sınavını verip 1962 yılında Saraybosna’daki bir şirkette hukuk danışmanı olarak çalışmaya başladı. Josip Broz Tito liderliğindeki Yugoslavya’da Müslümanların hakları için mücadele etmeye devam eden bilge mihmandar, Bosna Hersek İslam Birliğinin yayın organı “Preporod Gazetesi”nin yanı sıra “Takvim” ve “Glasnik” gibi bültenlerde de yazılar yazıyor, camilerdeki sohbetlere katılıyordu. Siyasi karışıklık ve baskı sebebiyle yazılarını, çocukları Leyla, Sabina ve Bakir’in baş harflerinden oluşan “LSB” takma adıyla yayınlıyordu. İslam dünyası ile alakası hiçbir surette kesmeyen İzzetbegoviç, bu yıllarda “İslam Deklarasyonu” isimli kitabını yazmaya başladı. Kitap, 1970 yılında yayınlandı. 1980 yılında Josip Broz Tito’nun ölmesiyle Yugoslavya’da milliyetçilik yeniden sahneye çıkmaya başladı. O yıllarda Ceza Kanunu’na “ifade suçu” eklendi. Kaleme aldığı “Doğu ve Batı Arasında İslam” isimli kitabı yayınlanmadan hemen önce, 1983 yılında beraberindeki 12 Müslüman aydınla birlikte tutuklandı. “Saraybosna Süreci” olarak nitelendirilen süreç başladı. Aliya ve diğerleri, ifade suçundan ve her ne kadar birçoğu birbirini tanımasa da organize örgüt kurarak düşmanca faaliyette bulunmaktan suçlu bulundu. Aliya’nın mahkûmiyet kararı, “İslam Deklarasyonu” kitabındaki ifadelerine dayandırıldı. Aliya, 14 yıl hapse mahkûm edildi. Aliya, hapisteki yıllarında ise daha sonra yayınlanacak olan “Özgürlüğe Kaçışım-Zindandan Notlar:1983-1988” isimli eserini yazdı. Zor şartlarda hapis hayatını sürdüren Aliya İzzetbegoviç, 1988 yılının sonunda Yugoslavya hükümetinin sözlü muhalefet dolayısıyla cezalandırılana tanınan affından yararlanarak serbest kaldı. 1990 yılında, bugün de ülkedeki Boşnakların en büyük partisi konumundaki Demokratik Eylem Partisinin (SDA) kurulduğu oturumda, partinin genel başkanı seçildi. İlk çok partili seçimde SDA, Bosna Hersek’te en çok oyu aldı ve Aliya İzzetbegoviç, Yugoslavya içindeki Bosna Hersek Sosyalist Cumhuriyeti’nin başkanı oldu.  Öte yandan 1990’lı yılların başında, Yugoslavya dağılma sürecine girmişti.  Yugoslav Halk Ordusu (JNA) 1991 yılında Slovenya’da çatışmaları provoke ederken, kısa bir süre sonra Hırvatistan’da da çatışmalar başladı. JNA kuvvetleri, 1991 yılının ekim ayında, Bosna Hersek’in Ravno ve Popovo köylerini yerle bir etti. Aynı ay içinde Bosna Hersek’te de bağımsızlık konusu gündeme geldi. Meclisteki yürütülen tartışmalar sırasında bir Sırp siyasetçi olan Radovan Karadzic, Müslümanların yok olacağını savunuyordu. Bosna Hersek’te 29 Şubat-1 Mart 1992 tarihlerinde bağımsızlık referandumu yapıldı. Referanduma katılanların yüzde 99’undan fazlası “bağımsız” Bosna Hersek’in için “evet” dedi. Referandumun ardından JNA ve Sırp paramiliter grupların farklı şehirlerde saldırıları başladı. Hızla gelişen savaş sürecinde, Bosna-Hersek Başkanlığı, Bosna-Hersek Cumhuriyeti ordusunu ve savaş hükümetini kurma kararı aldı. Aliya İzzetbegoviç, 2 Mayıs 1992 günü, Başbakan Yardımcısı Zlatko Lagumciya ve kendisinin resmî tercümanı olan kızı Sabina ile Lizbon’da yapılan barış görüşmelerinden dönerken Saraybosna Havaalanı’nda Yugoslav ordusu (JNA) askerlerince esir alındı.

Ancak Bosna ordusunun başarılı operasyonları sonucu esir alınan çok sayıda Yugoslav askerine karşılık İzzetbegoviç ve beraberindekiler serbest bırakıldı. Dünyanın gözleri önünde, ekmek sırasında, su sırasında, pazarda bulunan insanlar kitlesel şekilde katlediliyordu.

Evler, camiler, tarihî eserler yıkılıyor, dünya güçleri bu olanları ancak izliyordu. En korkunç savaş günlerinde ülkesi her gün çocuklarını kaybederken, ülkesi kanlar içindeyken İzzetbegoviç, başkalarının ibadet yerlerine, sivillere, kadınlara asla dokunulmaması yönünde birliklerine emir veriyordu.

Yeterli silahı olmayan Boşnak halkına karşı eşi görülmemiş suçlar işlendi. Sırp güçler, sivillere karşı büyük katliamlar gerçekleştirdi, insanlar evlerinden sürüldü, kadınlara tecavüz edildi, tarihi miras yok edildi, ülke genelinde toplama kampları kuruldu. Bosna Hersek’teki durum, Hırvat Savunma Konseyi (HVO) saldırıları başladıktan sonra daha da kötüleşti.

1995 yılının temmuz ayında, BM koruması altında olan Srebrenica’da Sırp komutan Ratko Mladic komutasındaki güçlerin şehre girmesinin ardından 8 binden fazla Boşnak erkeğin katledildiği bir soykırım gerçekleşti. Ülkesini savunduğu ve müzakere masasında çözüm aradığı zamanlarda bile Aliya İzzetbegoviç, barışçıl ve kin barındırmayan politikasından ödün vermedi. Nitekim o, bu kanlı savaş ve soykırım esnasında dünyaya şöyle sesleniyordu: “Her şeye kadir olan Allah’a ant olsun ki; köle olmayacağız. Ben Avrupa’ya giderken kafam önümde eğik gitmiyorum. Çünkü çocuk, kadın ve ihtiyar öldürmedik. Çünkü hiçbir kutsal yere saldırmadık. Oysa onlar bunların tamamını yaptı hem de Batı’nın gözü önünde; Batı medeniyeti adına. Nefrete nefretle cevap vermeyin. Bosna için nefret çıkmaz sokaktır. Nefret sadece bizim ruhlarımızı zedelemiyor, Bosna’nın özünü de zedeliyor…’’

200 bine yakın insanın hayatını kaybettiği, bir milyondan fazla insanın evini terk ettiği, soykırım ve katliamların gerçekleştiği savaş, 1995 yılında imzalanan Dayton Barış Anlaşması ile sona erdi. Savaşın ardından yapılan ilk seçimde, Aliya İzzetbegoviç “bağımsız” Bosna Hersek’in ilk cumhurbaşkanı ve daha sonra Devlet Başkanlığı Konseyinin ilk başkanı seçildi.

10 yıllık görev süresi boyunca Aliya çözümleri demokratik diyalogla arama politikası izledi. 2000 yılında sağlık sorunları nedeniyle Devlet Başkanlığı Konseyindeki görevinden istifa etti. SDA’nın 2001 yılındaki kongresinde ise parti başkanlığına aday olmayacağını söyledi ve ardından partinin fahri başkanı ilan edildi. Sağlık durumundan dolayı, Ekim 2000’de, Bosna-Hersek Devlet Başkanlığı görevinden çekilen Aliya İzzetbegoviç, 10 Eylül 2003 tarihinde 78 yaşındayken evinde düşerek iç kanaması geçirdi ve 4 kaburgası kırıldı. Bunun üzerine oğlu Bakir İzzetbegoviç tarafından Koşevo Hastanesi’ne kaldırıldı. Halkına uluslararası arenada tanınan, bağımsız ve egemen bir devlet bırakan Aliya, 19 Ekim 2003 tarihinde saat 14.25’te Saraybosna’da vefat etti. Naaşı başkent Saraybosna’daki Kovaçi Şehitliği’ne defnedildi. Vasiyeti üzerine kendisi için herhangi bir anıt yapılmadı.

Buraya kadar bilge kral ve mihmandar, genelde tüm İslam âlemi özelde Müslüman Boşaklar için bir abide halini almış olan Aliya İzzetbegoviç’in zorluklarla dolu, katliamlara, savaşlara şahit olmuş yaşam öyküsüne değindik. Ancak o, bir yaşamdan daha ötedir. Denilebilir ki Aliya İzzetbegoviç bir fikir ve düsturdur. Bu fikri anlamak için yalnız tarihleri ve şahısları ezberlemek yetmeyecektir. Kalem oynatmaya gayret gösterdiğimiz bu kıymetli derginin kıymetli yazarı Ahmet Çağlar Beyefendi işbu mecrada kaleme aldığı Bosna Şehidlerinin Ruhaniyeti Hatırası Önünde Bir Aliya İzzetbegoviç Anması başlıklı yazısında şöyle diyor: “Aliya İzzetbegoviç’i tam mânâsıyla idrak etmek mümkün değil, belki de hadsizlik olur bu. Ama asgari de olsa bir içkin ilahiliğin sizde de bulunduğunu, giderek boyut kazanan bir mâneviyatın sizde de kısmen de olsa var olduğunu tahkiki iman metoduyla tecrübe edebiliyorsanız onun mesajlarını yorumlayabilirsiniz.” Kendisinin de değindiği gibi bahsini ettiğimiz Bosnalı Ülkücü’yü anlamak ve onun insanlığa, İlam’a bıraktığı mesajları yorumlayabilmek ve anlamlandırmak gönüllerde iman ve aklı gerektirmektedir. Evet, Aliya İzzetbegoviç Bosnalı bir ülkücüdür. Ülkücülük tam manasıyla onun mayasıdır. Komünizmi ve faşizmi tecrübe edip, hapis hayatını tefekkür ve ilim ile tamamlamak, bir millete fiziki ve ideolojik katliamda liderlik etmek ancak bir ülkücünün vasfıdır. Ve halkı için yok olmak ile esir olmak arasındaki çizgide sırat misali kıldan keskin bir çizgide savaşarak var olmayı yeğleyen, vefatının ardından dahi liderlik vasfını kaybetmemiş olan bu büyük Ülkücü fikri bir yazı ile değil ancak vicdan, ahlak ve iman ile anlaşılabilir. İçtimai meselelerin arasında eserleri ve fikirleriyle İslam coğrafyasına yol gösteren, zulme başkaldıran kutlu komutanı, bir yanı –Babaannesinin Türk olduğunu vurgulamakta yarar görüyoruz- Tanrı Dağı kadar Türk, bir yanı Hira Dağı kadar Müslüman olan bilge mihmandarı rahmetle anıyor ve şu sözlerini tefekkür için sizlerin istifadesine sunuyoruz:

‘’Bu günleri gösteren yüce Allah’a hamd ediyorum. Tarihimizi kanımızla yazdık. Evlerimiz yakılıp yıkıldı. Düşmanlarımız mert değildi, alçakça katliâmlar yaptılar. Yapılan katliâmları dünya, şimdilerde ortaya çıkartılan toplu mezarlardan anlamaktadır. Bu gerçekleri haykırmıştık, duyan olmamıştı. Bütün acılara rağmen çok şükür ayaktayız. Yıkılan ev ve camilerimizi yeniden inşa ettik. Şehitlerimizi rahmetle anıyoruz. Onlarla inşallah cennette buluşacağız, onları Allah’ın ve meleklerinin huzurunda şanlı direnişlerinden dolayı kutlayacağız. Gelinen noktada her şey bitmiş değil, yeni başlıyoruz. 

Başlattığımız mücadelede eksiklikler olmasına rağmen bir yerlere geldik. Bundan sonra görev sizlerindir. İlerleyen yaşım ve sıhhatim dolayısıyla aktif siyaseti bırakıyor, bir nefer olarak ömrümü halkıma hizmet etmek isteyen siyasilere destekle yaşayacağım. Allah’a hamd ediyorum ki bugün elimdeki dalgalanan bayrağı teslim edeceğim inanmış yüz binler var. Artık Bosna-Hersek hür ve bayrağımız kendi topraklarımızda dalgalanıyor. Selâm sana ey halkım. İmanınıza, bayrağınıza ve devletinize sımsıkı sarılın.”

Bir yanıt yazın