Millet; topluluklar arasında yapılan elim çarpışmalar silsilesinin düzene girmiş halidir. Bugün dünya üzerinde birçok millet bulunur. Zaman içinde kendisi yaşamış fakat günümüze adını ulaştırabilmekle yetinmişleri bile vardır. Bugün yaşayan milletler tarihleri boyunca yeri gelince cenk etmiş, yeri gelince ölmüş ve yeri gelince de öldürmüşlerdir. Sadece insan ile değil; zulümle, açlıkla da savaşmışlar, kimi zaman zaferle ayrılmışlar,kimi zaman mağlup olup ayrılmışlardır meydandan.
Halkın refahını, güvenliğini ve teminatını sağlamakla yükümlü kılınmış kişiler gayelerini milletleri üzerinde şekillendirirler. Fakat bu bahsettiklerimiz “Ülkü” denilen andı açıklamaya yetmez. Yapmamız gereken, vazifemiz haline gelmiş olan bir durumu yerine getirdiğimiz için ne bir gayeyi yerine getirmiş oluruz ne de bir ülküye hizmet etmiş oluruz. Kimseden de bize alkış tutmasını zaten bekleyemeyiz. Ülkü, milletleri zevk-ü sefa içinde yaşatmak için yoktur. Aksine hep onun için yaşanılan ve onun için var olunan kavramın adıdır ülkü. Onun için kanlar dökülür, topraklar fetholunur da yine de teslim olmaz milletine. Bir milleti geleceğe,geçmişinden feyz alarak ulaştıran kavramdır. Türk milleti tarihte, bahsettiğimiz olguları kendine hedef edinmiş fakat varoluşunu hep bir ülkü üzerine şekillendirmiştir. Bizler için kazanılması gereken bir zafer, sınırlara dâhil edilmesi vacip olan toprak parçaları hiçbir zaman ülkü olmamıştır. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V)’ın lafzına eren Fatih Sultan Mehmet’in bir toprak parçası olan İstanbul’un Türkeli olması hususundaki çabalarını unutmayalım. Bir çağı yeniden başlatan ecdadımız, başındaki güzel ordu ve güzel kumandan yıllardır süregelen bir gaye uğruna savaştılar. Meydanda kan döktüler, kan döktürdüler. Bu güzel ordu ve güzel kumandan peygamberimizin hadis-i şerifine nail olmuştu. Gereği yerine geldi hamd olsun. Düşünün ki aslında belki de tarih sahnesinde bir eşi vuku bulmamış olan bu olay Türk’ün ülküsü değildi. Bir ülkü vardı, evet. Fakat bu İstanbul’un fethi değil, İslâmiyet’i geniş coğrafyalara yayma, gaza ve cihat anlayışıyla çıkılan bu yolda bu fetih işte bu büyük ülkünün getirilerindendi.
Rahmetli Alparslan Türkeş’in uslardan silinmemesi gereken sözünü yine burada da işlemiş olalım.”ÜLKÜSÜZ İNSAN ÇAMURDAN FARKI OLMAYAN BİR VARLIKTIR.” Öyle ki bu söz birçok şeyi anlatır niteliktedir. Çamur tek başına bir şey ifade etmez. Ta ki ona şekil veren eller oluncaya kadar. Ortaya vazolar, heykeller ve nice eserler çıkar. İnsan için de böyledir. Kişinin sahip olduğu bir ülküsü yok ise, yaşama gayesi olmadığı gibi; sözde de yapılan teşbihin hakkını verir. Çamur gibi nasıl şekil verilirse o şemaile bürünür. Sonuçta ne çıkacağı konusunda ise bilinmezlikler vardır. Günümüze bir atıfta bulunacak olursak biz bugün ne için yaşıyoruz, hangi bilinmezliğe hizmet ediyoruz, ilim öğreniyoruz fakat bu dersliklerde mi kalıyor, peki bir gayemiz var mı, yoksa hedefi olmayan yaprak misali akıbetimizi rüzgâra mı teslim ettik? Bunun gibi sorulması gereken birçok soru vardır. Geçmişten bir şey beklemek her ne kadar mantık dışı bulunuyorsa, bugün hiçbir amaç için yaşamayan, olmuş ve olabileceklere karşı çareyi gözlerini kapatmakta veyahut kulaklarını tıkamakta bulan, gittikçe duyarsızlaşan bir nesil olma fikri de bir o kadar mantık dışıdır. Gayesi olmayanın ülküsü zaten olmaz. Bununla beraber belirtilmelidir ki ancak ülküsü olan bireylerin çokluğu doğrultusunda, bir milletin ülküsünden bahsedilebilir. Ülküler milletleri millet yapan yegâne unsurdur. Ulaşılamaz belki fakat fikri bile güzeldir. Hayatta bir amaç için yaşamak ne kadar hoşsa, bir ülkü için yaşamak daha da hoştur.
Bugün dünyanın dört bir yanına yayılmış olan bizler farklı zamanlarda ve farklı topraklarda bağımsızlığımız için savaşmış, bağımsızlığımızı kazanmış, farklı adlarla devletler kurmuş ve o adlarla fetihler için yola çıkmıştık. Birliğimiz ise fikirde, dilde ve ülküdedir. Ülkümüz; aynı havayı teneffüs etmek ve aynı coğrafyada hüküm sürmektir. Ahlaktan yoksun batı milletlerine karşı ahlakla yoğrulmuş bir milleti muhafaza etmektir. Bu bağlamda her Türk’ün kendisine verilen vazifeyi en iyi şekilde yerine getirmesi elzemdir. Ülkümüz hep en iyiye hep bize göre olana ulaşmaktır.
Tarihin hiçbir devrinde düşmanına karşı sayı bakımından üstün olmayan Türkler, sahip oldukları üstün maneviyat, inanç ve ülkü ile nice çoğunlukları tahakküm altına almış, nice şanlı zaferlere imza atmıştır. Unutulmamalıdır ki tehlikeler nereden gelirse gelsin, ne kadar büyük olursa olsun, tek çare Türk Ülküsü’dür. Her ne kadar ülkü için yaşamak, hayatımızı inandığımız doğrular üzerine şekillendirmek dediysek de ülkü için, ülkü uğruna ölmek de bir o kadar kutsaldır. Türk tarihi seyri içerisinde kendisini milletinin ülküsüne adamış, bu yolda canını ortaya koymuş aziz şehitlerimize layık olabilmek, bu yolda yılmadan çalışmak her Türk’ün bilhassa Türk gençlerinin vazifesidir. Tüm şehitlerimizi saygı ve rahmetle…