Nasip olursa miladi 27 Mayıs günü bu senenin ilk Ramazan Orucuna niyet etmiş olacağız. Resulullah efendimizin de bir hadis-i şeriflerinde buyurduğu üzere; ‘’Ramazan’ın gelişine sevinmek iman alametidir.’’ Duamız; Bu hadise muhatap olanlardan olup, kırıntılar halinde de olsa imanımızı ebediyen muhafaza edebilmektir. Sezai Karakoç’un bu Ramazan muhakkak okumanızı tavsiye ettiğim ‘’Samanyolunda Ziyafet’’ adlı kitabında ifade ettiği şekliyle; ‘’Yılda bir kere gelip, bizi bütün manevi kirlerimizden arındırıp giden’’ O güzel misafiri hakkıyla karşılayışımız, ağırlayışımız, gelişine sevinip, gidişine üzülmemiz imanlarımızı yeniden bir kor haline döndürecek yegâne yoldur. Öyle naif bir misafirdir ki bu gelen, her yıl yaptığımız türlü hatalara, kusurlara, edepsizliklere rağmen yine de bize kırılmaz. Kırılmak şöyle dursun öyle özler ki bizleri, her yıl on gün evvelinden gelmek suretiyle bizlere karşı ne kadar hoşgörülü olduğunu haykırır adeta. Ne var ki bu haykırışa çoğumuzun gönülleri ve kulakları tıkalıdır. Ramazan-ı Şerifin gelişine sevinmek şöyle dursun, O beklenen, O özlenen, O yolu gözlenen kutlu misafir nefislerimize ‘’sıkıntı ve ıstırap olmakta,’’ kendi kendimize buğuz etmekten öteye gidememekteyiz. Oysa bu kutlu ayın hepimizin gönül dünyasında bir bahar esintisi ile gelmesi ve ebedi olarak burada kalıp, her yıl tekrar tekrar tazelenmesi ne de hoş olurdu. Gelin bu yıl nefislerimizin istek ve arzu ettiği gibi değil de, Mevla’nın emrettiği ettiği bir hal ile karşılayalım gelen misafiri. Zira Ramazan-Şerifi memnun etmek, şanlı ceddimizin asırlarca muhafaza ettiği Kuran-ı Azimüşsan’ı hoşnut etmek, yani Cenab-ı Hakkın rızasına mazhar olabilmektir. Zira Ramazan-ı Şerifin manasını kavrayabilmek ‘’Emir olunduğun gibi dosdoğru ol’’ ilahi buyruğunca hayatına çeki düzen vermek, her manada bir rol model olabilmektir. Zira Ramazan-ı Şerifi anlamak, çoğu ‘’muhafazakâr’’ olan belediyelerimizin düzenlemiş oldukları eğlence programlarına son vermektir. Bu ay, eğlence ve festival ayı değil; Tefekkür ve ibadet ayıdır, diyebilmektir. Zira Ramazan-ı Şerifin kıymetini bilmek İslam’ın bu çağdaki sancaktarlığını üstlenmek, hiç aklımızdan çıkmaması gerekirken senede bir kere zar zor hatırlayabildiğimiz bütün mukaddesatımız üzerine her nefeste titremektir. Aldığın her nefesi son nefesin, tuttuğun her orucu son orucun, gittiğin her secdeyi son namazın, ağzından çıkan her sözü son kelamın bilmektir. Ramazan-ı Şerifi anlamak, ‘’ölmeden ölmektir.’’ Peki, nasıl memnun edilir bu kıymetli misafir? Ne yapılır? Ne yapılmalı? Bu soruların cevabı bugüne kadar ne yaptığımızda Kur’an ayını nasıl ağırladığımızda olsa gerek. Evvela bu Kur’an ayında gelin mukaddes kitabımızın manasını anlamak ile başlayalım işe. Meallere sarılalım, manasını düşünelim, tefekküre dalalım. Gelin bu yıl ‘’çeyrek saatte’’ teravih namazı kıldıran imamları değil de, ağzından dökülen her harfin manasını uzunca düşünebileceğimiz imamlarımızın ardında duralım namaza. Kuran’ın lezzetini her hücremizde hissettikten sonra hatimle namaz kıldıran camilere yönelsin istikametiz. Sahur sofralarımızın bereketi gönüllerden gönüllere diyarlardan diyarlara uzansın. İftar sofralarımızda hangi kalantor dostumuzu ne gün ağırlayacağımızı hesap etmeyelim. İhtiyaç sahibi bir oruçluya iftar ettirmenin kazandıracağı ecre talip olalım bu yıl. ‘’Yine kafam kazan gibi oldu,’’ ‘’Oruç başıma vurdu,’’ ‘’Aç karnına bu kadar oluyor,’’ ‘’Ramazan yine vize haftasına geldi…’’ gibisinden ifadelerden uzak durup, bu mübarek günlerin feyz ve bereketinden azami derecede istifade etmenin yollarını arayalım. Acele edelim. Zira kaybedecek vaktimiz yoktur. Süremiz pek azdır. Maalesef 30 güncük kalacaktır bu aziz misafir, sokaklarımızda, evlerimizde, camilerimizde ve becerebilirsek gönüllerimizde…
Öyle ise bir hüzün kaplar artık içimizi. Çok sevdiğimiz, O’nun da bizi çok sevdiğini bildiğimiz bu aziz misafirin gidişiyle sevinmek, bayram yapmak ne haddimize? Ne mümkün? Tek tesellimiz misafirimizi şanına yakışır şekilde ağırlayıp, yerlerin ve göklerin yegâne sahibi olan Cenab-ı Hakkın makamına uğurlamaktır. Tek temennimiz ise, yılda bir kere gerçekleşen bu kavuşmanın bir an evvel tekrarlanmasıdır. Yapılan ‘’bayram’’ ise, bir Ramazan-ı Şerifi daha yaratıcının emrettiği şekilde geçirebilmenin şükrünün edasıdır ve ilk bayramlaşma da bize sayısız nimet ile beraber oruç nimetini de bahşeden yaratıcı ile olur. Esasen bir bayram değil, şükürdür. Şükrün ilanı olmakla beraber, bir daha ki seneye kavuşup kavuşamayacağı endişesi ile hüzünlenmek, bu yılın son bir kere daha muhasebesini tutmaktır. Ramazan ayının manevi ikliminden nasibini alamayanların, Şükür bayramımıza, ‘’Şeker bayramı’’ demek suretiyle ağızlarını tatlandıracaklarını sanmaları da tam bir fecaat halidir. Bu duygu ve düşüncelerle Hak nefes verdikçe Hakk’ı ve hakikati haykıranlardan olmak niyazıyla, sesimizin ulaştığı bütün Yeni Ufuk okuyucularının Ramazan-ı Şerifini kutlarım.