Memleketin birinde eskilerden kalma, kiminin harabe, kiminin yaşayan tarih olarak gördüğü bir konak vardır. Zamanın kırbacı bazen soldan bazen sağdan birçok darbeyle kapanması zor yaralar açsa da yıllara meydan okuyan bu konak hakkında, ne uydurulan hikâyeler bitmiş ne de bunlara inananların nesli tükenmiştir. İnsanoğlunun hamurundan mıdır, huyundan suyundan mıdır bilinmez kolaycılık söz konusu oldu mu düşünmek ya da sorgulamak aklının ucundan dahi geçmez. Yine öyle bir zamanda yaşanan bir hikâyeyi anlatacağız size, ne de olsa damarlarımızda Dede Korkut’un kanı var. Biz kanımızın hükmünü verirken siz de kalem kâğıt çıkarıp günahımızı sevabımızı bir köşeye not edin, öyle her söylenene inanmayın. Başımıza ne geldiyse ‘’Ben bilmem… Bilir demekten gelmedi mi?’’
Tunç bilekli demircilerin demir dövdüğü bir çağdan, kırk yiğitle saray basanların şölen yerinde toplandığı günlerden az gidilmiş uz gidilmiş dere tepe düz gidilmiş. Kervanbaşı türlü türlü yemişlerin olduğu, ucu bucağı seçilemeyen düzlükteki pınarları görür görmez bir sarhoşluk halidir basmış içini. Vakur bir sesle, otağınızı münasip bir yere kurun hele, deyip halkına yeni yurtlarını göstermiş. Buyruğu duyan Alpler emrin başım gözüm üstüne diyerek ocaklarını düzmüşler, koyunlarını otlatacakları meraları aralarında paylaşmışlar. Günler günleri aylar ayları kovalamış ardı ardına tam dokuz sene geçmiş. Obada durduğu yerde öylece kalacak değil ya büyümüş, gelişmiş. Ele avuca sığmaz olmuş. Nice memleketlere komşu olmuş, nice halkları arasına almış. Çadırlardan evlere, komutan otağından konaklara geçilmiş. Bu obadan doğan güneş diğer obalardaki evlerin pencerelerinden sızmaya, bir hoş sedâ bırakmaya başlamış başlayalı, geçmedik ova yürümedik yayla kalmamış. Küçücük bir beylikken üç kıtaya atılan bir imza oluvermiş. Büyüdüğünden daha hızlı küçüle küçüle şimdilerde bulunduğu coğrafya içinde tekrar büyüyeceği günü bekler olmuş. Bilen bilmeyen, duyan duymayan hiç kimse kalmamış ki üzerine konuşmasın. Biri göğe çıkartmış diğeri oradan alıp yerin beş kat dibine fırlatıvermiş. İçlerinden insaflı olanlar çıkmamış mı? Çıkmış elbet. Bir elin parmaklarını geçmese de aklına her aklına geldiğinde günahlarının bağışlanmasını istemiş. Aynı yerinden iki kere ısırılan Müslüman kendisini sorgulasın, düsturuyla var olanın hakkını vermekle yetinmiş. Olmayanı oldu gibi göstermek bir kenara dursun, olanı olduğundan fazla yüceltip başımıza put çıkarmaktan kaçınır olmuşlar. Beş parmağın beşi de bir değil ya bunun tam tersini yapanlar da olmuş. Düştükleri düşürdükleri yetmezmiş gibi bir tekme atmadan da yerine oturmamışlar. Siyah ve beyazın zıtlığı gibi birbirini yiyip durduklarından habersiz kardeş kavgasına tutuşmuşlar.
Ölenler onlara ayrılan yerde kıyameti beklerken kalanlar gökyüzüne her baktıklarında onların hayatlarından bir pusula bulurlar. Geçmiş yönümüzü gösteren yıldızlar gibidir. Onlara bakıp yol haritanızı çizersiniz; aynı kuyuya bir daha düşmemek için, aynı zehri bir daha içmemek için.
Sadece insan ölümlü değildir azizim, kurulan devletler de insan gibi doğar, yaşar ve vakti zamanı geldiğinde ölür. Ölen bir devlet midir hanedan mıdır? Ne önemi var, ölen ölsün kalan sağlar bizimdir dememeli, ölenin ruhuna göre cenaze namazının niyeti de değişir elbet. Dedim ya ben bilmem… Bilir’cilerin dışında kalmalı, her söylenene inanmamalı insan.
Aslı bu yıkılmaz devletin cumhuriyet döneminde doğan bir çocuğu. Her söyleneni doğru kabul etmeyip aklını kiraya vermeyenlerden… Şimdi Aslı’nın başından geçenlere kulak verelim bakalım küçük kahramanımıza hak verecek misiniz?
Aslı, beşinci sınıf öğrencisidir. Yaşı küçük olmasına rağmen yaşıtlarına göre olgun, aklı başında ve ‘’her şeye maydanoz’’ olma diyenlerin korkulu rüyası diyebiliriz onun için. Okuldan eve döndüğü esnada öğretmeni Kutlu Bey’in verdiği ödevi düşüne düşüne kaldırımları birer ikişer adımlarken verilen sürenin de azaldığını hatırlar. İyi bir ödev sayfalar dolusu yazı değildir onun için. Tıpkı tarih bilmenin Kanunî’nin ordusundaki yeniçeri sayısını bilmek demek olmadığı gibi… Konu yorumlamaya müsaittir: Türk tarihine bakışımız nasıl olmalı?
Konu derin mi derin kaynaklar çağlayan pınarlar gibi birinin başından tutsan sonuna gelene kadar ne köprüler geçmeli ne maceralar atlatmalısın. Yaşadıklarını unutmadan karşındakine yaşıyormuş hissi vererek anlatmalısın ki inandığın, canlı bir varlık olarak gördüğün tarihin hakkını veresin yoksa şu devlet şurada doğdu şu savaşları yaptı şurada şunlar tarafından yıkıldı demek ne kadar akılda kalır ki böyle bir tarih anlatımıyla Almanya yenildi diye bizde yenildik demek arasında ne fark var? Ne yapıp etmeli de herkesin aklında yer edecek bir şekilde kalem oynatmalı, söz etmeli. Düşüne düşüne yolu bitirmiş kapının önünde durmuştu. Eli daire ziline doğru gittiğinde aklına güzel bir fikir geldi hani şu filmlerde gösterilen baloncukların içinden doğan cinsten.
Ziline basmakta olduğu daire oturduğu apartmanın bir bölümü, kaldı ki daha tanışamadığı komşuları, birlikte oynayamadığı arkadaşları var. Basamakları çıkarken bir film şeridi gibi asılmış panolara dikkat kesildi. Her gün gelip geçerken farkına bile varmadığı bu fotoğraflar aslında çok şey anlatıyordu. Cumhuriyet apartmanının tuğlalarının bile henüz dünyada olmadığı bir döneme gidiyordu. Bir ulu çınar gibi dedesi Osman Bey ve onun babası Selçuk Bey’in konağın önünde çekilmişti bir fotoğrafın önünde durdu. Zamanın görüntüyü değiştirdiğini fark etti. Ne üzerine basılan toprak değişmiş ne de basan ayakların sahipleri. Merdivenleri çıkarken karşılaştığı amcasıyla, yengesiyle selamlaşırken daha iyi anladı bu gerçeği. İki amcası vardı Aslı’nın. Biri zemin katta oturur, babası Kemal Bey’i doğdu doğalı sevmez. Babasına kin kusar, elinden gelse bir an bile bu apartmanda durmak istemez. Ama ne yapsın kader mahkûmu gibi iki elini bağlamış, volta atmak zorundadır o koridor senin bu koridor benim. Çünkü gidecek ne başka bir yeri ne de bütçesine uygun bir ev kiralayabilecek durumdadır. Bir amcası daha vardı adı Suat. Suat amcasını kış günlerinde kestane kızarttıkları soba başında anlattığı asker anılarından bilir Aslı. Babasıyla hemen hemen aynı yaşlarda olan bu adam kardeşiyle geçen çocukluk yıllarını öyle ballandıra ballandıra anlatır ki sanırsın her günleri böyle şen şakrak geçmiştir. Aslı, onun bu güzellemelerini duyduğunda babamı benden fazla seviyor olamaz ya tanrı değil ki bu adam diye düşünmeden edemez. Kapıyı iki kere tıklatıp annesinin kim o sesini duyduktan saniyeler sonra üst katta oturan Suat amcasının evden çıkışını işitir. Ona yakalanmadan kapıdan içeri atar kendini. Yelkovanla akrep birbirlerini kovalar Aslı zihninde ödevini iyice şekillendirmiştir artık. Yeni öğrendiği bir kavram üzerinde anlatacaklarını kurgulamıştır. Metafor diyorlar bu kavrama. O da böyle yapacaktır metafor oluşturacak ve onun üzerinden yeni bir dünya şekillendirecektir. Ama öyle kuru kuruya bir metaforla işin altından kalkamayacağını düşünür. Oturduğu yerden doğrulur önce odasında sonra evin salonunda gezinirken bir yandan da düşünmeye koyulur. Söz uçar yazı kalır demişler tamam da bu yazıları ayaklandıracak bir şeyler lazım bana diye düşünürken o baloncuk tekrar başının üstünde beliriverir. O bilindik nidayı atar birden bire, ’’Buldum.’’ Bir iki üç motor der bir film çekerim. Annesine açar konuyu fikir alır fikir verir. ‘’Sen yapamazsın her işi maydanoz olma bakayım hem başka türlü de yapabilirsin ödevi bize masraf çıkarma otur oturduğun yere.’’ Olsundu, Aslı kendini bildi bileli böyle sözlere alışkındı hem bu yetişkinleri anlamak için yetişkin olmak gerekiyor diye geçirdi içinden.
Replikler yalan yanlış olmamalıydı ona yakışır şekilde olanı olduğu gibi anlatmak gerekiyordu. Bunun için birincil kaynaklara ihtiyaç vardı o hem yan komşuları hem de dedesi olan Osman amcanın kapısını çalmaktan geçiyordu. İkindi vakti beş çayına gelmiş gibi yaparak uzun uzun sohbet ettiler, hasret giderdiler dedesiyle beraber. Akıllı yumurcağın yaptığı işe bakın ki telefonun ses kaydetme özelliğini açık unutmuş. Hafta sonunu aile ziyaretleriyle geçirdi, çalınmadık kapı zili bırakmadı girmediği ev kalmadı. Sonunda filminde kullanacağı kadar repliği toplamış olmanın verdiği rahatlıkla bilgisayarın başına oturdu. Başlat düğmesine basıp beklemeye başladı. Beklerken bir yandan da fotoğrafların geçiş sırasını hesaplıyordu zihninde. Amatör bir film olacaktı bu adı da şimdiden dudaklarındaydı. ‘’Hepimiz Biziz’’
Önce bir fragman düşündü. Mesela bir soy ağacı geçebilirdi ekrandan… Selçuk-Osman-Kemal-Aslı-? Nedendir bilinmez Aslı’nın yüzünde bir gülümseme belirdi. Aklına komşuları Thomas’ın Ayşe Teyzenin bahçesinde çalarken düşürdüğü fındıkları gösteren fotoğraflardı bunlar. Gerçeği bilmesine rağmen Thomas’ın bu fındıkları canavara karşı kazandığı ganimetmiş gibi anlatmasına ses çıkarmamıştı. Gülüp geçmişti ama öğrendiği bir şey vardı. Tarih yazıldığı gibi bilinir yaşandığı gibi değil. Şimdi yaptığı işin kadir kıymetini daha iyi anlamıştı. Kendi konağından yola çıkarak bir tarih anlayışı geliştirecekti, kesintisiz, yanlış tabelası bulunmayan bir yol ve o yoldan geçen dedeleri Selçuk ve Osman. Ne birini diğerine tercih eder ne de birini diğerinden üstün sayardı Aslı. O yüzden filminin adını ‘’Hepimiz Biziz’’ koymuştu. Hayal kurmayı severdi Aslı. Hem hayalperest hem de gerçekçi denebilir. Ailesinin oku demesine karşılık okumadıklarını biliyordu ama iyi birer izleyici ve dinleyici olduklarını da biliyordu. O hâlde yapılacak en mantıklı iş, dinlenecek/izlenecek ürünler ortaya koymaktı. Bu film projesini şimdiden sevmişti, içten içe bir gurur kaplamıştı her yanını.
Kurabiyesini ısırırken çayından da bir yudum almayı da ihmal etmiyordu. Uyku, göz kapaklarına tutunmuş dükkânın kepenklerini indirir gibi aşağı çekmeye çabalıyordu onu. Varsın çeksindi. Filmine son dokunuşlarıyla hayat vermiş, kendisi de iyi bir uykuyu çoktan hak etmişti. Yastığa başını koyduğunda son cümlelerini de gökyüzüne fısıldadı:
‘’Hepimiz biriz, Hanım hey…’’
Aslı’nın o filmde neler yazdıklarını ne yazık ki sana gösteremiyorum. Çünkü Aslı’ya telif hakkın ödemek zorunda kalırım. Öğrenmek istiyorsan sen de Aslı gibi yap. Her duyduğunu her okuduğunu kabul etme. Aklınla tart sonra da Aslı’nın okuduklarını oku:
1-)http://www.altayli.net/turk-tarihine-bakisimiz-nasil-olmalidir.html (Erişim Tarihi:24.08.2017)
2-)İskender Öksüz,Niçin Geri Kaldık?,2.Baskı,Panama Yayınları,Nisan 2017,s.15-84.
3.)Bekir Koçlar-Ahmet Vurgun, Tarih Yolunda Olmak,1.Baskı, Serhat Kitabevi, Temmuz 2016,s.187-196.