Kısaca “İnsan – Allah ilişkisi” olarak tarif edebileceğimiz DİN; “Akıl sahibi insanları kendi tercihleriyle bizzat hayırlı olan şeylere götüren ve peygamberlerin bildirdiği hakikatleri kabul edip inanmaya çağıran ilahi bir kanundur.” (Elmalılı Hamdi Yazır), “Akıl sahibi insanları kendi irade ve istekleri ile bizzat onlar için hayırlı olan şeylere sevk eden ilahi bir kanundur.” (A.H. Akseki), “Akıl sahiplerini kendi iradeleri ile şimdiki halde (Dünyada) mutluluğa, gelecekte (Ahirette) felâha (Kurtuluşa) sevk eden, Allah tarafından konulmuş bir kanundur.” (Tahanevi) diye tarif edilmektedir. Kur’an-ı Kerim’de de din, “Allah tarafından konulan ve insanları O’na ulaştıran yol” olarak bildirilir. (Yusuf/38-40, Zümer/2)

                Bu tariflerden anlaşılacağı gibi, insan, kendi hür iradesiyle bir dine inanabilir veya inanmayabilir.  Bu tariflerden anlıyoruz ki; Din, “Allah’tan insanoğluna uzatılmış kurtuluş ipi” olup, temel gayesi, insan ile Allah arasında güçlü ve doğru bir bağ kurmaktır. İnsan, kayıtsız şartsız var olan “Mutlak Varlığa” yönelişi ve O’nun tarafından kuşatılışı ifade eden dinî tercihi sayesinde kâinatı/evreni ve onunla birlikte bu varlıklar içinde kendi yerini anlamlandırmakta, temel değer ve ülkülerini bu anlam çerçevesinde üretmek ve yaşamaktadır. İnsan kimliğinin en önemli parçası olan din, kişinin yeryüzündeki var oluşuna anlam kazandıran en önemli değer veya kaynaktır. Ferdi bir tercih olan din, hayatı anlamlı ve yaşanabilir kılan temel değer kaynağı olarak, “Ben kimim, neyim, nereden geldim, nereye gidiyorum ve NİÇİN” sorularına tatminkâr cevap veren bir bilgi kaynağıdır. Din, doğru bir “Tanrı, Kâinat ve İnsan Tasavvuru” kazandırarak, insanın insanla, varlıkla ve Tanrı’yla olan ilişkilerini “Doğru, Güzel ve İyi” ölçüleriyle tayin ve tanzim eder.

                Bütün hukuk sistemlerinin olmazsa olmazları yani “Temel Değerleri” vardır ve bunları korumak üzere inşa edilmişlerdir. Hukuk sistemleri gibi dinlerin de “Temel değerleri” vardır. İslâm dininin asıl gayesi, insanları insanlıkta tekâmül ettirerek mükemmel hale getirmek (güven veren, güvenilir olan insan yetiştirmek), dünyada huzur içinde, güvenli bir hayat yaşamasını temin etmek, ahirette de ebedi saadete kavuşturmaktır. Her çağda insanların bu temel arzularını gerçekleştirip yaşatacak mükemmelliğe sahip olan İslâm dininin, ilk ve nihai gayesini gerçekleştirmek üzere ortaya koyduğu beş “Temel Değeri” vardır. 1) Hayatın/Canın korunması 2) Aklın korunması 3) Dinin korunması 4) Malın korunması 5) Namusun-Neslin korunması. (Gazâlî-Şatıbî) “Ey Peygamber! İnanmış kadınlar, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek, iyi işi işlemekte sana karşı gelmemek hususunda sana bey ’at etmeye geldikleri zaman, bey ’atlerini kabul et.”(Mümtehine/12) ayetinin, dinin beş temel değerine işaret ettiği kabul edilir. Ayette, bey ‘at yapılan beş temel değerin, “Aklın korunması” dışında, dört zaruri değeri ihtiva ettiği görülür. Bunlar: 1) Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak (Dinin korunması) 2)Hırsızlık yapmamak (Malın korunması) 3) Zina yapmamak (Namusun-Neslin korunması) 4) Çocukları öldürmemek (Hayatın korunması) 5) İftira etmemek (Irzın-İffetin korunması). Zaruriyyat olarak ifade edilen bu beş “Temel Değer”, günümüz insan hakları nazariyesinin âlemşümul, umumi geçerliliğe sahip ve “İnsan” merkezli değerler sisteminin de temelini meydana getirdiğini rahatlıkla ifade edebiliriz.

                Hayatın Korunması: Bütün varlıklar içinde insana çok ayrı bir değer veren Allah-u Teâlâ, insanı, yarattığı bütün varlıklardan üstün kılmıştır. Bu sebeple de insan hayatının korunmasını dinin temel değerleri arasına koymuştur. Hayatın korunması, insanın ruh ve beden bütünlüğünü koruma; ruhi ihtiyaçlarını, bedenin fiziki-biyolojik ihtiyaçlarını karşılamak, sağlığını korumayı ifade eder. Bununla birlikte insan hayatının güvence altına alınması, şerefinin de güvence altına alınarak, hürriyetlerinin baskı altına alınmaması gibi manevi değerleri de içine alır.

                “Kim, bir cana veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın (haksız yere) bir cana kıyarsa, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Her kim bir canı kurtarırsa bütün insanları kurtarmış gibi olur… (Maide/32) ayetinde haksız yere bir cana kıymanın büyük bir günah olduğu bildirilip sakındırılırken, bir canın kurtarılmasını da faziletli bir davranış olarak bildirip teşvik etmektedir. Hz. Peygamber (S.A.V) Veda Haccında bütün insanların “bu gün, bu ay ve bu belde nasıl kutsal ve masun ise, canlarınız, mallarınız ve ırzlarınız da öylesine masundur.” (Buhari Hacc 132) buyurarak, insanın yaşama hakkının dokunulmazlığına dikkat çekmiştir.

Aklın korunması: İnsanı diğer canlılardan ayıran en temel özellik olarak “AKIL”, Allah’ın insana verdiği en değerli nimetlerden biridir. Allah-u Teâlâ Kur’an da sürekli olarak insandan aklını kullanmasını ve onu korumasını istemektedir. Bu manada, “Ey akıl sahipleri, ibret alınız”, “Aklediniz, düşününüz”, “Hala düşünmez misiniz” gibi ifadelerle insana aklını kullanmasını ve aklın fonksiyonunu açıklamak suretiyle, aklın önem ve değerini sık sık hatırlatmaktadır. Akıl, varlığın sorumlu olabilmesinin yegâne ölçüsü olarak sadece insana verilmiştir.

                Aklın korunmasındaki maksat, “düşünme” yeteneğini zayıflatacak ve kaybettirecek davranış ve alışkanlıklardan uzak durulması ve akıl kuvvesinin güçlendirilmesidir. Bu gayeyi gerçekleştirmek için İslam dini, akıl sağlığını bozacak davranış ve alışkanlıklarla, bazı içecekleri yasaklamıştır: “Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir, bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz…” (Maide 90) ayetiyle içki içmeyi kesinlikle yasaklamış, Hz. Peygamber (S.A.V) de “Her sarhoş edici şarap (içki)dir ve her içki haramdır.” “Çoğu sarhoş eden şeyin azıda haramdır.”(Müslim-Eşribe 73, Ebu Davud- Eşribe 5) buyurmak suretiyle bu yasağı pekiştirmiştir. Aklın temel vazifesini yerine getirmesine engel olan “esrar, afyon, morfin, eroin vs.” gibi diğer uyuşturucular da bu hadis-i şeriflere göre “HARAM” kabul edilmiş uymayanlara şiddetli cezalar teklif edilmiştir.

                Malın korunması: İnsanın hayatında başkalarına muhtaç olmadan yaşamasını kolaylaştıran varlık ve eşyalara mal diyoruz. Mal, insan hayatında çok önemli bir yer ve değere sahiptir. Zira onsuz, dünyada hayatı sürdürmek neredeyse mümkün değildir. Kur’an birçok ayetinde maldan bahseder: “Bilin ki dünya hayatı bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir öğünme ve daha çok mal ve evlat sahibi olma isteğinden ibarettir.” (Hadid 20) buyrulurken, malın aynı zamanda bir imtihan vesile ve vasıtası kılındığından da bahsedir.

                Din, malın insan hayatındaki önemi ve harcadığı emeğe saygıyı esas alarak, mala yönelik her türlü saldırı ve tecavüzü yasaklamıştır. Faizin, hırsızlığın, kumarın yasaklanmasının hikmeti, bu açıdan bakıldığında daha da anlaşılır olmaktadır. Mal ve mülkün dokunulmazlığı ve her türlü tecavüzden korunması, bunu temin etmek için cezai müeyyideler getirilmesi, dinin yani Allah’u Teâlâ’nın, insan için malın önem ve değerinin bilinmesini, emeğe saygı duyulmasını temin ve tesis etmeye verdiği değerin anlaşılmasını sağlamaya yöneliktir. Din, malın tecavüzden korunmasını sağlamak için yasaklar koymuştur: “Allah, alışverişi helal, faizi haram kılmıştır.”(Bakara 275) “Batıl (haksız, haram) yollarla birbirinizin malını yemeyin.”(Nisa 29) “Ölçtüğünüzde ölçmeyi tam yapın, doğru terazi ile tartın. Bu daha hayırlı, sonuç bakımında daha güzeldir.”(İsra 35)

                Neslin korunması: Nesil, “Yaratma, çocuk, zürriyet” manalarına gelmektedir. Dünya hayatında huzurlu ve mutlu bir hayat, neslin devamı ve korunmasına bağlı olması sebebiyle, dini ve milli değerlerin yaşandığı sağlıklı bir yuva kurulabilmesinin temel şartı, neslin korunasıdır. Fıtrat kanununun gereği neslin devamı, üreme ve çoğalma iledir. Bu manada Allah-u Teâlâ: “Ey insanlar, sizi tek bir nefisten yaratan ve ondan da eşini halk eden ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan rabbinizden sakının.”(Nisa 1) buyurmaktadır.

                İslam dini, neslin devamı ve korunması için insanları evlenmeye yönlendirirken, evlilik dışı/nikâhsız ilişki ve beraberlikleri de yasaklamıştır. İslam, neslin korunmasını temin etmek için, öncelikle nikâhı emretmiş; şehvetin kontrolsüz ve her türlü kayıttan azade bir şekilde kullanılması manasına gelen evlilik dışı/nikâhsız bir araya gelme yolu olan zinayı da, zinaya götüren yollarıda yasaklamıştır. Zinadan caydırmak için ağır cezalar teklif etmiştir. Hz. Peygamber (S.A.V) maddi cezalarla birlikte manevi cezaların da olduğunu bildirerek, “zina esnasında zina eden kimsenin mümin olmadığı” uyarısında bulunmuştur.

                Allah-u Teâlâ insanları kadın erkek olarak farklı özelliklerde yaratıp, her birini diğeriyle huzurlu ve mutlu etmek için, aralarında gönül ve sevgi bağı koymak suretiyle, neslin devamını ve korunmasını “FITRİ BİR KANUN” la temin etmiştir. Bu fıtri kanunun, nikâh ve evlilik yoluyla disiplin altına alınmasını emrederek, kadın ve erkeğin “İFFET ve NAMUSU” nu, insanın “HAYSİYET ve ŞEREFİ” ni korumayı hedeflemiştir.

                Dinin korunması: Din insanın hiçbir baskı altında kalmaksızın hür iradesiyle yaptığı bir tercihtir. İnsanın hür iradesine göre yaptığı tercihe göre kişi, varlığı, bu dünyayı ve hayatı anlamlandırır. Bu anlamlandırmanın temel unsuru “Tanrı, Âlem ve İnsan” tasavvurudur. Bu tasavvurda iman, ibadet ve ahlak esasları vardır. İnsan hayatını bu esaslara göre tayin ve tanzim ederek bu dünyada güvenlik içinde, güven duyulan varlık olarak huzur ve mutluluk içinde yaşayabilir.

                Din bu dünyada fert ve toplum hayatını ilahi esaslara göre tanzim ederek bir anlam dünyası inşa eder. Bu sebeple din tercihinde hiçbir şekilde zorlama, baskı uygulanamaz. Her fert ve toplum dini inanışında hür olduğu gibi bu inancını öğrenme, öğretme, ifade edip, yaşama hususunda da hürdür.

                Hayatın ve aklın korunması, fert ve toplumların dinlerinin korunmasıyla çok yakından bağlantılıdır. Zira hayatını koruyamadığınız kişinin dinini koruyamadığınız gibi, aklını koruyamadığınız insanın dinini koruduğunuzu da iddia edemezsiniz. Çünkü aklı olmayanın dini de olmaz. Dinin muhatabı akıl sahibi olan insandır. Din, insana bu dünyaya ait birçok sorumluluklar yükler. Sorumlu olmanın yegâne şartı, olmazsa olmazı akıldır. Akıl sahibi kılınan tek varlık insan olduğu için bu dünyada sorumlu olan tek varlık da insandır. Din bu dünyayı inşa, imar, ihya ve ıslah etmek için vardır ve bu dünyada yaşanacaktır.

                Fert ve toplumların dinlerini korumak istiyorsanız, önce onların hayatlarını, akıllarını korumayı gaye edinmelisiniz. Bu gayeyi gerçekleştirmek için gereken her türlü tedbiri almak ve uygulamak mecburiyetindesiniz.

                Son söz olarak, İslam dini, bu temel değerleri gerçekleştirmek ve devamlı kılabilmek için öncelikli olarak insanın eğitimini esas alır. Mümin insanda bu temel değerleri koruyacak bir “ZİHİN DÜNYASI” inşa etmeye, inşa ettiği “ZİHNİYET DÜNYASI ”nda doğru, güzel ve iyi manada bir “Tanrı, Âlem ve İnsan Tasavvuru” meydana getirerek, insanı “Güvenilir”, güven duyan ve güven duyulan kişi olarak tekâmül ettirmeye çalışır. Kur’an ve Sünnet bütünlüğünde bütün emir ve yasaklar (İbadetler de dâhil) insanın tekâmülünü gerçekleştirmeye yöneliktir. Güven duyan ve güvenilen fertlerden meydana gelen toplum “GÜVEN TOPLUMU” olarak bu temel değerleri yaşayacak ve yaşatarak bu dünyada İslam dininin ilk hedefi olan insanın huzur ve mutluluğunu temin ederken, nihai hedefi olan kurtuluşunu da sağlayacaktır.

                Dinin temel değerlerinde, ilk ve nihai gayesinden anlıyoruz ki; Din bu dünyada yaşanma, bu dünyayı insan için huzur ve mutluluk içinde yaşanabilir kılmak içindir. Allah-u Teâlâ ve Peygamberinin müminden ve bütün insanlardan beklediği ve istediği: güvenilir insan olması, güven toplumunun tesis edilmesi, insanların bu dünyada güven içinde, huzurlu ve mutlu yaşamalarını temin etmek için bütün gücüyle, sabırla, ısrarla, yorulmadan çalışmasıdır. Yarının “GÜVEN TOPLUMU” nu inşa edecek güvenilir yiğitlere selam ve dua ile…

Bir yanıt yazın