Ardı arkası kesilmez haberlerin değişmeyen tek tarafı yine bir yerlerde ateşlerin düşmesiydi ocaklara; patlamalar, saldırılar dinmek bilmiyordu. Sıkıntılıydı Ömer Astsubay, son olarak 29 Haziran akşamı Atatürk Havalimanı’nda bir eylem gerçekleşmişti. Bir anda kırk beş masum insanın can vermesi, yirmi yıllık Özel Kuvvetler mensubu bir askerin soğukkanlılığını dâhi sınayabiliyordu. İki sene sonra emekli olacağını bilmek daha önce hiç bu kadar ağır gelmemişti; vatanın vatan savunmasına ihtiyacı vardı.

Son yurtdışı görevi olan Afganistan’a birlikte gittiği Tuğgeneral Semih Terzi ve 1996’da bordo bereli olduktan sonra 99 yılında astsubaylığa terfi olmasının bizzat önünü açan Korgeneral Zekai Aksakallı’nın, yakın günlerde hayatında kesişeceğini bilemezdi elbet. Zaten memleketin sancılı hâli yeterince canını sıkıyordu onun. Kendisi için olmasa da eşi ve çocukları için, anası babası için hayalleri vardı Ömer Astsubayın. O günlerde Ankara’dan ilgilenmeye çalışıyordu bu işlerle. Düşüncesi, köyüne bir ev yaptırıp emekliliğinden sonra çok sevdiği doğayla iç içe yaşamaktı bu evde ailesiyle; babasıyla daha fazla ilgilenmek istiyordu.

Hayallerini gerçekleştirmek üzere 4 Temmuz’da, aynı zamanda ortaokul arkadaşı olan Çukurkuyu (Bor / Niğde) Belediye Başkanı İleri Koçak’a telefon etti. Ruhsat konusunda danıştı belediye başkanı arkadaşına; o da gerekli prosedürün halledilmesi konusunda yardımcı olacağını iletti. Hemen o günlerde attırdı evinin temelini; üç dört gün sonra da bizatihi gitti memleketine. Yaklaşık iki buçuk sene önce ordudan ayrılmış olan, Ömer Astsubayın Kuzey Irak ve Şırnak’ın çeşitli bölgelerinde iki yıl beraber görev yaptığı silah arkadaşı Abdullah Çelik, o sırada Çukurkuyu Belediyesi’nde çalışıyordu. Ankara’ya dönmeden önce arkadaşıyla da hasret giderdi, sohbet ettiler. “Bir eğitim var; uzun sürecek, altı aylığına gideceğim.” Dedi, Abdullah’a. Yaşça büyüktü Abdullah’tan, kendisine ağabey diye hitap ederdi o. Yine öyle oldu; Abdullah, Ömer Astsubaya “Aman Ağabey ne gereği var? Emekliliğin de yaklaştı, gençler gitsin; hem sen alacağın bütün eğitimleri aldın.” diye cevap verdi. Belli etmedi ama bu cevap hoşuna gitmemişti Ömer Astsubayın, Abdullah’ın niyeti samimiydi, onu düşündüğü için böyle demişti ama halis bir Türk askerinin demir gibi iradesi karşısında geçerliliği yoktu bunun. “Olmaz!” dedi, “Dünyada ilk defa veriliyor bu eğitim, kesinlikle katılmam lazım…”

Yapımını başlattığı eviyle ilgili gelinen noktayı tekrar bir gözden geçirdikten sonra annesi (Fadimana Halisdemir) ve babası (Hasan Hüseyin Halisdemir) ile görüşüp Çukurkuyu’dan ayrıldı. İki gün sonra yine evle ilgili Abdullah ile görüştüklerinde bir cuma günüydü, takvimler 15 Temmuz 2016 tarihini gösteriyordu. Haftanın son günü, mesai saatlerinin sonuydu ama Ömer Astsubay, geçen iki gün içinde halletmiş olacak ki babasını arayıp kredi çektiğini söylemişti. O akşamın, birkaç saat sonra herhangi bir akşam olmadığını anlayacaktı, herkes gibi Ömer Halisdemir’in babası da, telefonu çaldı; yine herkes gibi her şeyden habersiz balkonunda oturuyordu. Buhranlı bir hâli, sesi vardı Ömer Astsubayın, içinde kendisinin de neye yoracağını bilemediği sıkıntı istemese bile konuşmasına yansıyordu; babasından müsterih olması gerektiği öğüdünü aldı. Bu bahsi uzun tutup babasını üzmek de niyeti değildi zaten, sadede geldi. “Evin masrafları için banka kredisi aldım, bir gelip gideceğim yine, bugün nöbetim var; cumartesi yola çıkar, pazar da gelmiş olurum, komutanımdan bir günlüğüne izin aldım; salı günü döneceğim, çarşamba yurtdışı görevim olacak.” Dedi. Asker babasına hiss-i kable’l vuku olması zor bir durum değildi; oğluna, “Yolda kaza falan olur gelme!..” demişti. Ömer Astsubay, çarşamba çıkacağı görevini kastederek “Baba yola çıksam daha iyi, altı ay dönemeyeceğim; vazife uzun.” diye yanıtladı babasının arzusunu. Altı aylık yokluğundan önce hem onları yeniden görmek istiyor hem de gelmişken altı ayda kendisinin gerekebileceği işler için evle ilgilenmeyi düşünüyordu kısa sürede de olsa.

Telefonu kapattı ve o akşamki Özel Kuvvetler Komutanı makamında koruma nöbetçiliği görevi için karargâha geçti. O sırada komuta kademesinden önemli isimler, Korgeneral Zekai Aksakallı da olmak üzere Tümgeneral Burhanettin Aktı’nın kızının Gazi Orduevi’ndeki düğününe iştirak etmişlerdi. Bazı şeylerin ters ve olağandışı gittiğini düğün öncesinde ve sırasında anlamaya başlayan ilk kişi Zekai Paşa oldu. Düğünde takdim edilmesi gereken hediye çekinin önce katılımcılar arasında en rütbeli sizsiniz diye kendisine verileceği söylenmiş sonra Kara Kuvvetleri Komutanı’nın da katılacağı söylenip verilmemişti, daha sonra Kara Kuvvetleri Komutanı’nın katılamayacağı bilgisi geldiği için çeki taktim etmek üzere tekrardan Zekai Paşa’ya talimatta bulunulmuştu. Düğüne varıldığında ise kendisinden daha rütbeli pozisyonda olanların da bulunduğunu gören Zekai Paşa, oturma planının teamüllere uygun olmadığını da görünce giderek kuşkulanmış, huzursuz olmuştu. Gün içinde Genelkurmay Karargâhındaki toplantı esnasında da önlerine not bırakılması sonucu sırasıyla toplantıyı terk eden Genelkurmay İkinci Başkanı ve Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı ile de bir daha görüşememişti kendisi. Hediyeyi takdim ettikten sonra orduevinden ayrılmıştı eşiyle, saat dokuz buçuğu geçiyordu.

Korgeneral Zekai Aksakallı için dönüş epey meşakkatli olmuştu ve bu durum, onun gün boyu duyduğu kaygıların anlamlandırılmasını sağlamıştı. Henüz orduevinden yeni ayrılmışlardı ki kimlikleri ilk anda tespit edilemeyen kişiler siyah bir minibüs ve gri bir araba vasıtasıyla kıskaca almışlardı Zekai Paşa’nın aracını. Nihayetinde o da bir bordo bereliydi; bir şekilde o kıskaçtan kurtulmayı başarmış, yakınlardaki bir polis merkezine gelmişlerdi. Darbe teşebbüsü ayyuka çıkmıştı, Zekai Paşa Özel Kuvvetler Komutanlığını garanti altına almak istedi; hemen Özel Kuvvetler Nöbetçi Amiri Yarbay Ümit Koçak’ı arayarak tüm giriş ve çıkışların kapatılıp kesinlikle içeriye kimsenin alınmamasını emretti. Korgeneral Aksakallı, bu talimatın yeterli olmayacağını tahmin etmişti; o anlarda TRT’de okunmuş olan sıkıyönetim bildirisine uymak isteyecekler olabilirdi. Vakit kaybetmeden Kurmay Başkanı Erdinç Kocayanık ile Okul Komutanı Ömer Faruk Bozdemir’i aradı ve onlara emir komutaya hâkim olmaları talimatını verdi. Eve geçmeyi başaran Zekai Paşa, o esnada yanına gelen koruma astsubayı Makbul Uluğ aracılığıyla da telefon trafiğini sürdürerek ulaşabildiği generallere durumun vahametinden bahsedip emir ve görüşlerine devam etti. Sıkıyönetim mesajlarınca yerine Tuğgeneral Semih Terzi’nin geçtiği bilinse de başta güvendiği isimlere bunun gerçekdışı olduğunu söylüyordu. Bu sırada Irak bölgesinden sorumlu bir tuğgenerale ulaşıp Semih Terzi’nin sorumluluğunda olan birliklerin emir komutasını almasını isteyen Korgeneral Zekai Aksakallı, bu emrin uygulanmadığını ve hatta bir süre sonra Diyarbakır 12. Tabur Karargâh Subayı Yüzbaşı Fatih İpek’ten Terzi’nin emrindeki iki tim ile Ankara’ya hareket ettiğini öğreniyordu. Ankara’da ordu erkânının bulunduğu yerler helikopterlerle devamlı ateş altında tutulduğundan Zekai Paşa bir türlü Özel Kuvvetler Komutanlığına geçemiyordu, yerinin tespit edilmesi tehlikesine karşılık oturduğu sitede başka bir dairede kalan arkadaşına geçmişler orayı karargâh olarak kullanıyorlardı. Korgeneral Aksakallı, bir kez dolaylı bir kez de doğrudan Semih Terzi ile iletişime geçmiş onun Ankara’ya ulaştığını, o sıralarda Etimesgut Özel Hava Alayında bulunduğunu değerlendirmişti.

Dışarıda bunlar yaşanırken Özel Kuvvetler Komutanlığında da yeterince kargaşa oluşmuş, emir komuta belirsizliği karargâha hâkim olmuştu; saat gece ikiye geliyordu. Astsubay Kıdemli Başçavuş Ömer Halisdemir, Genelkurmay Özel Kuvvetler Komutanı Korgeneral Zekai Aksakallı ile toplamda sekize ulaşacak olan telefon görüşmelerinden ilkini gerçekleştiriyordu. Korgeneral Aksakallı’nın, “Albay Ümit Bak ve Yarbay Mehmet Ali Çelik’i takip et, fırsat bulursan da etkisiz hâle getir.” demesi üzerine, Kıdemli Başçavuş Halisdemir, “Ümit Bak şu anda odasında; korumalı vaziyette.” şeklinde bir bilgi geçti. Bunun gibi birkaç telefon görüşmesi daha olduktan sonra, Zekai Paşa, Ömer Astsubay ile son kez iletişime geçiyordu. Terzi’nin karargâha gelerek Özel Kuvvetler Komutanlığını ele geçireceği bilgisinin alınması üzerine gerçekleşen bu görüşmede Korgeneral Zekai Aksakallı’nın, en güvendiği askerlerinden biri olan Kıdemli Başçavuş Ömer Halisdemir’e emri netti; saat gece üç sularıydı.

KZA: – Başçavuşum…
AKBÖH: – Emredin Komutanım!
KZA: – Sana vatanımız ve milletimiz adına tarihî bir görev veriyorum.
AKBÖH: – Emredersiniz Komutanım!
KZA: – Tuğgeneral Semih Terzi biraz sonra oraya gelecek; o vatan haini isyancıyı, karargâha girmeden öldür.
AKBÖH: – Baş üstüne Komutanım!
KZA: – Bunun sonunda şehadet var Başçavuşum, seninle yirmi senelik beraberliğimiz oldu; hakkını helâl et.
AKBÖH: – Helâl olsun Komutanım! Siz de helâl edin…

Zekai Paşa, o anda sadece Semih Terzinin öldürülmesi talimatını vermiyordu; Ömer Astsubaya şehit ol diye emrediyordu. Bir an bile düşünmedi Başçavuş Ömer Halisdemir, karargâhtan çıkarak girişi görebileceği biçimde bir ağaçlığın arkasında kamufle oldu. Çok geçmeden Özel Kuvvetler Komutanlığının harekât merkezinin bulunduğu Gölbaşı’na helikopterle inen Terzi ve beraberindekiler, karargâh girişinde belirdiler. O esnadaki ilk hengâmeyi avantaja çevirmesi gerektiğini çok önceden planlayarak yerini almıştı Ömer Astsubay, zerre tereddüt etmeden kalabalığın arasına daldı ve ilk fırsat doğar doğmaz tabancasını belinden çekti; iki el ateş edip Semih Terzi’yi alnının çatından vurarak yere serdi. Terzi’nin yanındaki gözü dönmüşler ise 21. Yüzyılın Kür Şad’ı Ömer Halisdemir’in bulunduğu yöne doğru yaylım ateşinde bulunarak kahraman askeri şehit ettiler. Özel Kuvvetler Komutanlığında nöbetçi subay olarak görev yapan Volkan Vural Bal, Korgeneral Aksakallı’nın koruma astsubayı Makbul Uluğ’u arayarak Semih Terzi’nin Ömer Halisdemir tarafından vurulduğunu ve GATA’ya götürüldüğünü aktarıyordu. Bunun üzerine Zekai Paşa, GATA Kurmay Başkanı Albay Muammer Alper’i aradı; oraya gelenlerin tutuklanması talimatını verdi.

Darbe teşebbüsü gece boyunca verilen mücadeleyle püskürtülmüş, Genelkurmay Özel Kuvvetler Komutanı Korgeneral Zekai Aksakallı, ancak saat sabah on civarı karargâha gelebilmişti. Zekai Paşa, karargâhın önünde gözaltına alınmış darbeci askerleri gördü; onları derdest eden askerlerine ve karargâh önünde toplanmış olan rütbeli personeline topluca bir teşekkür konuşması yaptı. Karargâhın girişindeki beton zeminde Şehit Astsubay Kıdemli Başçavuş Ömer Halisdemir’in cansız bedeni, üzerinde bir örtüyle yatıyordu. Korgeneral Aksakallı, oraya doğru ağır adımlarla yöneldi; örtüyü kaldırdı ve şehidin alnından öptü.

Zekai Paşanın ne zaman ki değdi dudakları Ömer Astsubayın soğuk alnına, 2225 senelik geçmişe sahip Türk Kara Kuvvetlerinin bugüne kadar can siper etmiş bütün neferlerinin adeta korosu duyuldu; bu nizamî sesi ise yalnızca gelecekte şehadet şerbeti içecek nefesler duydu.

İnsan büyür beşikte;
Mezarda yatmak için.
Ve
Kahramanlar can verir!
Yurdu yaşatmak için…
(Hüseyin Nihal Atsız / Kahramanların Ölümü)

Bir yanıt yazın