Sevgili Kardeşim sana biraz kendinden bahsetmek istiyorum. Sen her gün aynaya bakarken aslında iki varlığı iki kimliği seyrediyorsun. Birincisi aynada gördüğün zaman genellikle hoşuna giden, zaman zaman da kusurlar bulduğun, değişiklikler yapmayı arzu ettiğin fiziksel kimliğin. ikincisi ise fiziksel kimlikten çok daha derinlerde seni sen yapan kişilik diye tabir ettiğimiz ruhsal kimliğin.

Bugün yaşadığın sosyal çevrede arkadaş ortamın içerisinde eminim ki benim çevremde de olduğu gibi fiziksel kimliğin daha ön plandadır. Giydiğin gömlek, kullandığın parfüm, saatin, ayakkabın, makyajın ya da saç şeklin üzerinden kendine bir kimlik bir kişilik oluşturmuş olma ihtimalin çok yüksek. Çünkü devir cilalı imaj devri. Lakin şunu bil ki sen de, ben de bu görüntüden bu markalardan ibaret değiliz.

Biz aslında tarihin bugüne kadar görmüş olduğu en kaliteli en popüler, en marka kimliği taşıyoruz; TÜRK KİMLİĞİ.

Sen aynaya bakınca milyonlarca kızıl deriliyi katletmiş bir Amerikalı akranının utancına, ya da Afrika’da milyonlarca siyahi yerliyi sömürmüş, kadın çocuk demeden köleleştirmiş bir Fransız’ın, Belçikalının ya da İspanyol’un tarihinden yüzüne vuran kirli kana; Çin’de, Hindistan’da, Afrika’da yüzlerce yıl zulüm ile payidar kalmış bir İngiliz’in kirli yüzüne bakmıyorsun.

Sen aynaya bakınca Âdem Peygamberden bugüne kadar gelmiş geçmiş bütün Peygamberlerin getirmiş olduğu İlahi tek tanrılı dine inanmış ve bu dinin emrettiği adaleti yaymak için 80.000.000 Km2 olan Dünya Coğrafyasının 40.000.000 Km2 sine adaletle hükmetmiş, tarihi boyunca domuz eti yememiş, köle alıp satmamış, sömürmemiş Türk Milletinin bu anda bu coğrafyada yaşayan ete kemiğe bürünmüş haline bakıyorsun.

Muhtemelen bu söylediklerim sana çok yabancı geliyordur. Aynaya baktığında bu milletin yaşayan canlı bir numunesi olmanın gururunu hissetmiyorsundur. Ben de aynı senin gibiydim. Bu nedenle üzülme. Bunun sorumlusu sen değilsin. Sorumlu benim, sorumlu annen, baban, öğretmenlerin. Sorumlu seni bu fizik bedenle sınırlı, marka sömürüsüne hapseden sistem. Çünkü senin böyle olman gerekiyor. Sen ne kadar öncelikli olan benim; benim isteklerim, benim hazlarım, benim menfaatlerim dersen o kadar bugünkü dünya düzeninin devamının garantisi olan tüketici insan şablonuna uygun bir varlık olursun.

Bugün senden beklenen tüketmen, sorgulamaman, itaat etmen, bu tüketim çılgınlığını devam ettirebilmek için hayatını satman. Öyle ya şu anda lisede veya üniversite de okuyorsun. Senin bir an önce okulunu bitirip bir işe girip orda elde ettiğin gelirle umarsızca tüketmen gerekiyor. Evinde gardırobun dolup taştığı halde yeni pantolon ve ayakkabılara devamlı yer açman gerekiyor. Elindeki telefonun 3 ay sonra bir üst modeli çıkınca hemen değiştirmen gerekiyor. Daha fazla ve konforlu tüketebilmek için devamlı bir yarış ve bir koşuşturma içinde bir an olsun şu en meşhur fakat doğru cevabı en az bilinen soruları sormaman gerekiyor: Ben kimim?   Ne için bu hayattayım?

Sistem sen bu soruları sorma diye aklının ermeye başladığı günden beri seni çizgi filmler, filmler, diziler, yarışma programları, spor programları, bilgisayar ve telefon oyunları, sosyal medya programları ile meşgul ediyor. İnanmıyorsan bir düşün hiç bu soruyu kendine sordun mu diye. İnanmıyorsan bir hatırla en son ne zaman seni bu rüyadan uyandıracak bir kitabı eline alıp sayfalarını karıştırdın diye!!!

Sanırım artık biraz olsun inanmaya başladın!!

Bu soruları kendine sorduğun zaman eminim ki verdiğin cevaplar seni tatmin etmemiştir çünkü beni de tatmin etmemişti. Peki, sistem neden bu soruların üstünü örtmeye çalışıyor? Çünkü bu soruları soran kişinin ağzının tadı kaçar. Yediği lokmalar bir bir boğazına düğümlenir. Sorgulamaya araştırmaya başlar. Sonrasında da bilgi sahibi olup kendisini bu duruma mahkûm eden sistemi değiştirmeye çalışır.

Şimdi dilim döndüğünce sana bu soruları cevaplamana yardımcı olacak bazı ipuçları vereyim.

Sen TÜRKSÜN!!!!

Türk nedir? Türk bir soy ismi midir, yoksa bir kan bağı birlikteliği midir? Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Kırgız bunlar aynı şeyler midir, yani sen bu mozaik zemini oluşturan parçalardan biri misin?

Türk aslında her gün televizyonlarda  seyrettiğin o Ağa dizilerinde zulmeden ağanın yanındaki marabalara söylediği; kendi kız kardeşini öldüren bıçkın delikanlıların  silahı sıkarken söylediği, kan davalarını körükleyen adeta cehaletle ilgili ne kadar negatif unsur varsa içinde barındıran şu cümle ile çok ilgilidir: TÖRE BUNU EMREDİYOR!!!! Hakikaten töre bunları mı emrediyor? Cehaleti, zulmü, kan davasını, çok eşliliği.

Cevap: Asla!!! Töre nedir biliyor musun?  Töre Gök tanrının türettikleri için koyduğu nizamın adıdır. Yani senin atalarının kurmuş oldukları onlarca devleti kurarken referans aldıkları, medeniyetleri tesis ederken gözlerine sürme çekip gönüllerine nakşettikleri değerler sisteminin adıdır.

Peki, Töre gerçekte neyi emreder? Töre ilk olarak Adaleti emreder, ilim sahibi olmayı ve insanları özgürleştirmeyi emreder. Tüm dünyaya, tabiata saygıyı emreder. Neden biliyor musun? Çünkü tüm kâinat, tabiat ve insan töreyi koyan Gök Tanrıdan bir öz taşır. Bu öze de KUT demişler. Tanrısal bir öz taşıyan varlığa nasıl olurda zulmedersin, ya da tanrısal öz taşıyan tabiatı nasıl olur da kirletir yok edersin? 

İşte senin ve benim atalarıma bu İlahi nizama yani Töreye bağlı oldukları için TÜRK yani TÖREYE BAĞLI kişi demişler. Yani Türk bu anlamda bir kan bağı, soy bağı ya da coğrafi bir birliktelik değil bir inanç bağını ifade eden bir kelimedir. Bu nedenle hangi soydan gelirse gelsin kim kendi varlığını Töre ile ifade etmiş ise Türk kabul edilmiştir.

İyi de o zaman aklına şu soru gelmiyor mu: Atalarımız için Şamanist’tir diyorlardı. Suya dağa, taşa taparlardı deniyordu. Bu Töre de nereden çıktı? Atalarımız neye inanıyordu?

İşte senin, ben derken tarihten aldığın o gururu yerle bir etmek için kurulan ilk tuzak bu meseledir kardeşim. Çünkü ait olduğun milletin bugün yaşayan canlı bir hücresi olarak senin gözünde milletini, tarihini inançlarını değersizleştirirler ise bugün kimliğini inşa etme sürecinde olan sen, aynaya baktığında arkanda Cesaret ve Fedakârlık timsali olarak Çin sarayını basan Kürşat’ı; Açları doyurdum, çıplakları giydirdim. Yoksul milleti zengin kıldım diyen Bilge kağanı; Malazgirt te Ordusunun başında Cuma namazı kılan Alparslan’ı, dervişleriyle tüm Anadolu’yu ve balkanları ihya eden Hoca Ahmed yeseviyi, Çanakkale de tarihi değiştiren Seyit Onbaşıyı ya da ODTÜ de imanı ve davası için Şehit olurken davasından zerre taviz vermeyen Dursun Özkuzu’yu göremezsin kardeşim. Görebileceğin, akşam Burger Kingde yemek yemeyi hayal eden, Iphone alamadığı için üzülen, tek başına, yapayalnız, değersiz bir tek sen olursun!!!

Atalarımız neye inanıyordu sorusuna gelince; Genç kardeşim atalarımız tarihin hiç bir döneminde Şamanizm denilen bir dine inanmadı. Çünkü gerçek manada Şamanizm diye bir din hiç olmadı. Şamanizm konusunda ünlü yazar Mirca Eliade ŞAMANİZM adlı eserinde şöyle diyor: Şamanizm sistematik bir din değildir. Merkez bir kavramı yoktur. Sihir, büyü, medyumluk karışımı ortak bir külttür.

Bu demek ki; tarih boyunca birçok coğrafya da ortaya çıkmış ve bugün dahi etrafımızda karşılaştığımız üfürükçü, muskacı hocaların bir takım benzerlerinin tarih boyunca genel adıdır. Zaten şöyle bir tarihe baktığımızda Orta Asya’da birçok devlet kurmuş medeniyet inşa etmiş bir milletin inanç sistemine Şamanizm demek Nostradamus’a bakarak bütün Katolik Avrupa devletlerini Şamanist olarak görmekle veya Rasputin ’e bakarak bütün Ortodoks âlemi Şamanist görmekle veyahut ta Medyum Memiş ’e bakarak bütün İslam dünyasını Şamanist görmekle aynı anlama geliyor. Ancak burada kabahatin büyüğü biz de çünkü biz daha 50-60 yıl öncesine kadar kendi tarihimizi batılı bilim adamlarından öğreniyorduk. Haliyle son derece bilimsel bir şekilde tarihimize sövercesine bizi şaman olduğumuza ikna ettiler.

Peki, atalarımız Şamanist değil ise neye inanıyorlardı? Bu soruya doğru cevap verebilmek için elimizdeki yazılı ilk kaynaklar olan Orhun kitabeleri Yusuf Has Hacib tarafından yazılan Kutadgu Bilig adlı eserler incelendiğinde çok şaşırtıcı bir durumla karşılaşıyoruz. Şöyle ki bize yıllardır din derslerinde öğrettikleri Allah’ın 99 Güzel özelliğinin (Esma-ül Hüsna) çok büyük bir kısmı Türk’ün inandığı Gök Tanrı’da da var. Buradan çok net bir şekilde şunu söyleyebiliriz. Allah Teâlâ Peygamber göndermediği kavme azap etmeyeceğini söylüyor. Demek ki Türklere de tarihin bir döneminde bir peygamber geldi ve bu peygamber Âdem’den bu yana gelen tüm peygamberlerin bildirdiği tek din olan tevhit dinini Türklere de bildirdi. Bu dinin Türk dilinde ki tanrısının ismi de Gök Tanrı olarak geçmekteydi. Yani senin anlayacağın sevgili kardeşim, biz İslamiyet öncesi yine tek tanrılı bir dine inanıyorduk, ancak nasıl ki kullandığın telefonlarda işletim sisteminin yeni bir sürümü çıktığında eski sürümün üzerine onu kurduğun gibi, Allah Teâlâ son peygamberi vasıtasıyla bugüne kadar göndermiş olduğu tek din olan İslam’ın da yeni sürümünü göndermiş oldu ve Türk toplulukları zaman içerisinde bazen toplu olarak bazen de parca parça bu dini kabul edip hayata geçirdiler.

İste Türk kelimesi İslamiyet öncesi sosyal hayatta kendini Töre ile gösteren bu Gök Tanrı dinine inanan toplulukların ortak adıdır. Türk ismi tarihin hiç bir döneminde kan bağı veya bugünkü manada Fransız ihtilali sonrası belirginleşen Nasyonalite anlamında kullanılmamıştır. Tarihte adı Türk olan bir tek boy yoktur. Çünkü soy bağı boy adlarından bakılır. Türklük ise bir inanç ve medeniyet ülküsü bağlılığı anlamını taşır.

O nedenle bugün Boşnak, Kıpçak, Hazar, Başkurt, Çerkez, Laz ve Kürt kardeşlerimizin hepsi bizim gözümüzde Türk’tür. Çünkü onlar 1000 yıldan fazla bir süredir bizimle birlikte Türk Müslümanlığı ile Türk kültürü ile yoğrulup kıvam tutmuşlardır.

Soy bağı ve kan bağı ve etnisite üzerinden Türklüğü tarif etmek bize büyük zarar verir. Bu nedenle etrafında kendini Türk Milliyetçisi olarak tarif etmekle beraber Türk kelimesini kan bağı, soy bağı, ırk anlamında kullanan arkadaşların varsa onları güzel bir üslup ile uyar. Bu anlayışın bu devletin temellerine dinamit koyduğunu ve Türklüğü milletten bir alt sosyolojik segment olan etnisiteye hapsettiğini bilsin.  Ayrıca etrafında Türk, Kürt, Laz, Çerkez kardeşlerimizle 1000 yıldır beraber yaşıyoruz, necip milletimiz gibi cümleler kuranlara da şunu söyle. Ankaralılar, Fenerbahçe taraftarları, Hanefiler, Nakşibendiler, Huzur sitesi sakinleri ve sanat müziği sevenler 1000 yıldır beraber yaşıyoruz cümlesi ne kadar doğru ise sizin bu sözleriniz de o kadar doğrudur. Çünkü Türklük saydığın tüm alt sosyolojik birimleri: Kürt, Laz, Çerkez, Oğuz, içine alan bir Milletin adıdır.

Türk’ün İslamiyet öncesi hayatına ait bir kaç önemli konunun da altını çizmekte fayda görüyorum. Bize yıllardır Türklerin bozkırda konargöçer bir hayat yaşayan, adeta medeniyetten uzak yabaniler olduğu anlatıldı, ancak bu cümlede yukarda bir kaçına değinmeye çalıştığım Türk kimliğine suikast girişimlerinden birisidir.

Yerleşik hayat süren şehirler kuran Türk topluluklarının olduğunu birazcık tarih bilgisi olan zaten bilir, ancak bu bilgiden yoksun olanların göçebeliğin bile ne kadar büyük bir organizasyon gerektirdiğini az çok tahmin edebiliyor olması lazım. Sayıları binleri bulan çadırların, yılda iki defa yer değiştirmesi, sayıları on binlerle ifade edilen at ve koyun sürülerinin sevk ve idaresi, bakımı, meralara yayılması, çoğaltılmasının ne kadar büyük bir organizasyon kabiliyeti, disiplin ve bilgi beceri istediğine varın siz karar verin.

Eğer tam olarak ikna olmadınız ise bir de bizim dışımızda kaynakların bizim hakkımızda ne söylediklerine bir bakalım. Toshihiko İzutsu isimli ünlü düşünce tarihçisi LAO-TZU, Taoculuğun Temel kavramları kitabının girişinde bu eserin dönemin TÜRK hanedanı tarafından halkın yetiştirilmesi ve hanedanın görüşlerinin sistemleştirilmesi için talimat verilerek yazdırıldığını söylüyor. Yine bir ilginç not da Eberhart isimli Alman Türkolog’unda karşımıza çıkıyor. Eberhart, Konfüçyüs’ün bütün fikirlerinin Kuzeydeki Türk kavimlerden alındığı ve Konfüçyüs’ün Türklerin devlet felsefesini yazdığını ayrıca annesinin de bir Türk olduğunu ifade ediyor.

O yüzden genç kardeşim kafanda ki otlaklarda aylak aylak gezen Bozkır Türkü siluetini at. Senin ceddin Orta Asya’da iken çok ciddi bir devlet felsefesine sahip, ordu millet geleneğini tarihe yazmış ve kendi devlet ve siyaset kültürünü diğer milletlere ihraç etmiş bir millettir.

Bugün ki sohbetimiz burada noktalayalım. Bir sonraki sohbetimizde dinimizin yeni sürümü olarak da tarif edebileceğimiz İslamiyet ile tanışmaya ve sonrasında oluşan TÜRK MÜSLÜMANLIĞI ’na değineceğiz. İslamiyet Allah’ın indirdiği tek din iken bu TÜRK MÜSLÜMANLIĞI ‘da nereden çıktı. Müslümanlığın TÜRK ’ü, Arap’ı, Fars’ı mı olur diyorsanız bir sonraki sayımızda sizi sohbete bekliyoruz.

Tanrı Türkü korusun ve yüceltsin.

Bir yanıt yazın