Başlıktaki soruya doğru cevap verebilmek için;
A) Türk Milliyetçiliği Irkçılık temeline dayanan bir dünya görüşü müdür?
B) Türk Milliyetçileri arasında ırkçı var mıdır, sorularını da ayrıca cevaplandırmak gerekir.
Türk Milliyetçiliğinin tarihi, bir yaşama tarzı ve birleştirici bir duygu olarak, Milletimizin tarihi ile yaşıt sayılabilir. Ancak, yeniçağlara uygun bir anlayış içinde, sistemli bir fikir hareketi olarak ortaya çıkması, İkinci Meşrutiyet yıllarında başlamıştır; öncüsü de, ittifak denebilecek bir çoğunlukla kabul edildiği üzere, büyük Türkçü Ziya Gökalp’tir. Türk Milliyetçiliğinin, antropolojik manada ırkçılık temeline dayanmadığının kesin belgesi de Gökalp’in ırk konusundaki fikirleridir. Gökalp “Türkçülüğün Esasları” adındaki ünlü eserinde, “Millet Nedir?” konusuna cevap ararken şöyle diyor: “Irk, meşavil fennin istilahlarındandır. Hayvan nev’ini teşrihe yarar. Kablel tarihte (tarihten önceki devirlerde) saf ırkın bulunması şüpheli olduğu gibi, asırlarca yapılan muharebelerin, temessülleri neticesinde bugünkü âlemde arı ırk aramak abestir. Kaldı ki; ırk içtimai hasletlere tesir icra eden bir unsur değildir. Milleti yalnız ırk esası üzerine kurmak, menşei meçhul bir tesadüfe terk etmek olur. Hele asırlardır milliyet devrini yaşayan, muhtelif devletler kurarak Millet vasfını mükerreren kazanmış olan Türk Milleti için ırk, yalnız başına Milleti tavsif ve tarif edemez.”
Irkçılık temeline dayanmayan Türk Milliyetçiliğinin hangi temellere dayandığını, konumuzu aydınlatmağa yarayacak bir ölçüde, anlatmağa çalışacağız.
Tarih Anlayışında Milliyetçilik
Türk Milliyetçiliğinin sistemleştirilerek belli ölçülere bağlanmasından önce, milletimizin toplu tarihinden daha çok, ayrı ayrı devletlerin tarihine önem veriliyordu. Diğer bir söyleyişle, her Türk Devleti kendi tarihini büyütüyor, başka Türk Devletleri’nin tarihini küçümsüyordu. Türk Milliyetçileri, tarihimizi kesintisiz bir bütün olarak değerlendirmişlerdir. Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihine nasıl bakmışlarsa, Selçuk tarihine, Karahanlılar tarihine, Göktürk Kağanlığı tarihine ve Hun tarihine de öyle bakmışlardır. Zaferlerimizle övünmek, mağlubiyetlerimize acınmak açısından baktığımızda, kahramanlarımızı ve bütün Milli değerlerimizi benimsemek yönünden incelediğimizde, destanlar döneminden günümüze değin tarihimizi engin bir sevgi ile kucaklamış, herhangi bir çağı diğer çağdan ayırmamışızdır. Türk Milliyetçiliğinin ilk yıllarında, bozulmuş bulunan dengenin yeniden kurulması için, Osmanlı İmparatorluğu’ndan önceki Türk tarihinin, özellikle İslamiyet’i kabul etmemize kadar geçen sürenin değerlendirilmesine daha fazla emek harcandığı doğrudur. Yine aynı sebepten ötürü, dengenin bir başka şekilde bozulmasını önlemek gayesi ile Osmanlı İmparatorluğu çağının yeniden önem kazandığı da bilinen bir gerçektir.
Dil Anlayışında Milliyetçilik
Türk dili, tarihimizin Müslümanlık sonrası bölümünde, İslam kültür dairesinde girişimizin kaçınılması belki de imkânsız mecburiyetleri yüzünden, Arapça ve Farsçadan alma kaide ve kelimelerle asla tabii bir gelişme sayılmayacak bir ölçüde bozulmuş; kaynağından, aslının bulunmasını güçleştirecek kadar uzaklaşmıştır. Daha kötüsü, günümüzdekine benzer taklitçi bir aydınlar azınlığı tarafından küçümsenmiştir. Ayrıca, Millet çoğunluğunun konuştuğu dille yazı dili, normal karşılanabilecek tutarsızlık sonucu, çok farklılaşmıştır. İşte, başta Gökalp ve arkadaşları olmak üzere, Türk Milliyetçileri, Türk dilinin gerçek değerine kavuşması için çalışmışlardır. Arapça ve Farsçadan gelip “Türkçeleşmemiş” olan kelimelerin kullanılmamasını istemişlerdir. Hele, yabancı dillerden alınan kaidelere göre kelime üretilmesi ve terkipler yapılmasına kesinlikle karşı çıkmışlardır.
Müslümanlığı kabul edişimizden Meşrutiyet’e kadar süren dönemde Türk dilini tehdit eden en büyük tehlike, taklitçi bir aydınlar azınlığının Arapça ve Farsça ‘ya karşı besledikleri tutku ve daha çok Arapça kelimeler kullanılırsa daha iyi bir Müslüman olunacağı vehmi, Türkçe ile güzel nesir ve şiir yazılmayacağı yanlış zannı idi. Türkçülük hareketi, Meşrutiyetle Cumhuriyetin kuruluş yılları arasındaki çalışması ile sade Türkçe görüşünü benimsetmiştir. Bugün Türk Milliyetçileri, dilimizin Arapça ve Farsçadan doğan tehlikeye karşı yeterince korunduğu; ancak başka bir tehlikenin, bir de hem yeni nesilleri kültür mirasımıza tamamen yabancılaştıracak, hem de Türk dünyasının dil birliğini bozacak bir uydurmacaların ortaya çıktığı inancındadırlar.
Kültür Anlayışında Milliyetçilik
Ziya Gökalp, milletimizi meydana getiren unsurları incelerken, en ziyade kültür (Hars) değerlerimizin üstünde durmuştur. Cumhuriyet çağı aydınlarının büyük çoğunluğu, Milli eğitim siyasetimizin yanlışlığı ve batıdan gelen tesirlerin güçlülüğü yüzünden kültür değerlerimizi küçümsemiş; hatta kültür değerlerimizin tamamen reddedilmesini, Avrupa kültür değerlerinin milletimize, gerekirse, zorla benimsetilmesini istemişlerdir. Herhalde Milli Mücadeleyi zaferle bitirmenin heyecanı, devletçe resmen kabul edilen milliyetçilik ilkesi ile toptan kültür değiştirmenin nasıl bağdaştırılacağını unutturmuştur. Türk Milliyetçileri, her şeyden önce, hareket noktasının yanlış seçildiğini anlatmağa çalışmışlardır. Avrupa’nın, bütün bir tarih boyunca değil, sadece orta çağdan itibaren temsil ettiği müspet ilim zihniyeti ve teknik gelişmeyi almanın kültür değerlerinin de benimsenmesini gerektirmeyeceğini, hem milletimizin hem de diğer büyük milletlerin tarihlerinden örnekler vererek, ispat etmişlerdir.
Batı taklitçileri; musikimizi, mimarimizi, resmimizi, edebiyatımızı, yabancı ilim adamlarının bile cesaret edemediği bir hoyratlıkla hırpalamağa yeltenince karşılarına dikilmiş, kültür değerlerimizin üstünlüğünü savunmuşuzdur. Yine batı taklitçileri, Türk folklorunun yaşanmasını bir gericilik belirtisi saymış, medenileşmenin ancak Avrupalılar gibi eğlenmekle mümkün olacağına inanmışlardır. Türk Milliyetçileri kültür değişmelerinin kaçınılmazlığını bildikleri gibi, kültür sahasındaki gelişmelere de elbette taraftardırlar. Ancak Milli kültür mayamızın korunmasını, daha yüksek kültür değerlerine ulaşmanın öz kaynaklarımızı geliştirme şartına bağlı olduğunu unutmazlar. Kültür değişmelerinin, milletimizin ve insanlığın, kültürüne hizmet açısından bakılınca, tek taraflı değil, karşılıklı bir alıp verme şeklinde olması gerektiğine inanırlar.
Türk Milliyetçiliğinin hangi temellere dayandığı konusundaki açıklamalarımızı burada kesiyoruz. Baştaki sorumuza artık cevap verebiliriz: Türk Milliyetçiliği, ırkçılık temeline dayanan bir dünya görüşü değildir. Başlıca; dil, tarih ve kültür anlayışına bağlıdır. Yalnız böyle bir hükümden, milletimizin meydana geliş çağındaki ırki mayamızı ve hele, soy birliğini -ki ileride etraflıca inceleyeceğiz- küçümsediğimiz bir mana asla çıkartılmamalıdır. Türk Milliyetçiliğinin ırkçılık temeline dayandığını yazarken, Türk milletini, antropolojik manadaki ırkla (Beden yapısındaki özelliklerin benzerliği ile) tarif etmediğimizi açıklamış bulunmaktayız. Ziya Gökalp “Türkleşmek” ilkesini ortaya attığı vakit; dilde, harsta (kültürde) tarih anlayışı ve soy şuurunda Türkleşmeyi işaret etmiştir. Ancak cahiller, akıl hastaları ve hainlerdirler ki; antropolojik manadaki bir Türkleşmeden söz ettiğini ileri sürerler. Ziya Gökalp’ten sonraki Türk Milliyetçilerinin büyük bir kısmı hem anlayış, hem de kelime olarak, öncülerinin ırk konusundaki görüşüne bağlı kalmışlardır.
İlteriş Metin, Devlet, II Aralık 1972, Sayı: 162