Girizgâh

<<Dünyanın en stratejik ve en değerli ham maddesi,  İNSAN’dır>>

                                                                                              S.Ahmed ARVASİ

                Her bir insan, bizzat insani varlığa sahip olduğun için, kendisini yani insanı bildiğini ve tanıdığını düşünür. Aynı insan, bu bilme ve tanıma düşüncesi üzerine, bir  <<Düşünce Disiplini>> veya << Dünya Görüşü-Dünya Yorumu>> inşa eder. İnşa edilen bu <<Düşünce Disiplini>> veya << Dünya Görüşünün>>  doğru/güzel/iyi/ahlâli olması, bilme ve tanıma iddiasında bulunduğumuz insanın keyfiyetinin her yönüyle “kavrama, kuşatma ve gerçek” olmasıyla doğru orantılıdır.

                Bütün felsefi sistemler, ideolojiler, dünya görüşleri, beşeri ve semavi dinler, insanı tarif ederlerken, önceledikleri hususu / özelliği ön plana çıkararak, <<kendi insanı>>nı tarif etmişler, <<kendi insanı>>nı, insanlığa <<ÖRNEK İNSAN>> olarak takdim etme, kabul ettirme gayreti içinde olmuşlardır. Bitkilerle kısmen, hayvanlarla büyük ölçüde benzerlik arz eden organizma varlığımızdan hareket eden felsefi sistem ve ideoloji mensupları, İNSANI; << Düşünen hayvan>>, <<Konuşan hayvan>>,<<İktisadi hayvan>> olarak tarif ederek, bu kabullerini bütün insanlığa kabul ettirme faaliyet ve gayreti içindedirler. J. J. Rousseau: “Tefekkür halinin tabiata aykırı olduğunu, tekemmül eden insanın <<SOYSUZLAŞMIŞ HAYVAN>>  olduğunu söyler(Müsavatsızlık). Mountaigne: “ İnsanın <<HASTA HAYVAN>> “  olduğunu söyler(Denemeler). Sıgmund Freud: “ İnsanın, hayvani insiyaklarının üstünde, ulvi değerlere ve hayat tarzına tırmanışını “SUBLIMATION” adını verdiği patolojik/marazi bir mekanizmaya bağlamaya “ çalışır. Sadece organizma varlığımızdaki benzerlik sebebiyle insanı, hayvan olarak kabul ve tarif edenlere sormak gerekiyor: Hangi maymun, hangi ilmi keşif ve buluşu, teknik aleti veya güzel bir tabloyu yapmıştır!? Soruyu şöyle de sorabiliriz: İnsan hayvansa; niçin ilmi keşif ve buluşlarda, teknik gelişmelerde ve güzel sanatlarda, bir leoparın, kedi veya maymunun ismini zikredemiyoruz!?… Bir leopar, bir kedi, bir maymun kültür ve medeniyetinden bahsedebiliyor muyuz!?…

                 Grek-Latin-Hristiyan dünyası; ister liberalist-kapitalist, ister Marksist-sosyalist-ateist veya deist olsun, insanın sadece bir yönüyle ele alma / değerlendirme gibi bir tavır ve tutuş içindedir. İnsanın yalnızca bir cihetiyle ele alıp değerlendirme tavrının ve tutuşunun eksikliği, buna bağlı olarak yanlışlığı izahtan varestedir. Batının ve batılıyı her anlamda taklit ve takip eden toplumların bu tavrı; körlerin fili tarif etmesine ne kadar çok benziyor…

                İdeolojiler, felsefi sistemler birçok yönden tenkit ve değerlendirmeye tâbi tutulabilir. Birçok yazar çizer, ideoloji ve felsefi sistemlerde; siyasi, iktisadi vb. hususları tenkit ve değerlendirmeleri için esas almışlardır. İnancım odur ki; bütün felsefi ve ideolojik sistemler, öncelikli olarak “İNSAN”ı nasıl tarif etmiş, insanın hangi özelliğini ön plana çıkarmış, <<kendi insanı>>nın yani örnek insanının vasıfları nelerdir ve insanı bu dünyada NEREYE yerleştirmiş –nasıl konumlandırmış- diyerek yapılacak bir tenkitle değerlendirmenin daha doğru olacağıdır. Bu inancımızın kaynağı; bütün felsefi sistem, ideoloji ve din taraftarlarının üzerinde ittifak ettikleri/anlaştıkları bir kabul var: “İNSAN, BU DÜNYANIN EN ÖZEL VARLIĞIDIR.” Bu ortak kabulden yola çıkarak ideolojiyi, felsefi sistem ve dinleri bir tenkit ve değerlendirmeye tabii tutmak, bize daha makul, daha doğru ve daha kısa bir yol olarak görünüyor. Bunlarla birlikte ve aynı zamanda; insanı hedef ve muhatap alan ideoloji, felsefi sistem ve dinin, “ÇIKIŞ-HAREKET” noktasını, “GAYESİ”ni, “NASIL VE NİÇİN”- Sevgiyle mi? Kinle mi?- yola çıktığını, “NE VAAD ETTİĞİNİ VE ETMEDİĞİNİ” kat’i olarak tahlil ve tespit edebilme avantajı sağlar. Varlığı, özelde insanı, insan olduğu için sevmeyen, vaad ettiği dünyanın gerçekleşme imkan ve ihtimali yok denecek kadar uzak, “ADALET, LİYAKAT VE MEŞVERET”i esas almayan bütün felsefi sistem ve ideolojiler, insan ve insanlık için hazin ve büyük bir aldanış olacaktır…

                Bugün batı dünyasında insanın her bir vasfı/özelliği ilmi bir araştırma konusu olarak ele alınıp detaylandırılır, insan hakkında pek çok kitap yazılıp; çağdaş düşünce dünyası, doğru veya yanlış, insanı bilme-tanıma-anlama ve dünyada konumlandırma ve insana değer atfetmek bakımından ciddi manada mesafe katederken; Türk İslam aleminde, Kur’an ve sünnet merkezli kavrayıcı, kuşatıcı, bütünlük arz eden çalışmaların yapılabildiğini söylemek oldukça zordur. Yapılan çalışma ve araştırmalar, modern düşüncenin ulaştığı neticelere meşruiyet kazandırmak veya modern düşüncenin tamamıyla reddedilmesi üzerine bina edilmiştir. Halbuki mes’eleye; “KENDİ İNSANI”nı, örnek insan diye insanlığa takdim etme faaliyeti içinde bulunan bütün felsefi sistemlerin, dünya görüşlerinin ve dinlerin yaptığı tarif ve tanıtımlara, <<insanın dünyada kendisini tanıma ve bilme serüveni>>  olarak yaklaşmak daha makul ve daha doğru bir tavır olacaktır.

                Geçmişten günümüze kadar yeryüzündeki bütün müspet ve menfi gelişme ve değişmeler insan eliyle gerçekleştirilmiştir, yarın da bu böyle olacaktır. Bütün gelişme ve değişmelerin, başka bir ifade ile yükseliş ve çöküşlerin merkezindeki varlığı bilme-tanıma-anlama ve konumlandırma faaliyet ve gayreti, bilhassa kendini ve dünyayı <<İNŞA,İMAR ve İHYA>> ülküsüne dava olarak iman etmiş “ülkü erleri”nin öncelikli faaliyet ve gayreti olmalıdır diye düşünüyoruz. İmdi kendimize ve gördüğümüz her insana tek bir soru soralım: bizim en öncelikli ve çözülmesi gereken mes’elemiz nedir?… Muhatap olduğumuz her insan, kendi açısından ve ait olduğu zihniyet dünyasına bağlı olarak öncelikli meselemizi ifade edecektir: terör, Suriye’deki savaş, mülteciler, sanayileşme,tarım,hükümet,döviz..vs. Bunların hepsi ve diğerleri bizim meselemizdir, doğru fakat eksiktir ve öncelikli meselemiz değildir! Niçin? Diyebilirsiniz, haklı olarak. Bütün bu meselelerin merkezinde ne vardır? İNSAN… Bu meseleleri kim çözecek? Meselelerin merkezinde yer alan insan… Peki, nerede mes’ele, problem vardır? İnsanın olduğu her yerde mutlaka problem ve mesele vardır… Siz, dünyanın en mükemmel hukuk sistemini kursanız, en iyi iktisadi modeli bulsanız, sanayileşmenin ve teknik tarımın projelerini hazırlasanız ve uygulamaya koysanız; Türkiye bir anda veya beş on yılda bahsedilen bu problem ve mes’elelerinden kurtulabilir mi? Belki bazıları belki de, bir çokları tarafından EVET cevabı verilebilir. Fakat bizim cevabımız: HAYIR olacaktır! Zira; bu sistem ve projeleri uygulayabilecek zihniyet dünyasına sahip insanları yetiştirmediyseniz, bu sistem ve projeler, her safha ve manada istismar edilecektir. Yani uygulanamayacaktır…

                Varlıkların ve kainatın merkezindeki, mes’ele ve problemlerin merkezindeki ve çözümün merkezindeki yegane varlık; dünyanın en özel varlığı olan insanı bilme, tanıma, anlama ve konumlandırma yolculuğuna çıkmaya hazır mısınız? Biz; hayat dediğimiz keyfiyetin, mücerret zaman ve müşahhas mekanla çevrelenmiş bir yolculuk olduğuna, bu yolculuğun insan için ve yine insan tarafından ve insanlıkta-insan olmada gelişmek mükemmelleşmek iradesini, faaliyet ve gayretini gösterip gösteremeyeceğimizin anlaşılıp, ortaya çıkacağı bir yolculuk olduğuna iman ediyoruz. Yola çıkacak her yolcunun yaptığı gibi bizler de yol hazırlığımızı yapalım, yolda bizlere neler gerekiyorsa onları tedarik edelim, suyumuzu-azığımızı alalım…

                İlk buluşma ve hareket noktamız: yaratılış ve gayelilik, daha sonra maddi ve manevi unsurlarıyla insan, insanı harekete geçiren motivelerle devam edecek olan yolculuğumuz, insanın sorumluluğu, insanın ilişkileri, bugün ve yarın ihtiyacımız olan insanın inşası ile devam edip gidecek. İnsana temas eden ve insanın temas ettiği; başka bir ifadeyle insanla ilişkili ve ilgili her konu her husus ele alınacaktır, inşallah…                 Selam ve dua ile…                         

Bir yanıt yazın