Bir zamanlar Çin ülkesinde, çok meşhur, çok bilgili ve çok tecrübeli bir kâhin varmış. Günlerden bir gün, büyük bir telaş içinde, padişahının huzuruna çıkmış. ‘’Devletlim’’ demiş, ‘’Üç ay sonra bir kuraklık başlayacak. Bir damla yağmur yağmayacak. Nehirler, dereler, pınarlar kuruyacak. İçilecek bir damla su kalmayacak. Kuraklık üç ay sürecek. Sonra bir yağmur gelecek, üç ay hiç durmadan yağacak. Ama, atalarınızın ruhlarından öğrendiğime göre, bu yağmur, bildiğimiz yağmurlara hiç benzemeyecek. Suyundan kim içerse aklını kaçıracak. Ama, devletli padişahım, şimdiden tedbir alınsın. Kuraklık devresi için üç aylık, delirten yağmur devresi için de üç aylık içilecek su biriktirilsin!’’
Memleketin her tarafına haber salınmış, her türlü tedbirin alınması, altı aylık su biriktirilmesi istenmiş. Ayrıca bir plan yapılmış, kuraklık ve delirten yağmur devreleri boyunca, adam başına ne kadar su içilebileceği tespit edilmiş. Zaman geçmiş, kâhinin dedikleri bir bir çıkmaya başlamış. Önce müthiş bir kuraklık, her tarafı kasıp kavurmaya başlamış. Halk susuzluktan öyle korkmuş ki, herkes kendi suyunu biriktirmeye komşusuna düşen sudan içmenin bir yolunu bulmaya çalışmış. Tam o günlerde, ülkenin her yerinde birtakım adamlar ortaya çıkmış. Sabah akşam hiç durmadan halk içinde dolaşıyor, mütemadiyen konuşuyorlarmış. En çok da: Zamanın değiştiğini, kâhinlere ve ataların ruhlarından haber geleceğine inanmanın saçmalık olduğunu, yağmur suyundan içmekle delirmenin imkânsız olduğunu söylüyorlarmış. Bilimin çok ilerlediğini, kendilerinin kâhinden akıllı olduklarını, kuraklığın çok yakında biteceğini, boş yere sıkıntı çekilmemesi, herkesin canı çektiği kadar su içmesini tavsiye ediyorlarmış.
Bu adamların nereden geldiklerini, kim olduklarını bilen yokmuş. Adam söylediklerine inananlar çokmuş. Öyle ki, daha yağmur başlamadan biriktirilmesi emredilen suların çoğu bitmiş. Yağmur başlayınca da kimisi hiç kuyu kalmadığı için, kimisi de kâhinin düşmanlarına ilimden yana ilerici olduklarını söyleyenlere inandığı için, yağmur suyunu içmeye koyulmuş. Böylece halkın büyük bir kısmı aklını oynatmış. Hatta rivayet ederler ki, ülkenin padişahı da en sonunda tahammül edememiş, bir bardak içmiş ve böylece diğerlerine benzemiş. Yine o Çin ülkesinde, başka bir topluluk varmış. Kâhinlerini çok sever, dediğine daima inanırlarmış atalarına çok bağlı imişler kuraklık devresinde, paylarına düşen suyun bir kısmını çaldırmışlar. İçenleri deli eden yağmur suları başlayınca da, çok yufka yürekli oldukları için komşularına yardım etmişler. Ellerinde çok az su kalmış, ama susuzluktan yanmayı bile göze almışlar, yine de yağmur suyundan içmemişler. Bazıları hastalanmış, bazıları ölmüş. Hâsılı çok şey olmuş ama o inanmış, o yiğit topluluk yolundan asla dönmemiş. Çoğunluğun oynattığı bir ülkede azınlıkta kalmanın dayanılmaz acılarına göğüs germişler. Ayıplanmış, horlanmışlar, hatta suçlanmışlar. Bazıları der ki; ‘’Kalabalığa uysalardı, o yağmur suyundan içseler ve herkese benzeselerdi belki daha iyi olurdu.’’ Ben aynı fikirde değilim. Çin ülkesini o inanmışlar topluluğunun kurtardığını düşünüyorum. Suyu içselerdi dünyadaki hayatları, şüphesiz daha sıkıntısız geçerdi. Ama hem ebedi saadeti, hem de Çin’i kaybederlerdi.
Mektuplar, 1984