İsmi gönüllere nakşedilmiş bir yiğit, iman dolu bir alperen, hakiki bir ülkücü ve kirli siyasetin içinde temiz kalmış bir dava adamıydı O. Muhsin Yazıcıoğlu…
Takvimler 31 Aralık 1954’ü gösterirken Sivas’ın Şarkışla ilçesine bağlı Elmalı köyünde dünyaya geldi. Geçimini arpa, buğday ile sağlayan çiftçi bir ailenin çocuğuydu. Lisenin birinci sınıfındayken yani 14-15 yaşlarında “ülkücü” düşünceyle tanıştı. Mehmet Sakarya ve Avni Yazıcıoğlu’nun milliyetçilik konularındaki sohbetlerinden istifade ediyordu. İstanbul’da okuyan Fahrettin Öztoprak’ın getirdiği dergiler ve Genç Ülkücüler Hareketi’nin afişleriyle tanıştı çok geçmeden. 1968 yılında yaşı tutmamasına rağmen gayri resmi olarak Şarkışla’da kurulan Genç Ülkücüler Hareketi’nin içinde yer almaya başladı. Genç Muhsin tarih kitapları arasında kaybolup memleketin ve milletin ahvali üzerine tefekkür ediyordu. 1972 yılında Ankara Üniversitesi Veterinerlik Fakültesine başladı. Burada Ülkü Ocakları Genel Merkezi’nde görev aldı. Ardından başkan yardımcılığı ve Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı görevlerini ifa etti.
“Gençliğim dedim, ‘Ver’ dediler. İstikbalim dedim, ‘Yok’ dediler. Kanım dedim, ‘Dök’ dediler. Canım dedim, ‘Milletin’ dediler. Sevdim dedim, ‘Suçtur’ dediler. Ve çığlıkla yarıldı karanlık; sevgimi çarmıha gerdiler.”
Vatanına ve milletine sevdalı, istikbal için hayalleri ve hedefleri olan genç bir adamdı. O ve O’nun gibiler bozkırın, Anadolu’nun, acı ve gözyaşlarıyla ve dahi kanla yoğrulan toprakların gariban çocuklarıydılar. Tüm dikkatleri milletin ve vatanın refahı, devletin bekası üzerineydi. Ancak yaşadıkları devir karışık, devran ise acımasızdı. Kavgalar, kurşunlar, şehitler… Muhsin başkan ve ülküdaşları, ülkücü şehitlerin acısıyla paylanırken kavgalarında yemin ettikleri üzere hiçbir engel tanımıyorlardı. 12 Eylül Askeri Darbesi onlar için karanlık bir çağın başlangıcı oldu. Bir sağdan bir soldan asıyorlar, insanlığı insan olmaktan utandırıyorlardı.
O dönemde Başsavcı Soyer’in siyasî zihniyetine göre belirlediği özel bir takip ve infaz timi tarafından sürek avı başlatıldı. Birer ikişer yakalanıyorlar, Mamak’ta C-5 denilen işkence haneye sevk ediliyorlar, burada insanlık dışı muamelelerle ifadeleri alındıktan sonra hücrelere tıkılıyorlardı.(1) İşte böylece ülkesi için çalışabilen, hayaller kurabilen, sorgulayan emektar neslin ölüm fermanı yayınlanmış bulunuyordu.
12 Eylül 1980… Radyolarda davudi bir ses –Türk gençliğine reva görülecek kıyımın- darbenin bildirisini okurken Muhsin Başkan Sivas’ta bir arkadaşının evindeydi. Buradan sokağa çıkma yasağına rağmen ayrılıp ailesinin yanına vardığında metanetinden ve cesaretinden hiçbir şey kaybetmemişti. Cennet mekân Fidan Ana’ya durumu açıklarken “Belki bizi de alırlar, belki idamımızı isteyecekler.” diyor lakin asla titremiyordu. Ertesi gün Kayseri üzerinden Ankara’ya geldi. Bir süre saklandıktan sonra kendi isteğiyle, mahpustaki ülküdaşlarını düşünerek teslim oldu. MHP ve Ülkücü Kuruluşlar davasının sanığı olarak yargılanacaktı. TRT’ye yıllar sonra verdiği röportajda şöyle diyordu Koca Reis: “26 gün gözlerim bağlanarak sorgulandım. Kalaslarla çarmıha gerildim. Çeşitli uzuvlarımdan elektrik vermek suretiyle işkence ediyorlar, sonra ayağımızın altına bir sandalye koyarak sorguya devam ediyorlardı. Benden daha fazla işkence gören arkadaşlarımız oldu.” İşte bu sözler darbenin esasında Türk gençliğine yapıldığının bir ispatı niteliğindedir. Nitekim o günleri yaşayanların pek az bir kısmı hayatına kaldığı yerden devam edebilmiş, faili meçhuller ve idamlar balyozunu istikbali parlak Türk gencinin sırtına bindirmiştir. Muhsin Başkan bu işkencelerle beraber 7,5 yıl süren mahpus hayatının 5,5 yılını tecrit hücresinde geçirdi. Ankara’da bugün müze halinde bulunan Ulucanlar Cezaevi’ne gidenler hatırlayacaktır ki bu hücreler bir insan boyundan daha alçak, soğuk ve karanlıktır. Reisler reisine “beton çok soğuk, üşüyorum” dedirten bu kara zindanlar değil midir zaten? Günlerini Kuran-ı Kerim’i defalarca hatmedecek şekilde kullanıyor, bir an bile yeise kapılmıyordu. Dualarla yükseliyordu alçak duvarlardan ümitleri… İşkenceler bir yandan devam ederken onu yurtdışına kaçırmak isteyenleri “Yurt dışına çıkarsam, burada kalan, hapishaneye tıkılan arkadaşlarımın moralleri bozulur, dayanma güçleri kalmaz, yıkılırlar. Bırakalım beni de yakalasınlar onların arasına koysunlar; birlikte aynı kaderi paylaşalım. Böylece birbirimize güvenip dayanarak kaderimizi yaşayalım.” diyerek reddetti. O bir dava adamıydı. Haklı davasından bir an bile tereddüt duymadan kan donduran işkencelere, sorgulara Muhammed Cezbesi ile göğüs gerdi. 17 yıl süren davadan hiçbir ceza almadığı söylendi. Oysa en büyük cezayı tecritlerde zaten vermişlerdi. Soğuk duvarlar arasında “Durun kapanmayın pencerelerim, güneşimi kapatmayın. Beton çok soğuk, üşüyorum” dedi. Bizler bunun farkına ancak onu kaybettikten sonra varabildik. Karanlığı ve soğuğu görmeden teneffüs ettik onun şiirinde. O ise yaşadı…
Haksız bir dava uğruna sultanlık yapacağıma, gerekirse haklı davada tek başıma yürüyeceğimi söylüyorum.
1987… Zalimlerin zulmü Muhsin Başkanı yıldırmadı. Mahpus damından çıkışıyla beraber milletine hizmet için kaldığı yerden devam etti. MÇP’nin genel sekreter yardımcılığı görevine getirildi. 1991 genel seçimlerinde milletvekili adayı oldu ve Sivas’tan milletvekili seçildi. Fakat Başkan türlü çekişmeler neticesinde 1992 yılında partisiyle yol ayrımına geldi. “Siyasi anlayışımız uyuşmuyor.” diyerek bir grup arkadaşıyla Milliyetçi Çalışma Partisinden ayrılıp 1993’te Büyük Birlik Partisi’ni kurdu. O, yıllar sonra bile sürecek dedikodulara, hain damgasına gözünü ve gönlünü kapatarak hak bildiği yolda yürümeye devam etti. 24 Aralık 1995’te yapılan erken genel seçimlerde ANAP-BBP ittifakından 20. Dönem Sivas milletvekili olarak yeniden meclise girdi. 28 Şubat 1996 tarihinde ANAP’tan istifa ederek, BBP’ ye döndü.
26 Nisan 1998’de yapılan 3. Büyük Kurultay’da, 8 Ekim 2000 tarihinde yapılan 4. Büyük Kurultay’da, 2 Haziran 2002 tarihinde yapılan 1. Olağanüstü Büyük Kurultay’da,20 Temmuz 2003 tarihinde yapılan 5. Olağan Büyük Kurultay’da, 30 Nisan 2006 tarihinde yapılan 6. Olağan Büyük Kurultay’da ve 15 Nisan 2007 2.Olağanüstü Büyük Kurultayda tekrar BBP Genel Başkanlığına seçildi. O bir liderdi, partisinin ilk ve son lideri…
22 Temmuz Erken Genel seçimlerinde BBP’nin seçimi protesto etmesi sebebiyle partisinden istifa ederek Sivas’tan bağımsız milletvekili adayı olup 23. dönem milletvekilliğine seçildi. Daha sonra BBP’ye katıldı ve TBMM‘de Büyük Birlik Partisi Sivas Milletvekili olarak BBP’yi Meclis’te temsil etti. 19 Ağustos’ta yapılmış olan BBP’nin 3.Olağanüstü Büyük kurultayında tekrar Genel Başkan oldu.(2) Ne var ki BBP için iktidara ve başarıya giden yollar kapalıydı. Belki de bu siyasi partinin en önemli ve tek başarısı başında Muhsin Yazıcıoğlu isminde Yusuf yüzlü bir liderin bulunmasıydı. Bekledikleri başarıyı bulamayan makam ve iktidar heveslileri birer birer yalnız bıraktılar Koca Reisi. O ise yılmadan ve davayı terk edenlere aldırmadan metanet ve sabırla yoluna devam etti.
Ben Türk’üm Türk esir olmaz. Ben Türk’üm Türk devletsiz olmaz. Ben Türk’üm Türk bayraksız olmaz. Ben Türk’üm Türk ezansız olmaz. Ben Türk’üm Türk hürriyetsiz olmaz diyor musunuz?
Muhsin Başkan, ömrü boyunca milleti, devleti, bayrağı, dini ve hürriyeti için yaşamış bir lider, insan ve daha ötesi ülkücü idi. Ne hücreler ne işkenceler ne de yalnızlık bir an bile inancını sarsmadı. Doğrudan şaşmayan bir milletvekili, yüzü iyiliğe dönük bir ağabey, korkusuz bir yiğit olarak 25 Mart 2009 tarihinde şahadet şerbetini içerek aramızdan ayrıldı. O’nun gidişi tam da ona göre bir gidişti. Kahramanmaraş mitinginin ardından Yozgat/ Yerköy’e gitmek için bindiği -seçim ödeneği almaksızın, parti tarafından kiralanan- helikopter Göksun yakınlarındaki Kanlı Çukur mevkiinde düştü. Bugün bir iğneyi bulabilecek devletin imkânları o günlerde kısıtlıydı. Helikopterin enkazı ve şehitler ancak 48 saat sonra bulunabildi. Muhsin Başkanın üzerine kar yağmıştı, kar utanmıştı. Şahadeti, Türk milletinin bağrına nereden geldiği belli olmayan bir ok gibi saplanmıştı. İşte O Galip Erdem’in deyimiyle musalla taşına kadar ülkücü kalanlardan, musalla da bile ülkücü olanlardandı. Ömrünü Türk-İslam mefkûresine adayan şehit lider ardında yaşı ve yası katiyen dinmeyecek bir nesil bırakıp bir kar tanesi oldu ve yüreklerimiz mutmaindir ki Mekke’ye düştü.
KAYNAKÇA