Kim kendini sonuçsuz bir beklemeye mahkum edebilir ömür boyu? Bizler kendimizi sonuçsuz bir beklemeye mahkum etmedik. Hak bildiğimiz yolda sonuna kadar mücadele etmeye ant içtik ve başaracağımıza inandık. Yılmayacağımızı ve asla yıkılmayacağımızı söyledik. Bu yol sonsuz değil elbet. Yolu bitirip davamızı kazanacağız. Fakat adım attığımız bu yol dikenli hatta jiletli.
Yaralamaya çalışanlar, yıkmaya çalışanlar hatta inandığımız tüm değerleri yok sayıp davamıza hayal diyenler oluyor. Daha da fenası bunları diyenler bir zamanlar bizim oturduğumuz sıralarda oturmuş, okuduğumuz kitapları okumuş, aynı marşları aynı türküleri söylemiş, bu yolda yürümüş insanlar. Fakat onlar yeminlerini tutamamış, yolu yarıda bırakmış, yılmış ve de yıkılmışlar. Şimdi o devrin heyecanını yaşayan, küçük bir kıvılcımı volkana dönüştüreceğine inanan ve hatta iman eden gençlere yeminlerinden dönmeyi öğütleyen yaşı büyüklerimiz var. Biz onların düştüğü hataya düşmeyeceğiz, biz onların yaptığı yanlışları yapmayacağız. Biz çıktığımız bu yolu onlar gibi yarıda bırakmayacağız. Bir de önemli bir parantez açmak istiyorum ki bize yolumuzdan dönmeyi öğütleyen birkaç büyüğümüz olduğu gibi bizi sımsıkı sarmış olan, bizlere tüm kalbiyle inanan, her türlü desteği sağlayan ve “Bu ülkede iyi şeyler olacaksa eğer onları işte bu gençler yapacak! “diyerek bizleri gösteren, yanlarına vardığımızda yüzlerinde kocaman bir gülümsemeyle karşılayıp tebessümünü bizden esirgemeyen ve hak yolunda olduğumuzu beynimize ve kalbimize kazıyan çok daha fazla eli öpülesi büyüğümüz var.
Bize başaramayacağımızı söyleyen büyüklerimiz,
Çok okumuşlar evet; fakat hiç yazmamışlar.
Çok şey görmüşler evet; fakat hiç anlatmamışlar.
Çok şey öğrenmişler evet; fakat hiç öğretmemişler.
Ekin ekmişler, tarlayı bırakıp gitmişler. Sonra mahsul alamadık deyip çekilmişler.
Tarlayı sulamamış, zararlı otları ayıklamamışlar… Sonra bakmışlar olmuyor çekilmişler köşeye.
Sevmemişler ki olsun. Sevememişler ki; ne davayı ne de dostlarını…
Bizler öylesine sevmeliyiz ki, bu sevgi içimizi kabartmalı, gözümüzü yaşartmalı. Bizler sahtesi basılamayacak olan dostluğun resmini çizmeliyiz. Sadece birbirimizi sevmekte yetmez. Biz zaten bir olduktan sonra bunun bir önemi kalmamış olacak. Biz her şeyi sevmekle mükellefiz. Yaratılan her şeyi, canlı cansız her şeyi öylesine sevmeliyiz ki insan denilince akla ilk biz gelmeliyiz. Ne mutlu ki bize böylesine bir sevgi ile var edildik ve bilmek için yoldayız. Hiç şüphem yok ki bizler insanlığın sefaletine değil mutluluğuna katkıda bulunanlardanız.
Bizler birbirimizi iyi tanımalıyız. Bir olduğumuzu, aynı olduğumuzu konuşmadan fark etmeliyiz. Bazen kendimizi bir insana yakın hissetmemiz için bir şeyler paylaşmamız gerekmez. Benzer duyguları yaşayan insanlar, kendiliğinden ortaya çıkan görünmez bağlarla birbirlerine bağlanabilirler.
Aklımız ve kalbimiz çekişmemeli. Dilimiz kalbimize ihanet etmemeli ve gözlerimiz ruhumuzdaki isyanı her daim yansıtmalı. Aklımız ve gönlümüz temiz olmalı. Aklın abdesti ilimle, gönlünkiyse aşkla alınır. Aklımızı ilimle, gönlümüzü de davaya olan aşkımız ve bize inananlara olan sevgimizle temizlemeliyiz.
Bizi çağın dışına doğru, ölümün yakınına, ölüme doğru bile bile sürüklemeye çalışanlar var. Biz çağ dışı insanlar değiliz. Oturuşumuzla, kalkışımızla, giyimimizle, konuşmamızla, saygımızla, sevgimizle örnek birer insan olmalı ve bunu yansıtmalıyız.
Dostlarım, korkmayın! Üzüntünün mumu eriyecek.
Özlediğiniz gerçeklik sizin içinizde yaşıyor. Özlediğimiz gerçeklik bizim içimizde yaşıyor. Kalbimize dönelim, eve dönelim…

” Bizi mutlu kılan şey şartlardan çok, ruhumuzdur.” – Voltaire

Bir yanıt yazın