Söylenen, tutulan, edilen, gelinen; en önemlisi de alınıp verilen ticarete dökülmüş bir durum varsa ki çoktur, başta da söz vardır dediğimiz vakit gerçekçi bir yaklaşım sergilemediğimiz iddiasında akl-ı selimle hareket eden kimse bulunamayacaktır.
İnsani ilişkilerin tekâmülünün olması için söz ticaretinin özenle gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Bu özen gösterilmediği vakit ortada ne güven kalır, ne saygı ne de sevgi… Saygı ve sevginin yanında güven biraz eğreti durmuş olabilir. Bu durum ikili kullanımdan ötürü pek tabidir. Lakin güven; saygı ve sevginin başıdır. Nasıl ki bir yapıya uzaktan baktığımızda genellikle en belirgin ve olmak istenilesi yeri üst kısımlarıysa, insani ilişkilerde de üst kısım saygı ve sevgidir. Güven ise bu yapının temelini teşkil etmektedir. Temelsiz bir yapının uzun ömürlü olmasını beklemek nasıl hayalcilikse güvensiz ilişkilerin saygı ve sevgi ile sürdürülebilir olmasını beklemek en az onun kadar hayalciliktir. Zamanı aşan ilişkilere sahip olabilmek için; sevmek, sevebilmek için; saygı duymak, saygı duyabilmek için ise güvenmek gerekir. Peki güvenmediğimiz insanlara saygı duyup, onları sevebiliriz miyiz? Pek tabii. Saygı duyabilir, hatta sevebiliriz. Örnekleriyle sık sık karşılaşabiliriz. “Sokaklar birbirine güvenmeyip birbirine saygı duyan birbirini seven insanlarla doludur.” İşte, okulda, dolmuşta, vapurda hatta evde hatta içimizde bu duruma şahit olmayanımız yoktur. Peki, “ güvenmeden, sevilebilir” diyorsak temelsiz bir tez ileri sürmüş olmuyor muyuz? Tabi ki olmuyoruz cevabıyla karşılaşmak kolaya kaçmak olacaktır. Bu bahsini ettiğimiz sevgi aslına bakarsak sevgi aldatmacasından başka bir şey değildir. Bunu da bir çeşit sevgi olarak kabul edebiliriz; kolaycı olmayı, gerçeklerden kaçmayı kabulleneceksek. Sevdiğimizi söyleyip güvenmediğimiz kişiye ancak taklidi sevgi de bulanabiliriz. Bu sevgi de denize attığımız bir parça simit gibi ya bir martının karnında ya da denizin ortasında kaybolup gidecektir. Ne şekilde kaybolduğundan ziyade asıl olan kaybolup gitmesidir. O vakit saygı ve sevginin sağlam bir zemine oturması için sağlam bir güven harcı ile temellendirme işlemine tabii olması gerekir. Doğruluk, tutarlılık ve geçerlilik sırasıyla; çimento, demir ve sudur. Ancak; doğruluk, geçerlilik ile iyi karılırsa ve yeterince tutarlı olunursa güven zemini üzerindeki yapıyı da taşır, geçen zaman mefhumunu da ancak o vakit aşar.
Bu üç kavram birbirleri ile karıştırılmasına karşın birbirinden farklı olma durumları; çimento, demir ve su kadar açık seçiktir. “Üç kavram genellikle birbirlerinin yerine kullanılarak, karıştırılmaktadır. Fakat her birinin anlamı diğerinden farklıdır. Günlük dilde doğru ve yanlış deyimler arasında kesin bir ayırım çizemediğimizden, bu terimler gerçek, geçerli, geçersiz, tutarsız ve tutarlı kavramları yerine de kullanılmaktadır. Fakat her terim ya da kavram diğerinden farklıdır. Bu farklılığı da en iyi mantık ortaya koymaktadır. Bu kavramların karıştırılması sonucu geçersiz çıkarımlara yanlış çıkarım denilerek büyük bir yanlışlık yapılmaktadır. Örneğin, yanlış akıl yürütmelerden geçersiz sonuçlar çıkarttığımızı söylediğimiz gibi, geçersiz akıl yürütmelerden de yanlış sonuçlar çıkarttığımızı söylemekteyiz. Bu kavramları ve ifadeleri açıkça tanımlamalıyız. Eğer bir cümle yargı bildiriyorsa bu cümleye mantıkta önerme denir. Bir önerme yapısı gereği bir doğruluk değerine sahiptir; önerme ya doğru ya da yanlıştır. Yargı bildiren önermeler doğru ya da yanlış olur. Önerme, bir durumu veya olayı olduğu gibi bildiriyorsa, önerme doğru, bildirmiyorsa önerme yanlış denir. Tutarlılık ise önermenin en az bir sefer doğru değer alması veya diğer önermelerle olan ilişkisi sonucu ortaya çıkar. Birden fazla önermenin bir araya gelmesi sonucu oluşan bütünlüğün tutarlılığı veya tutarsızlığından söz edilir. Eğer bu önermeler arası ilişki bir bütünlük oluşturuyorsa, tutarlı; oluşturmuyorsa tutarsız denir. Eğer oluşan ilişkinin tutarlılığı her durum ve her zaman için gerçekleşirse, bu duruma da geçerlilik denir. Doğru önermelerin oluşturduğu tutarlı ilişkilerin evrensel olması bu ilişkinin geçerli olduğu anlamına gelir.”(1) Farklı olma durumları bu şekildedir. Lakin ortak özellikleri olduğu da inkâr edilemez bir gerçektir. En basitinden çimento, demir ve su nasıl madde ise ve maddeler; element, bileşik, alaşım olarak karşımıza çıkıyor bunlar da atomlardan oluşuyorsa bu üç mefhumun da atomu sözdür. Söz Türk Dil Kurumu’nun Güncel Sözlüğü ’ne bakıldığında altı tanımla karşımıza çıkar. Bunlar;
- Bir düşünceyi eksiksiz olarak anlatan kelime dizisi, lakırtı, kelam, laf, kavil,
- Bir veya birkaç heceden oluşan ve anlamı olan ses birliği, kelime, sözcük,
- Bir konuyu yazılı veya sözlü olarak açıklamaya yarayan kelime dizisi,
- Kesinlik kazanmayan haber, söylenti,
- Bir işi yapacağını kesin olarak vadetme,
- Müzik parçalarının yazılı metni, güftedir. Bizim kastımızın olduğu tanımlar; birinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci tanımlardır.
Söze vücut buldururken; iyi, güzel ve doğru çizgisini benimsememiz bizim elimizdedir. Sözlerin şekillenişi; zamana, mekana ve şahsa göre olur. Lakin söz söylenmeden önce biz bu durumlar ne kadar rehavet kokarsa koksun ya da yükü dünyadan ağır gelirse gelsin yani zorluk seviyesi farklı olursa olsun; söze hükümdar olurken söz söylendikten sonra hükmetme sırası söze geçecektir. O vakit koşullar ne olursa olsun; zaman, mekan ve şahsa bakılmaksızın sözümüzün arkasında durmamız gerekecektir. Sözümüzün arkasında durması gerekecek dememize rağmen insan fıtratı bu duruma zaman zaman müsaade etmemektedir. Verdiğimiz sözler tutulmamakta; unutulmakta veya işimiz öyle gelmektedir. Dolayısıyla bu duruma da tahammül çerçevesi çizecek olduğumuz vakit kullanacağımız mürekkep insanın fıtratından başka bir şey olmamalıdır.
Kâlû Belâ, bir Kur’ân deyimidir. İnsanların, ebediyet âleminde birer zerre halinde yaratılarak İlâhî programa girdiği ilk zamanda gerçekleşen bir olaya ışık tutar. Söz konusu olay, Cenâb-ı Hakk’ın huzurunda insanların ilk duruşları, Allah’ın sorgusuna ilk muhatap oluşları, ilk imtihanları ve Rabb-i Rahîm’e verdikleri ilk ve tek sözleri ile ilgilidir. O gün orada ihtilaf yoktur, inkâr yoktur, şüphe yoktur, tereddüt yoktur. Orada eksiksiz bir teslîmiyet vardır, gerçek bir kulluğun farkında oluş vardır, Allah’ın sözünü tasdik vardır. Şöyle ki: Ebed tarafında, zerreler âleminde iken Rabb-i Rahîm: “Ben sizin Rabb’iniz değil miyim?” diye sordu. Bütün ruhlar ittifakla, huzur içinde ve kesin bir tasdik ve îmân ile: “Elbette yâ Rab! Sen Bizim Rabb’imizsin. Biz buna şâhidiz” dediler”(2). Bu duruma rağmen Kâlû Belâ’yı unutan insanoğlundan bir kısmı gerçeğe inkâra düştü, habersizdik demeyi seçti. “habersizdik demeyin” denmiştir çünkü habersizdik dediğimizde Cenab-ı Hakk’a ortak koşmuş, şirke düşmüş oluruz.
Sözü; söylemediğimizi veya söylediğimizi hatırlamıyorsak partizan bir tutumla inkâr etmek samimiyetsiz duracak, bu duruş iplerin kopuşuna sebep olacaktır. İplerin kopuşunun başlangıcı harcın noksan olduğuna delalettir. Harç noksan ise yapı da zaman içinde yerle yeksan olur. İnsani ilişkilerde de söylediğimize dikkat edip; demir gibi doğru, çimento gibi tutarlı, su gibi geçerli söz ederek, güven ile temellendirilmiş saygı ve sevgiden; aydınlık ufuklara bakalım, yeni yapılara kavuşalım. Vesselam.
- http://yealfelsefe.blogspot.com.tr/
- com sitesinden yararlanılmıştır.