Her cemiyet, kendi sosyal, kültürel, ekonomik ve politik hayatını düzene sokacak <<norm>>lara muhtaçtır. Bu normların dini, ahlaki, hukuk, bedii mahiyette olabileceğini ve bunlar arasında denge ve dayanışma bulunduğu ölçüde cemiyetin huzur içinde yaşayabileceğini, daha önceki yazılarımızda belirtmiştik.
Yine bunların yanında, şu hususu da önemle ortaya koymuştuk ki, bir cemiyette <<sosyal kontrol müesseseleri>> arasında ahenk ve denge kurulamamışsa yahut bu değerler arasında çelişmeler ve çatışmalar mevcutsa cemiyeti anarşiden kurtarmak mümkün olmaz. Bir milleti, sevk ve idare edenler, asla unutmamalıdırlar ki, <<milli vicdana>>, <<milli değerlere>> ve <<töre>>ye ters düşen bütün tutuş ve tedbirler, er geç geri tepecektir. Milli vicdanın kabul edemediği ve isyan ettiği <<alternatifleri>> millete zorla, baskı ile ve kanunla kabul ettirmeye kalkışmayınız, er geç bu tedbiriniz şiddetle ters dönecektir. Milli vicdanın <<haram>> dediğine <<helal>>, <<haksız>> dediğine <<haklı>>, <<çirkin>> dediğine <<güzel>>, <<kötü>> dediğine <<iyi>> demeye kalkışmayınız, kanunlarınızla parlamentonuzla milletinizin karşısına dikilmeyiniz. Kendi iradenizi, <<milli iradenin>> üstüne çıkarmaya çalışmayınız. Hele hele <<partinizin programını>> veya <<ideolojik eğilimlerinizi>>, elde ettiğiniz parmak sayısına güvenerek bir taraftan <<milli tarihin>>, diğer taraftan bizzat büyük bir milletin binlerce yıllık iradesi ile olmuşmuş ve yoğrulmuş <<milli vicdanına hâkim kılmaya>> asla demokrasi adını vermeyiniz. Kendinde bir parmak daha fazla güç bulan <<siyasi kadrolara>>, milli vicdana ve töreye daha saygılı olmalarını tavsiye ediniz. Asla unutmamak gerekir ki, <<milli vicdan>> ve onun normlarını ifade eden <<töre>> binlerce yılın içinden geçen milyarlarca insanın tarihi tecrübesine dayanır. Demokrasi, bir zümrenin değil de bir milletin iradesi üzerine kurulu ise, bu sistemin kanunları <<törede aranmalıdır>>. <<Kanun ve hukuk hâkimiyeti>> maskesi arkasında, milletleri ve milli iradelerin nasıl mahkûm edildiğini, esir düşürüldüğünü biz çok iyi biliriz.
Şurasını da unutmamak gerekir ki, milli vicdana ve töreye ters düşen kanunlara, millet saygı duymaz. Milli vicdandan ve töreden güç almayan emir ve yasaklar havada kalır. Gerçekten <<kanun>>, ihlal edildiğinde vicdanda kaygı uyandıran, bizzat kanunu ihlal edende <<vicdan azabı>> doğuran sosyal bir değerdir. Milli vicdanın tanımadığı, törede bulunmayan veya töreye ters düşen <<teorik bir kanun>>, hangi kaynaktan çıkarsa çıksın milli vicdana yabancı düşer; fertler ve zümreler bu tip kanunları ihlal etmekten çekinmezler ve vicdani bir endişe taşımazlar. Kanun koyucuları, milli vidana ve töreye ters düşen bir ülkenin, vatandaşları da <<kanun tanımaz>> ve <<kanunlara karşı saygısız>> olurlar. Cemiyetler, kendi milli ve mukaddes değerlerine saygı duymayan <<kanun yapıcıları>>na da, kanun uygulayıcılarına da saygı duymazlar. Her cemiyet, kendine saygı duyanlara saygı duyar. Hiç kimse, dinine küfrettiği, töresi ile alay ettiği, hukukunu ayaklar altına aldığı bir cemiyetten veya milletten saygı beklememelidir. Bir cemiyette kanunlara saygısızlıktan mı söz edilmektedir, kanunsuzluklar mı almış yürümüştür? Hiç şüpheniz olmasın ki, o cemiyeti sevk ve idare edenler, milli vicdana ve töreye ters düşen ve yabancılaşan kimselerden ibarettir. Yoksa bir millet asla milli vicdanına ve töresine ters düşmek istemez.
Törenin ihlali hem ferdi vicdanı, hem de bizzat cemiyeti rahatsız eder ve harekete geçirir. Törenin bekçisi bizzat töreyi vicdanında ve bünyesinde taşıyan fert ve cemiyettir. Töre, müeyyidesini de bizzat kendisi doğurur. Gerektiği ve koyduğu pratik normları titizlikle korur. Oysa milli vicdana ve töreye ters düşen kanunlar, teoride sahipsiz kalır. Üstelik kanuna saygısızlık fikrinin doğmasına sebep olur.
KAYNAKÇA
Seyyid Ahmet ARVASİ, Türk-İslâm Ülküsü I, 7.Baskı, Sayfa 319