Ne adavet ne gerçek
Vallah yoktu o gece.
Zulüm zalim eliyle
Hakk’ı boğdu o gece!
SSCB’nin 1920 yılında çiçeği burnunda Azerbaycan Cumhuriyeti’ni işgalinden itibaren Azerbaycan Türklerinin çektikleri fizikî ve ruhî çilelerin haddi hesabı yoktur. Yıllarca hem Sovyetler Birliği’nin, öz topraklarında cirit atmasına üzülerek seyirci kalmış hem de bu zalim milletin bu coğrafyada uyguladığı yaptırımların faturasını ödemişlerdir. Tüm bunların ötesinde Moskoflar, yüzyıllardır Türk hâkimiyetinde olan ve Türk olan koskoca bir toprak parçasını Ermenilere peşkeş çekme cür’etinde bulunmuşlardır. Mevzubahis bölge Karabağ’dır. 19 Mayıs 1783’te II. Katerina‘ ya yazdığı mektupta:“Fırsat bulunca Karabağ’ı hemen Ermenilerin kontrolüne vermek ve böylece Asya’da bir Hristiyan devlet kurmaktan” bahseden KnezPotemkin’in yakından ilgilendiği Türk toprakları Rus moderatörlüğünde belirli zaman aralıklarıyla Ermeniler gibi asalak bir topluluğa altın tepside sunulmuştur. Özellikle yıkılmaya yüz tuttuğu zaman diliminde Sovyetler Birliği, tarihin onlara yüklediği misyonun gereği olarak zulümde had safhaya ulaşmış; boğulmamak için debelenirken düşüşün acısını kanatlarının altındaki devletlerden çıkarmıştır. Azerbaycan Türklerinin Ermeniler tarafından birçok yerde katledilmesi ve ana vatanlarından göçmek zorunda bırakılması sonucunda yüz binlerce Azerbaycan Türkü başkent Bakü’ye sığınmak mecburiyetinde kalmıştır. Sadece 1988-1989 yıllarında 216 Azerbaycan Türkü öldürülmüş, 49’u işkenceden kaçarken donarak ölmüş, 115’i canlı canlı yakılmış, 29’u kafaları otomobil altında ezilmiş, 16’sı kurşuna dizilmiş, 10’u kalp krizi geçirmiş, 3’ü suda boğulmuş, biri asılmış, biri intihar etmiş, biri elektrik verilmek suretiyle, ikisi elektrik verilerek, önemli bir kısmı da hastanede bakımsızlıktan veya başka nedenlerle öldürülmüştür.(1)Bu geniş süre zarfında Azerbaycan Türkleri asla yeise kapılmamış, istiklâl mücadelesine her daim devam etmişlerdir. Tunç zırhlı yılanlar
Döktü kırmızı kanlar.
Hakikati yalanlar
Künce sıktı (köşeye sıkıştırdı) o gece!
Takvimler 13 Ocak 1990 tarihini gösterdiğinde Mehmed Emin Resulzade’nin bayraklaşan sesi bir kez daha Bakü sokaklarında yükselmiştir. Şaşırtmayacaktır ki bu haykırışın müsebbibi elbette yine Moskof ayısıdır. Sovyetler Birliği bir kez daha Azerbaycan Türklerinin bam teline dokunarak Dağlık Karabağ’ı Ermenistan’a vermiştir. Azerbaycanlı kardeşlerimiz vatan topraklarının bu denli haksızca ellerinden çekip alınmasına itiraz etmek ve bağımsız bir devlet olmak amacıyla gösteriler düzenlemişlerdir. İşte bu hâl tam da Sovyetler Birliği’nin istediği fırsatı ayağına getirmiştir.
Kime deyim derdimi?
Gaspkar namerde mi?
Yetmiş yılın dert gamı
Gözden aktı o gece!
“19 Ocak 1990 tarihinde gece saat 12’de en modern silahlarla donatılmış ordu Bakü’ye girdi ve çıplak ellerle toprağımızı savunmak isteyen oğullar ve kızlarımızı kana boyadı. İki yüz yıla yakın bir zamandan beri toprağımızdan emip götürdükleri kızıl (altın) petrolle birlikte, kızıl kanımızı da akıttılar. Toprağımızın bütünlüğünü korumak isterken öldürülen çiçeği burnundaki gençler, kız ve gelinlerimizin günahı neydi? Vatan toprağını sevmek, onu korumak dileği ne zamandan beri günah sayılıyor?” Rahmetli Vahapzâde aslında Moskof zulmünü birkaç cümlede tastamam açıklamıştı. Sovyet Ordusu bünyesinde bulunan cumhuriyetlerde artan milliyetçi hareketlenmelere ve bağımsızlık taleplerine gözdağı vermek amacıyla bir gece yarısı Bakü’ye girerek olayları kanlı bir şekilde bastırmıştır. Tarih sayfalarına QaraYanvar (Kara Ocak) olarak işlenen bu acı olay diğer Türk cumhuriyetlerinde olduğu gibi, Azerbaycan’da da yıllarca süren Sovyet zulmünün son halkası olmuştur. Akabinde Mihail Gorbaçov Bakü ve diğer önemli kentlerde 20 Ocak tarihinden itibaren olağanüstü hâl ilan edilmesi yönünde kararname imzalamıştır. Bu olağanüstü hâl kararnamesi halka ilan bile edilmeden, Bakü sokaklarında Sovyet ordusunun özel birlikleri tarafından birçok Azerbaycan Türkü amansızca öldürülmüştür. Azerbaycan devlet televizyon ve radyosu binasının elektrik ünitesi KGB timleri tarafından bombalanmış ve halka herhangi bir bilginin verilmesinin önüne geçilmiştir. Bu katliamda 142 Azerbaycanlı öldürülmüş, 612’si yaralanmış, 841’i tutuklanarak diğer Sovyet cumhuriyetlerinde zindanlara atılmıştır.
Analar amanından
Sineler oldu şanşan.
Şehitlerin kanından
Şimşek çaktı o gece!
Bu soykırım üzerine Batı, Mihail Gorbaçov’a Nobel Barış Ödülü’nü takdim ederek üstü kapalı bir şekilde (!) barışı tesis etme alanındaki başarılarının devamını dilemiştir. Elbette o da ağabeylerinin takdirini boşa çıkarmamış ve takip eden yıllarda Türk kıyımına istikrarla devam etmiştir. Bunun en büyük örneği olarak tereddütsüz Hocalı Soykırımı gösterilebilir. Esasında QaraYanvar konusunda en çok tepkiyi, hatta yaptırımı beklediğimiz Türkiye Cumhuriyeti’dir. Ancak dönemin devlet başkanı âdeta Azerbaycan Türklerini yok saymış; mezhep ayrılığını öne sürerek kardeşlerimizi İran topraklarına yamayarak mevzunun Türkiye Türkleriyle bir alakasının olamayacağını belirtmiştir. Bir defa daha anlıyoruz ki şiarı Türk için, Türk’e göre, Türk tarafından olmayan kimseler asla Türk’ün fâidesine bir amel işleyemezler. Türk dünyasının ortak hafızasına kanla yazılan QaraYanvar katliamı Azerbaycan Türklerini istiklâl yolundan çevirmemiş; aksine imanlarını tazelemiştir. Yaşasın hür ve Türk Qarabağ! Şanlı şehitlerimizin ruhuna el-Fâtiha!
Ne diyek bu vahşete,
Bu zulme, bu dehşete?
Allah bu musibete
Nasıl baktı o gece!
(1) Kasım Hacıyev, Karabağ’ın Maddi ve Manevi Kültürü, Karabağ: Sorular ve Gerçekler