Bir adam vardır ki, hiçbir düşüncesinde, hiçbir hareketinde “kendi kendisi” olamaz. Ne düşünse, ne yapsa, ne söylese kendini değil, mensup olduğu sosyeteyi, ırkı, muhiti ve dışardan aldığı telkinleri dile getirir. Kendiliğinden hiçbir şey bulmamıştır. Başka birinin sisteminden aldığı fikirleri ve akideleri o sistemin sahibinden daha softaca müdafaa eder. İradesi de böyle dışardan gelme, yanaşma, iğreti bir hareket mihrakıdır. Bilmez ki, asıl kendi kendisi, kendi içi, sonsuz imkânların, keşfedilmediği için körleşen ve tıkanan istidatların tükenmez hazinesidir. Örneğini kendinde değil, hep dışarıda aradığı için muayyen bir fikre, bir akideye, başkasının kurduğu sisteme bağlanır, kalır. Artık, ölünceye kadar hiçbir realitenin mili, onun yabancı bir telkinle perdelenmiş gözünü açamayacaktır; hayatın her şeyi her gün değiştiği halde o, sakallı feylezofundan yahut iktisatçı şeyhinden bellediği hiç değişmeyen birkaç ayet içinde kalmaya mahkûm, ilerlediğini sanarak yerinde sayacaktır. İçinde hep sürü insiyakları teptiği için, şahsiyetten mahrum, insandır bu. Bir ferttir, fakat şahıs değildir, çünkü onu teşhis için kendisine bakmaya hiç lüzum kalmaksızın, çömezi olduğu ideolojinin, içinde uyuştuğu telkin âleminin firmasını bilmek, onu ipnotize eden sakallının adını öğrenmek yetişir. Bu sürü adamlarının yüz bin tanesi bir tek şahsa muadil değildir. Nüfusunu gerçekten artırmak isteyen bir memleket, bunların sayısını azaltmakla işe başlamalı ve fertlerden değil, şahıslardan mürekkep bir sosyete kurmanın yoluna bakmalıdır.
KAYNAKÇA
Peyami SAFA, Eğitim Gençlik Üniversite Objektif 07, 10. Basım Sayfa 68