Türkeş bize Türkeş bize
Mao size Türkeş bize
9 ışık doktrinle
Yol gösterir Türkeş bize…
Türkeş’im var Türkeş’im var
Liderlerden Türkeş’im var
Eğlen moskof geliyoruz
Önde Başbuğ Türkeş’im var…
Zannediyorum iki yıl evveldi. Ahde Vefa Turan Derneğinin Konya’nın en büyük salonunda düzenlemiş olduğu geceye Yeni Ufuk Dergisini temsilen katılan bahtiyar kimselerin arasına ben de dâhil olmuştum. Memleketin dört bir yanından binbir zahmetle salonu dolduran dava büyüklerimizle daha yolculuğumuz başlamadan hemhal olmaya başladık. Bursa’dan gelen Adnan İslamoğulları ağabey ile Eskişehir tren garında karşılaşıp kucaklaştık. Yenge hanımın müsaadeleri ile Adnan ağabeyi trenin kafeteryasında uzunca bir süre alıkoyup, kendimi akşamki atmosfere tam anlamıyla hazır hissettiğimde trenimiz çetin kış şartları sebebiyle tehirli olarakta olsa bir Cuma vakti Konya’ya erişmişti. Konya’nın son otuz yıldır görmediği bir kışla boğuştuğu, kar kalınlığının metrelere ulaştığı, arabaların kar altında neredeyse görünmez olduğu soğuk bir kış günüydü. Konya’da bulunduğumuz süre boyunca Berkan reisle kol kola yürümek suretiyle buzlu yollarda düşmekten kurtulsak da, tedbirsizliğin de etkisinin olduğu bir ilahi takdir neticesinde adamakıllı hasta olmaktan kendimizi kurtaramadık. Karlara bata çıka vardığımız salonun, yolda kalıp gelemeyen yüzlerce ülküdaşımıza rağmen dolmuş olması programa gösterilen teveccühü ortaya koymuştu. Davetli büyüklerimizin hemen hepsinin birer konuşma yaptığı gecede dergimiz adına ödülü Nuri Serbest ağabeyimiz almış ve o da “Ülkücü hareketin ikinci milli mücadelecilerinin yiğit kahramanları; Sizlerin karşısında konuşurken dizlerimin titrediğini hissediyorum” diye başlayan bir konuşma ile hâzirunu selamlamıştı. Konuşmaların ardından sanatçılarımızın sahnedeki yerlerini almalarıyla salondaki coşkunun nasıl yükseldiğini hepiniz gözünüzde canlandırıyorsunuzdur. Söylenen marşlar, yakılan türküler ve 40 yıl evvel birlikte marş söyleyip 40 yıldır birbirini göremeyen ülküdaşların içinde bulunduğu ruh hali ve tabi onları gören bizler…
Bir yandan söylenen marşlara eşlik etme isteği, diğer yandan bir büyüğümüzün daha elini öpüp, bir nasihat dinleyebilir miyiz telaşı ile sona doğru yaklaşan bir gece. Ve olmazsa olmazımız Çırpınırdı Karadeniz melodisi ile aralarındaki sohbete mecburi bir ara vermek zorunda kalıp tekrar salonun yolunu tutan yüzlerce ülkücü. İşte bu gecede benim duygularımın zirve yaptığı an o dakikalara tekabül etti. Sanatçımızın ön sıralardan yanına çağırdığı gülen yüzü ve bitmez enerjisi ile kendisini görenin ne güzel bir ülkücü dediği merhum büyüğümüz 18’lik bir delikanlı edasıyla marşa eşlik etmeye başladı. Ta ki marşın son kısmı olan Türk eşine Türk eşine bölümüne gelene kadar. Tam bu kısımda sanatçının mikrofonunu eliyle kapatan hocamız salonun meraklı bakışları arasında “hadi dedi bir şey yapalım, eskiden söylediğimiz gibi söyleyelim” dedi. Çırpınırdı Karadeniz’in bu kısmının eskiden nasıl söylendiğini bilen yüzlerce kişi olsa da benim gibi bilmeyenlerin sayısı da epey fazlaydı. Merhum büyüğümüz bizleri daha fazla bekletmeden yazımın başına iliştirdiğim ve ömrümde ilk kez o gün duyduğum dizeleri 340 yıl sonra aynı şevkle ve imanla okumaya başladı. Sazın telleri tekrar vurulmaya, Bozkurt yapan eller semaya erişmek istermişçesine yükselmeye başladığında salonu o gönül adamının naif sesi kaplamıştı. Önce o söylüyor sonra bizler ilk kez onun ağzından duymuş olduğumuz dizeleri avazımız çıktığı kadar haykırıyorduk. Okuduğu ve bize öğrettiği o dizeleri ilk kez duyduğum gibi merhum Prof. Dr. İbrahim Dülger hocayı da ilk kez orada görüyordum. O gece yanına gidip elini öpmek, bir öğüt dinlemek nasip olmadığı gibi bir daha da yüz yüze hiç görüşemeden ebediyete irtihal etti hoca. Arkasından gelen bizler ise onun hali ile hâllenene kadar her cemiyetimizde dilimizden düşürmediğimiz marşımızı ondan öğrendiğimiz şekilde haykırmaya, aziz ruhunu hayırla yâd etmeye devam edeceğiz. Biz duyamasak da merhum hocamızın Kürşad atanın otağından bize eşlik ettiğine iman ediyoruz. Gönül isterdi ki İbrahim hoca ile onlarca anım, hatıram olsun ama nasipte bir tek o gece varmış. Velhasıl bu satırları yazmamdaki esas gaye bitmek tükenmek bilmeyen dünyalık hırs ve ihtiraslarımız yüzünden birbirine sırtını dönmeyip, ülkücülüğüne ve ülküdaşlığına kefil olduğumuz kimseleri mümkün mertebe bir araya getirmeye, bir arada olanların cemiyetlerinde bulunmaya, dost meclislerindeki sohbet halkasını daha da genişletmeye gayret etmenin ne kadar mühim bir hadise olduğunu hatırlatmaktı. Eğer böyle bir gece tertip edilmemiş olsa hocamızın vefatını duyar duymaz o güleç yüzü gözümün önüne gelmez ve şehirlerarası bir yolculukta telefonuma bu satırları yazmaya muvaffak olamazdım. Bu vesileyle merhumla kısa da olsa aynı salonda yer almamıza, ondan ömrümüzce unutmayacağımız ve dilimizden düşürmeyeceğimiz bir şey öğrenmemize vesile olan Ahde Vefa Turan Derneğine ve kıymetli başkanı Harun Meral büyüğümüz başta olmak üzere emeği geçen herkese bir kez daha şükranlarımı arz ediyorum. Cümlesinin ruhu şad olsun. Ailesinin, dostlarının, talebelerinin ve camiamızın başı sağ olsun.