Ahlâk, bir problem olarak, sadece insan için vardır. Bitki ve hayvanların hayatında düzen, dayanışma, hatta istismar bulunmasına rağmen ahlâktan söz edilemez.Eğer, fert ve cemiyet olarak insan da <<şuurdan mahrum>> olsa idi, bizim için de böyle bir problem olmayacaktı. Şu halde, ahlâk konusu, “şuur problemi” ile çok yakın bir ilgi içindedir.

Psikolojik açıdan düşünülürse, <<ahlâk problemi>> incelenirken, <<şuur>> konusu asla ihmal edilemez. Çünkü şuurdur ki bizde irade ve sorumluluk fikrini doğurur. İslâm ölçülerine göre, şuurun yokluğu halinde, irade ve sorumluluk da yoktur. Yalnız duyulara, reflekslere, mekanik etki ve tepkilere, içgüdü ve ilcalara dayanan bir hayatta ahlâktan söz edilemez.

Şuur, bir nevi <<otokritik>> gücü olarak ele alındığına göre, anlaşılıyor ki şuurumuzdan kurtulmadıkça <<sorumluluktan>> da kurtulamayacağız. İnsan, insan olmakla sorumluluğu yüklenmiş, <<emaneti omuzlamış>> bulunmaktadır. İnsan mükemmelleşmek ihtiyacı ile birlikte yaratılmıştır. Kısaca, mükemmelleşme ihtiyacı, <<insanın iradesi>> haline gelmiştir. İşte ahlâki davranış şuurlu ve zarurî olan bir mükemmelleşme iradesidir. Fertte şuur olmasa idi, bu iradeyi, tabiat ve cemiyet ona dışarıdan veremezdi. Ancak, cemiyet hayatının, insan şuur ve idraki için vazgeçilmez bir ortam olduğu inkâr edilemez.

İnsan, şuurlu ve dolayısı ile iradeli yaratılmıştır. Yani insanoğlu, kendi iradesinin yaratıcısı değildir. Biz, irademizi, kendi şuurlu varlığımızda mevcut ve hazır buluruz. İnsanda, mükemmelleşme iradesi, bir iç itici ve hareket olarak doğrudan doğruya şuura bağlıdır ve zaruridir. Şuur, ister istemez, mükemmelleşme ve sorumluluk iradesini ihtiva eder. Şuurunu uyuşturmak sureti ile sorumluluk duygusunu ve mükemmelleşme idaresini ortadan kaldırmaya çalışmak, insanı hayvandan daha aşağı seviyeye indirir.

Hayvan şuursuzdur, o duyumlarının verileri ile yetinir ve tatmin olur. Oysa insan, duyularını aşma cehdini ihmal edemez. İnsan, insan olmanın sorumluluk ve mükemmelleşme iradesinden kaçarak kendini mutlu kılamaz. Kendini tam bir hedonizme kaptırarak <<böcekler gibi, çiçekler gibi yaşamayı>> hayal etse bile mutlu olamaz. İnsanoğlu, kendi şerefli statüsünü terk edip nebati ve hayvanî bir hayatın hasretini çekmekle yücelemez. Oysa insan, insan olmanın sorumluluğunu duymalı ve gerçekten mükemmelleşme iradesini gayesine ulaştırmanın çilesini yüklenmelidir.

Peygamberler, veliler, büyük ahlâk kahramanları, hep insanlardaki bu sorumluluk duygusunu ve mükemmelleşme iradesini kamçılamak ve parlatmak için gelmiş ve faaliyet göstermiş bulunmaktadır. Bu sebepten, yüce ve şanlı kurtarıcımız (O’na salât ve selâm olsun); <<Ben, güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim>> diye buyurmuşlardır. Peygamberler, her şeyden önce birer <<ahlâk kahramanıdırlar>>. Ve <<ahlâk kahramanlığı>>, bütün kahramanlıkların temelidir.

Her insandan birer ahlâk kahramanı olması istense bile, muvaffak olunamaz. Bütün insanlar, insan olmak haysiyetine eşit olarak sahip iseler de bedenî , zihni ve hissi kabiliyetleri bakımından farklıdırlar. Üstelik çok farklı sosyal, kültürel, ekonomik ve politik ortamlarda yetişmektedirler. Bütün bunlar farkları çoğaltmaktadır. İslâm’ın tabiri ile <<akîl ve baliğ>> olan her insan, aldığı terbiye ölçüsünde şiddeti değişmekle beraber, mutlaka bir <<ahlâkî endişe>> taşımaktadır. Lâkin bu endişenin gücü ne zaman ve hangi şartlarda bir <<ahlâk kahramanı>> doğurur? <<Nefs-i emmareye>> ulaşan <<ideal adam>> arasında sayısız ahlâk mertebesi vardır.

KAYNAKÇA

Seyyid Ahmet ARVASİ, Türk-İslam Ülküsü I. Bilgeoğuz Basım Yayın, Sayfa 310-311

Bir yanıt yazın