Bayat, “zengin” anlamında olan “bay” kökünden gelmektedir. Kelime türetildiğinde ise “devletli, nimetli” anlamına gelir. Etimolojik kökene indiğimiz zaman Eski Türkçede “at”, “ıt çokluk eki olarak geçer. Oglıt, Ogul (oğlan)’dan geldiği gibi Bayat’ın da “bay” kökeninden geldiği anlaşılır. Teklik açısından değerlendirecek olursak Tarkat(savaşçılar) ve Oglıt(oğlanlar) kelimelerinin teklik biçimi Tarkan(savaşçı) ve Oglan(oğlan) olduğu için “bayat”ın da teklik biçimi “bayan”dır. Avar hanının adı da buradan gelmektedir. Oğuz dilinde ise Uluğ-Bayat (nimeti veren Yaratıcı) olarak geçmektedir.

Bayat boyu, cihan fatihi Oğuz Han’ın altı oğlundan biri olan Günhan’ın oğlu Bayat’tan türemiştir. Tarihimize birbirinden kıymetli şahsiyetler kazandırmıştır. Oğuzların devlet ve din adamı olan Dede Korkut ve ünlü şair Fuzuli bu boya mensuptur.

Bayat boyuna bağlı topluluklar, 1176 Eylül’ünde, bugünkü Şuhut ilçesine bağlı Kara dilli kasabasının Myriokephalon (Miryokefalon) adı verilen dar ve sarp olan doğu vadisinde (Bugünkü Denizli-Çivril) büyük bir meydan savaşı katıldı. Bu savaşa Bayatlarla birlikte Emirdağ ovası ve Eskişehir yöresinden 30.000 civarında Türkmen de katılmıştır. Bayat boyu, bu savaştan epey önce yaklaşık olarak 1147 yılında iki kol halinde bugünkü Bayat Bucağına yerleşmişlerdir. Bayat boyundan oluşan gruplardan ilki önce Kızıl İn’e gelmişler, sonra su sıkıntısı çektikleri için  buradan ayrılıp Yukarı Köy’ü kendilerine yurt edinmişlerdir. İkinci gurup ise güneyden Akşehir üzerinden gelenler, Yukarı Köydeki soydaşlarıyla birleşerek, şimdiki Bucak merkezinin olduğu bölgeye yerleşmişlerdir. Bu taraftan bakıldığında Bayat Bucağı’na yerleşenler üç nitelik gösterir:

Tepecik Mahallesinde oturanlar: Yukarı İl Kolu

Büyük Mahallede oturanlar: Halep kolu

Hamam Mahallesinde oturanlar: Dulkadiroğulları adı verilen Şam Bayadı.

Ayrıca Anadolu’nun alınmasında birinci derece rol oynayan Afyon bölgesinde bulunan üç önemli uç beyliğinden Bayat yöresine ait Emir Boğa Uç Beyliği vardır (1107). Emir Boğa Uç Beyliği’nin yerini sonradan Osmanlı Uç Beyliği almıştır (1235).

Reşîdüddîn Fazlullah-ı Hemedânî’nin “Cami’üt- Tevarih” adlı eserinde 24 oğuz boyunu sıralarken her birinin bir kuşu (ongon) olduğunu belirtir. Bazı araştırmacılar tarafından totemolarak görülse de aslına bakıldığında İbrahim Kafesoğlu’nun da tabiriyle “Din bir inançtır fakat her inanç bir din değildir.” ifadesini misal verecek olursak, Eski Türklerde bozkurt Gök Tengrinin simgesi olarak görülmektedir. Ancak bu ifadeyi Şamanizm’den alarak toteme bağlamak yanlıştır. Nihayetinde hayvana dini bir mahiyet izafe edilmez. Türklerde kurt saygı değer bir varlık olarak kabul edilmiştir ama kendisine dini bir kutsallık atfedilmemiştir. Ongon(kuş) veya kurt Türk boylarının kendisine arma olarak kabul ettiği sembollerdir diyebiliriz. El Cahiz’in de dediği gibi:“Türklerin hayvanları bile kendileri gibi Türk hususiyetini taşır yani Türki’dir.” Sembol olarak görülen bu hayvanlar Gök Tengrinin iradesindeki yaratılmış her varlık gibi O’nun bir tecellisidir. Aynı bağlamda bu hayvanlarda O’ndan bir parça ve mana taşır. Bu durumu bu şekilde değerlendirmek daha makul olacaktır.

Kuş, genel manada insan için uğurlu bir canlıdır ve insana iyilik sağlayan bir tarafı da olduğuna inanılır. Anadolu sahasında da kuşlar, şiirden el sanatlarına, oymacılıktan kilimlere hemen her sahada motif olarak yayılarak sanatta motif olarak kullanılmıştır.

Bayat boyunun simgesi “Ügi” (baykuş)dir.  Baykuş “bilgi, sezgi, belleğin simgesi” anlamına gelir. Boyların birbirlerini tanımalarında sembollerin de katkısı vardır. Bayat boyunun diğer boylar arasında tanınmasını sağlayan simge “Ügi” dir. Yusuf Has Hacip’in ünlü yapıtı “Kutadgu Bilig” de baykuş “Ügi” olarak 2314. beyitte yer almaktadır:

“Ulug tutsa hamyet kör arslanlayu

Ügi teg usuz bolsa tünle sayu”

“Arslan gibi hamiyeti yüksek tutmalı;

Baykuş gibi geceleri uykusuz geçirmelidir.”

Yukarıda kuşların çeşitli el sanatlarında motif olarak kullanıldığından bahsetmiştik. Bayatlarda meşhur olan bizim de halen günümüzde işleyip koruduğumuz sanatların en önemlilerinden birisi de kilimciliktir. Tarihte birçok kültür işleriyle uğraşmış Bayat boyu, kendisini kilimde ön plana taşımıştır. Kilim, adeta Bayat’tan çıkmış bir kültürdür. Kök boyasının ana noktası da buradan gelmektedir. Genel olarak 12 desen kullanılır ve bu desenler üzerinden muhteşem bir eser icra edilir. “Allah bir de iş iki.Ya Bismillah!” denilir ve kilim dokunmaya başlanır. Toplu halde kilim dokumaya başlayan kadınları ayrıca denetleyen bir kadın daha olur. Titiz ve dikkat isteyen bir iş olduğu için: “Başımız taşa değince aklımız başımıza gelmesin.” denilerek dokumadaki hatanın bir zaman kaybına sebebiyet vermemesi amaç edinilir. Doğal bitkilerden elde edilen kök boyalarıyla yapılan kilimler 120 yıl rengi solmadan kullanılabilmiştir. Kök boyalar yapılırken sarı tonları elde etmek için hardal ve mazı, kırmızı rengi elde etmek için boyalık otu ve tonları, pınarla bitkisinden de yeşil ve tonları elde edilirken çivit otuyla da lacivert ve tonları elde edilir. Her desen yani motifin bir anlamı vardır. Desenlere bir mana yüklendiğinden her birinin ayrı bir hikâyesi de ortaya çıkar.  Bir tabloya bakıldığında burada ressamın duygu dünyasını nasıl anlamaya çalışıyorsak kilimleri de incelediğimizde her birinde kilimi dokuyan analarımızın duygu dünyası gözümüzde belirecektir. Ev hanesinden birisini kaybeden kişi dokuma yaptığında hiçbir şekilde canlı renkleri kullanmaz. Kaybedilen kişi erkekse keçiboynuzu motifi tercih edilir. Kullanılan motiflerin en ünlüsü hayat ağacı motifidir. Bununla dokunan bir kilime baktığınızda adeta ölümden sonraki hayatı temsil ettiğini, nesillerin tohumlarının buradan atılacağını ve adeta bir diriliş temsil ettiğini görebiliriz. Böylelikle kilimin derinliklerine indikçe bu büyüde kayboluyoruz. Yıldız motifi üretkenliği temsil ettiği için başarının azimle beraber geldiğini somut olarak bu kilimlerden anlayabiliyoruz çünkü şartlar ne olursa olsun bu zahmetle dokunan kilimler neticede bir zahmetin ürünüdür. Yeni evlenecek ve doğum yapacak kadınların işlediği motif genellikle tarak motifi olmuştur. Hamile kaldığı andan itibaren çocuğunun halısı dokumaya başlayan kadın, motiflerinde çocuğunu ve onunla birlikte gelecek olan bereketi, nazarı anlatır. Genç kızlar dokumaya başladığı bir kilimi bitirmeden onu evermezlerdi. Sebebi ise Bayat kültüründe kızın kilimi bitirmesi onun yetişmiş olduğunu göstermesidir.

Yine günümüzde devam eden geleneklerin arasında, ölen bir kimsenin evine üç gün gidip ölü aşı yenilir, dişleri yeni çıkan balalar(bebek) için aş(hedik-börtme) dağıtırken bunun yanında unutulan değerlerimizden birisi, geç yürüyen balalar için aydaş (raşitizm) aşı dağıtılması ve bir diğeri de geceleri ortak belirlenen bir ortamda ferfene (ortak helva ve yemek toplantısı) düzenlenmesiydi.Bu toplanmalarda Dede Korkut hikayelerinden parçalar ve özellikle döneminin divan şairlerine göre daha sade ve anlaşılır bir Türkçe kullanan Fuzuli’den beyitler okunurdu.

“Cennet içün men’ iden âşıkları dîdârdan
Bilmemiş kim cenneti âşıklarun dîdâr olur.”

(Aşıkları cennet için sevgilinin yüzüne bakmaktan men eden kişi,
bilmemiş ki aşıkların cenneti o yüzdür.)

Âşık geleneğimizden biri olan türkülerimizin de sosyolojik açıdan bir değeri vardır. Nasıl ki bizimle özdeşleşmiş her şeyde bir yaşanmışlık var, o halde türkülerimizde de bir yaşanmışlık söz konusudur. Musikiyle taçlandırdığımız türkülerimizin her birinde bir parçamız vardır, bu parçalar canlıdır, diridir. Afyon bölgesine ait “Yüce Dağ Başında Bir Top Kar İdim” türküsü bahsettiğimiz boy üzerinden türemiştir:

“Yüce dağ başında bir top kar idim,
Yağmur yağdı güneş vurdu eridim,
Evvel yarin sevgilisi ben idim,
Şimdi uzaklardan bakan ben oldum”

Düğünlerde ise, önce kız evinde salı günü “ekmek pişirme” olur. Bütün akrabalar eş dost toplanıp düğünde yetecek kadar ekmek pişirirler. Arkasından yemekler hazırlanır. En çok yapılan yemekler: “tutmaç, yuvalak(köfte), etli bulgur aşı, toprak kebabı, yağda yumurta, etli mürdümek (bezelye).” Düğün için dışarıdaki köylerden okuncular(misafirler) gelir. Çarşamba günü tüm delikanlılar seymen giysileri giyip kalkan oynarlardı. Perşembe günü ise oğlan evi gelinin atını süsleyip kız evine nikâh kıymaya giderlerdi. Düğüne gelen okuncular çalgılarla karşılanır. Atlı okuncularla düğüncüler arasında uğur alma yarışmaları yapılırdı. Aynı zamanda geniş bir alanda cirit oyunları oynanırdı. Nikahlanmadan evvel kızı yandaşları(arkadaşları) yıkamaya götürürler ve dönüşte kıza kına yakılır. Kızın adı artık “kınalı kız” olur. Kınada evinden ayrıldığı için türküler söylenir:

“Bakırımın kulpu gümüş

Doldurmuş sekiye koymuş

Kız anadan ayrı düşmüş

Kız anam kınan kutlu olsun

Orada dirliğin tatlı olsun”

Evinden çıkan kıza öyle güzel dualar edilir ki…Örneğin gelin nazara gelmesin diye: “Yanbastı ile yılık gözlünün alına gelmeyesin gönül yemişim(evladım)!” ya da “Dar gününde ya Hızır ya da sıngar (hısım-akraba) yetişsin yavrum.” denilirdi. “Dert çekmeyince bal yenmez.” denilerek geline yeri geldiğinde sabır göstermesi için öğüt de verilir. “Gönül yemişim (evladım), kivsin kavuşsun, dürük yüzlüden (asık suratlıdan) Allah sakınsın, Rabbim seni uguz kullarından (oğuz kullarından) hayırlı etsin, avan(hırsız) kötülüğünden seni korusun.” denilirdi.

Dede Korkutun da hikayelerinde bahsettiği kadın tipleri üzerinden gelin olacak kıza “evin dayağı” olması yönünde dualar ve öğütler verilirdi. Dede Korkut’a göre kız çocuğunun eğitimi annenin üzerinedir. Evin dayağı olan kadın; misafirperver, kocasını misafir yanında mahcup etmez, cömerttir, evin sahibidir, kocasının şerefini korur, dedikodu yapmaz, nankör değildir, kocası ile uyum içindedir. Dualar ve öğütler bunun üzerine kurulmuştur çünkü Dede Korkut’taki kadın tiplemesi genellikle bu şekildedir. Kadınlar; akıl-fikir veren, yol gösteren, yatıştıran, aile üyeleri arasında sağlam bağların oluşmasını sağlayan kişiler olarak görünürler.

Bayatları mimari açıdan incelediğimizde ise evleri taş olup geçit alanı Azerbaycan ve kaynağı Orta Asya’dır. Bununla birlikte Orta Yayla sanat etkinliklerini de taşımaktadır. Mezar taşları tümüyle Köktürk (Göktürk) yazıtlarının taşlarını andırır. Taş konut mimarisi geleneği Dağıstan, Azerbaycan ve Orta Asya’ya uzanır. Bunun yanında taş oymacılığı da üstün bir düzeye ulaşmıştır. (Mermer, karataş, değirmen taşı, merdiven basamakları, dibekler, yuvaktaşları, çeşme yalakları, gömüt taşları vs.)

Bayat Boyu Dağılımı

Şambayadı (Adana/Merkez)

Şambayat (Bucak) Adıyaman-Besni

Bayatcık Afyon (Merkez)/ Bayat (Hambarcın) Afyon-Emirdağ

Bayat Amasya (Ezine)/ Bayat Amasya (Merzifon)

Bayat Ankara-Ayaş/ Küçükbayat (Bayatatik) Ankara-Bala-Karakeçili

Zümrütova (Bayat) Antalya-Elmalı-Akçay/ Bayat Antalya- Korkuteli/

Bayat Aydın-Konakpınar

Bayat Bilecik- Gölpazarı

Yakabayat Bolu (Merkez)

Bayatlar Çanakkale-Yenice-Hamdibey

Bayat Çorum-Merkez (İlçe)/ Bayat Çorum- Kargı

Bayat Denizli- Çivril

Bayatlı Gaziantep (merkez)

Bayatköyü Isparta (Atabey)/ Özbayat (Gemenbayat) Isparta-Yalvaç

Bayatdoğanşali Kars- Iğdır-Taşburun

Bayat Kastamonu-Tosya

Bayat Konya- hatip/ Yağlıbayat Konya- Obruk/ Bayat Konya- Beyşehir/ Karabayat Konya-Beyşehir-Doğanbey

Bayat Kütahya- Aslanapa/ Bayat Kütahya- Sabuncu

Bayat Manisa-Gördes/ Bayat Manisa-Soma

Bayat Niğde-Bor

Bayat Sakarya- Geyve

Bayat Sinop- Durağan

Kalınbayat Urfa- Hilvan-Gölcük

Bayatören (Bayatviran) Yozgat-Osmanpaşa

 

KAYNAKÇA

Mehmet Aydın, Bayat Boyu

Necdet Sevinç, Gaziantep’te Türk Boyları

Kaşgarlı Mahmud, Kutadgu Bilig

Dede Korkut Hikayeleri

“Dil Araştırmaları Dergisi” Sayı:3 Güz 2008, 9-25 syf.

“Oğuz Bey Adlarının Etimolojisi” Ahmet Bican Ercilasun

Bir cevap yazın