Her namazda sadece şeklen değil kalben de yöneldiğimiz yere gidecek olmanın verdiği mutluluk, heyecan anlatılamaz. Ben henüz 30 yaşındayken Umre yapma maksadı ile kutsal topraklara gitmeye karar verdim. (Burada yaşımı özellikle vurguluyorum. Maalesef toplumumuzda Umre, Hac gibi ibadetler 65 yaşından sonra yapılması gerekiyormuş gibi algılanıyor. Gideceğimi duyan birçok kişinin “Bu yaşta neden gidiyorsun?” sorusunu sorması da buna işaret. Ne kadar yaşayacağımızı biliyoruz sanki!) İnsan gitmeden kendisini hazır hissetmiyor bir türlü. Günahları aklına geliyor, yaptıkları veya yapmadıkları. Nasıl yüz sürerim Allah’ın evim dediği yere korkusu kaplıyor insanın içini. Ama hepsi geçiyor.
İzmir’den kalkan uçağımızla Medine’ye vardık. Vardıktan kısa süre sonra Cuma Namazı kılınacaktı ve hemen otelimize eşyalarımızı bırakıp Mescid-i Nebevi’ye geçtik. Allah’ım nasıl güzel bir kalabalık. Yüz binlerce insan adeta akın ediyor. Önümde bir baba-oğul gidiyor. El ele tutuşmuşlar huşu içinde Peygamberin Mescidi’ne hareket halindeler. Yüz binlerce müslümanla Cuma Namazı’nı kılıyoruz Mescid-i Nebevi’de. Her yer huzur kokuyor. Nereye baksam bir güzellik görüyorum. Daha sonraki günlerde Medine’yi geziyoruz. Yıllarca kitaplarda okuduğumuz, hikayelerini dinlediğimiz yerlerdeyiz. İşte Hz. Ali Mescidi orda. Kafamızı çeviriyoruz Hz. Ömer Mescidi çıkıyor karşımıza. Uhud Savaşı’nın yapıldığı yerdeyiz şimdi de. Savaşı anlamaya çalışıyoruz. Ve de Okçular Tepesi’nin neden terk edildiğini. Peygamber Efendimizi dinlememenin, gözünü ganimete, mala, mülke dikmenin verdiği zararı anlamaya çalışıyoruz. Günümüzde hala mala, mülke, makama olan düşkünlüğün verdiği acı sonuçları hatırlayarak…
Medine’de en unutamadığım an ise Peygamberimizin kabri ile minberi arasında yer alan kısımda namaz kılmak oldu. Peygamber Efendimizin, ‘’Evimle minberimin arası Cennet bahçelerinden bir bahçedir ve minberim de Cennet bahçelerinin üzerindedir’’ hadisini duyunca o bölgede namaz kılmak istedik. Gece yarısı 1 gibi gittiğimizde bile o kadar kalabalıktı ki tam 1 saat sonra sıra geldi. Zor da olsa ‘cennet bahçesine’ girdik. Namaz kılmak için tekbir getirdim ve namaza başladım. O anları nasıl anlatayım bilmiyorum. Gözlerim Peygamberimizin kabri ile minberinde. Bir anda vücudumdan ter boşandı. Ağlamamak istiyorum ama gözlerime yaş hücum ediyor. Hayatımda hiç böyle olmamıştım. Bir yandan secde ediyorum, bir yandan ağlıyorum, bir yandan da kalbime bu güzelliği yaşatan Rabbime şükrediyorum. O anda neler yaşandı, nasıl ağladım, nasıl namaz kıldım, nasıl dua ettim, hala aklıma gelince duygulanıyorum…
Gecesi bir başka, gündüzü bir başka oraların. Hangi vakit namaza dursak yüreğimiz heyecanla yöneliyor Kabe’ye doğru. Peygamber Efendimizi selamlarken, ona dua ederken daha mutlu oluyoruz. (Araplar mezarlara doğru dua edilmesini pek istemiyorlar. Peygamber Efendimizin kabrine dönüp Yasin okuyan bir kadını, görevli ‘Duayı Kabe’ye doğru yap’ diye uyardı.)
Ve artık Mekke’ye geçme vakti. Kabe’yi göreceğiz. Allah’ın Hac Suresi 26. ayetteki ifadesiyle, ‘Hani biz İbrahim’e evin (Kabe’nin) yerini belirtip hazırladığımız zaman (şöyle emretmiştik:) “Bana hiçbir şeyi ortak koşma, tavaf edenler, kıyam edenler, rükûa ve sücûda varanlar için evimi tertemiz tut.”
İşte tam da bu yüzden Kabe için yola çıkıyoruz. Yola çıkmadan ihrama giriyoruz tabi. İhram iki havlu. Madde olarak bakarsanız, hiçbir şey anlamazsınız o iki parçadan. Ama manevi olarak hissettirdiği şey bambaşka. Medine’den Mekke’ye gitmek otobüsle 6 saat sürüyor. İçimizde tarifsiz bir heyecan. Allah’ın en çok sevdiği yere, onun en sevdiği şeyi yapmak için gidiyoruz.
Gece 12 gibi Kabe’ye vardık. Başımızdaki Hocamızın yönlendirmesiyle dualar ediyoruz. Kabe’yi henüz görmedik. Heyecanımız her geçen saniye artıyor. Allah’ın ‘evim’ dediği, 2 milyara yakın Müslüman’ın her namazda yönünü çevirdiği o kutsal yeri göreceğiz biraz sonra. Gözlerimizi yere eğerek giriyoruz, büyük yapıların içinden geçerek Kabe’ye doğru ilerliyoruz. Hocamız ‘başınızı kaldırabilirsiniz, geldik’ demesiyle kendimize geliyoruz.
Ve Kabe karşımızda. Her namazda ‘Allahu ekber’ diyerek yöneldiğimiz Kabe. Gözyaşları içinde dualar ediliyor. Allah’ın ‘evim’ dediği yer sevilmez mi hiç! Bakıyoruz, dualar ediyoruz, derin düşüncelere dalıyoruz. Ama beni rahatsız eden bir şey var. Maalesef Kabe’nin içinden bakınca gözüken bir yapı var. Adını Zemzem Tower koydukları ama benim ‘Kibir Kulesi’ dediğim. Yapı Kabe’nin içinden bakınca o kadar çirkin gözüküyor ki anlatamam. Kabe dediğimiz yapı siyah bir örtüyle örtülmüş tüm sadeliğiyle insanları ağlatırken, hemen yanı başına dikilen bu kibir kulesi, zenginlerin uğrak yeri ve bu durum insanı kahrediyor. Kabe’deki ilk duamı Kibir kulesinin yıkılması, bu kafanın İslam aleminden defolup gitmesi için ediyorum!
Kabe-i Muazzama bambaşka bir yer. İnanın orada saatlerimi geçirdim ve hiç sıkılmadım. Öğle namaz vakti gidip yatsı namazı bitimine kadar tavaf yaptım, namaz kıldım, tesbih çektim, Kur’an-ı Kerim meali okudum. Hele farklı milletlerle yaptığım sohbetler… Malezyalı, Endonezyalı,Cezayirli, Kazaklar, Azerbaycan Türkleri… Her biriyle öylesine güzel sohbetler ettim ki. Kabe’nin bir güzelliği de oradan geliyor sanırım. Kabe’yi üzerinizdeki iki havluyla tavaf ederken içinize iç çamaşırı dahi giymiyorsunuz. O anda siz varsınız, Allah var. Yaptıklarınız ya da yapmadıklarınız… Evleriniz, arsalarınız, makamınız, gücünüz.. Hiçbirinin bir geçerliliği yok. Malezya’nın en önemli savcısı da olabilirsin, Arabistan’ın en zengini de olabilirsin ya da Türkiye’nin en önemli bakanı… Ya da hiçbir yerin hiçbir şeyi.. Allah’ın evindesin ve herkes gibi ihram kıyafeti içindesin. Adeta mahşer gününü hatırlatıyor her şey. Takva olarak ne kadar Allah’a yakınsan o kâr ediyor. Ne kadar o duyguyu hissedersen o kadar güzelleşiyor her şey.
Türk Milleti’nin güzelliğini orada bir kez daha yaşadım. Sadece Türkiye’den gidenler değil, Kazaklar, Özbekler, Azerbaycan Türkleri… Çok benziyoruz inanın. Temizliğimiz, saflığımız, sadaka vermeye olan düşkünlüğümüz, namaz kılışımız, sohbet edişimiz, güler yüzümüz ve daha niceleri. İnsana bir kez daha “Ne mutlu Türküm diyene!” dedirtiyor.
Velhasıl kelam değerli okuyucu. O güzel toprakları görmek çok ama çok güzel. Kalbiniz huzurla doluyor. İçinizi bir mutluluk kaplıyor. Ve memlekete döndüğünüzde yanlış yaptığınız şeyleri değiştirmek için size güç veriyor.
Duam odur ki herkes o kutsal toprakları görsün. Maddesel şeylere değil de oranın manevi havasını ciğerlerine kadar koklasın. Hayatınızı yönünü değiştirecek çok şey bulacaksınız…