“Ölüm adildir: Aynı Haşmetle vurur Şâhı, Geda’yı.”(Avşar Atasözü)

Anadolu’da çok kapsamlı bölgelere dağılan Avşarlar, kültürümüzü ve geleneklerimizi ciddi anlamda yaşadığımız çağa taşımıştır. Bir silsile halinde devam eden değerlerimizi, Avşar Boyunda kapsamlı bir şekilde görmek mümkündür. Bozokların Yıldızhan kolunun en ön safhasında yer alan Avşarlar, içinden nice değerler çıkarmıştır. Kendi bünyesinde 21 kol, 174 oymaktan oluşan Avşarların mesken alanlarını incelediğimizde Anadolu’muzda hemen hemen her bölgeye yerleştiklerini görüyoruz. Avşarların yerleşim bölgelerine göre dağılımını 3 ana gruba ayırabiliriz: Anadolu Avşarları, İran ve Azerbaycan Avşarları, Orta Asya’da kalan Avşarlar.

Bu üç ana gruptan birincisi Anadolu Avşarlarıdır ve kendi bünyesinde ikiye ayrılır: İlki Selçuklu zamanından itibaren sonraki yıllarda da yurdumuzun çeşitli illerine yerleşip oralarda yerleşik düzen tutan “Germiyanoğulları” ve “Karamanoğulları”;  ikincisi ise 1865 yılında Derviş ve Ahmet Cevdet Paşaların “Fırka-i İslahiyye” hareketiyle iskân edilen Avşarlardır.

Farklı coğrafyalara dağılan Avşarlar, doğal olarak dildeki yapıyı etkilemiş fakat bu etkilenme aynı manada kullanılan bir kelimenin farklı coğrafyada, farklı manada kullanılmasından ileriye gitmemiştir. Avşar boyunun kelime manasına indiğimizde farklı bölgelerde değişik anlamlarda kullanıldığını görmek mümkündür. “Avşar” kelimesi Eskipazar-Çankırı’da “Bir şeyin zıttı aksi” ;  Lice, Hani- Diyarbakır, Sivas, Ereğli, Haremi Yörükleri ve Konya’da; “Çabuk iş gören, çevik” anlamında; Iğdır köylerinde “Bel bıçağı, kama, ucu sivri bıçak”; Bahçeli, Niğde’de “gelişigüzel” anlamında kullanılmıştır.

Kaşgarlı Mahmut “işleri çabuk gören” anlamına gelen “Afşar” tabirini kullanmıştır. Buna karşılık Reşidü’d-din “ çevik ve vahşi hayvan avına hevesli “ anlamında “Avşar” ibaresini tercih etmiştir. Her boyun kendine ait bir ongonu(kuş) olduğunu bir önceki yazımızda bahsetmiştik. “Avşar” kelimesi, kartala benzeyen fakat boyut olarak biraz daha küçük ve kahve renkli, yırtıcı kuş türlerinden tavşancıl kuşu olarak kullanılmıştır. Ebulgazi Bahadır Han, bu kuşu “çure-laçin” olarak adlandırmıştır.  Mesken yerlerinin genişliğinden, Avşarların kelime hazinesinin geniş olduğu da dikkat çekmektedir. Avşarlar, Türkçe konuşan oymakların başında geldiği için özgün dil yapımızı en etkili şekilde kullanmayı, aynı zamanda dilin kendine ait özlülüğünü korumayı her zaman başarmışlardır. Genel olarak tüm Oğuz boylarında bu çabayı, gerek deyişlerinde gerek eserlerinde gerekse de sanatçılarında görmek mümkündür. Dilin yapısına önem verme mahiyetinde bir örnek olarak Avşarlı Karamanoğlu Mehmet Bey’in : “Türkçe’ den başka dil kullanılmayacaktır.” buyruğunu verebiliriz. Avşarlar diğer Türk boyları gibi Türklüğün şuurunu ve gururunu ezelden ebede giden bir akış içerisinde vermeyi kendilerine adeta görev edinmişlerdir. “Avşarlığımız, Türklüğümüze bir hüccettir. Yani sağlam Türk oluşumuzun bir delilidir.” diyen Prof. Dr. Mustafa Kafalı bunun en güzel örneklerinden biridir.

Avşar boylarından, ikincisinin özelliklerinden devam edecek olursak İran Avşarlarının farklı bölgelerde nüfus olarak bir hayli etkili olduğunu görürüz. İran Avşarları XV. yüzyılda İran’a ilk kez bir grup halinde giderler. 1457 yılında Akkoyunlu Uzun Hasan ile Karakoyunlu Cihan Şah’ın kumandanı Tarkan Oğlu Rüstem arasında yapılan savaşta Akkoyunlu ordusunda Kutbeğililer ve Gündüzlü’den Mansur Bey de vardı. Uzun Hasan’ın Fatih ile yaptığı Otluk-Beli savaşında Avşarlar, Akkoyunlu safında savaştılar. Böylece Nadir Şah önderliğinde kurulan Safevî Devleti’nden sonra yeni Avşar zümreleri de İran coğrafyasına göç eder. Mansur Bey Avşarları, İmanlu Avşarları, Alplu Avşarları, Usalu Avşarları ve Eberlu Avşarları İran Avşarlarının başlıcalarıdır. Nadir Şah’ın İran tarihinde rolü oldukça fazladır. Türklük şuuru bir hayli güçlü olan Nadir Şah kendisine yapılan suikastlerden dolayı bazı zamanlar halkına sert ve acımasız bir tutum sergiler. Buna bağlı olarak İran Devleti’nin son dönemlerinde ayaklanmalar artar ve Nadir Şah bir ayaklanmayı bastırmaya gider. Fethabad’da bir gece çadırında uyurken emir erleri tarafından 20 Haziran 1747’de öldürülür. Nadir Şah’ın ölümünden sonra devletin Batı kısmı Kaçarların, Doğu kısmı ise Afganların eline geçer. Daha sonra Avşarlar da Maraş’a iskân edilen Nadirli Aşireti öncülüğünde Anadolu’ya gönderilirler.

Üçüncü Avşar kolu; dönemine âdeta damga vurmuş, hâlâ da günümüzde özelliklerini korumaya devam eden, İskân politikasıyla Karaman’dan sürgün gelen Azerbaycan Avşarlarıdır.  Burada hala Afşar adı verilen bir köy bulunmaktadır. Evliya Çelebi, Şirvan vilayetinin Şaboran şehrinde Avşar Han adlı bir camiden bahsetmiştir bu da bölgede Avşarların varlığına bir delildir.  Aynı zamanda Azerbaycan’ın Kuba şehrinde de Usalı ve Araşlı Avşarları bulunmaktadır. Mesken alanları en geniş yerlerden biri olan Azerbaycan, nüfus bakımından da birçok Avşar’ı bünyesinde barındırır. Burada yıllardır Türklerin ortak bir acısı ve aynı zamanda kavgası vardır. Günümüzde de ne yazık ki devam eden bu kavga Dağlık Karabağ Meselesidir. Bu kavganın tarihine değinecek olursak: Ruslar, 1828’de Türkmen- Çay Anlaşması ile Karabağ Hanlığını ele geçirmiştir. Maalesef günümüze kadar gelen bir sorunun zeminini burada atmışlardır. Ruslar daha sonrasında buraya yeni bir idari sistem kurmuşlar ve Karabağ’ı; Şuşa, Cevanşir, Cebrail ve Zengenzur olarak dört kazaya ayırmışlardır. Bu kazaları önce Bakü’ye daha sonra da 1868’de Gence vilayetine bağlamışlardır. O dönemde Karabağ’da Ermenilerin sayısı pek az olmasına rağmen 1905’te başlayan çatışmalarda Ermeniler 1917 Rus ihtilali zamanında Karabağ’ın kendilerine ait olduğunu iddia etmişlerdir. Mondros mütarekesi sonucunda bu bölge, nüfusa bakılarak Azerbaycan’a bırakılmıştır fakat 1920 Sovyet işgali esnasında Karabağ ve Nahçıvan Ermenilere verilmiştir. Bunun üzerine 1921’de Türk-Sovyet anlaşması üzerine Zengenzur Ermenilerde kalmak koşuluyla Karabağ ve Nahçıvan Azerbaycan’a geri iade edilmiştir. 1923 yılında merkezi Hankendi olan Dağlık Karabağ’da bir muhtar Ermeni vilayeti teşkil ederek Karabağ’ın ¼ ünü Azerbaycan’dan kopararak Ermenilere verilmesi yönünde bir teşkilat kurunca yakın bir tarih olarak 1980’lerin sonunda bu durum yeniden ortaya çıkmıştır. Burada Ermenilerle mücadele içinde bulunan Avşarlar Dağlık Karabağ meselesinden bir hayli etkilenmiştir. Uluslararası hukuk açısından Dağlık Karabağ çatışması dikkatle incelendiğinde Ermenistan’ın tarihi kanıtları öne sürerek toprak talebinde bulunması kabul görmemekte ve Azerbaycan’ın tutumu desteklenmektedir. Meseleyi bir de Dağlık Karabağ’dan önce alacak olursak 1. Dünya Savaşı(1914-1918) esnasında Ruslarla iş birliği içinde olan Ermeniler, Anadolu halkına yaptığı baskınlarda 410 bin Türk öldürülmüştü. Rusya’da gerçekleşen Bolşevik devriminden sonra Lenin hâkimiyetinin savaştan çekilmesinden faydalanan Ermeniler, Doğu Anadolu’yu takiben Azerbaycan’da Mart 1918’den başlayarak iç ürpertici katliamlar yapmışlardır. Öyle ki, 1918 Mart olayları ve sonrasında Azerbaycan’ın Bakü, Şemahi, Kuba, Karabağ, Zengenzur, Göyçay, Lenkeran ve diğer bölgelerinde olmakla toplam 50 binden fazla insan hunharca katledilmiştir. Andranik adlı Ermeni bir haydudun, Karabağ’daki Müslüman nüfusu yok edip bu bölgeyi tümüyle yeni kurulmuş Erivan merkezli Ermenistan’a birleştirmek düşüncesi yüzünden, 1918-1919 yıllar arasında sadece Karabağ bölgesinde 150 Azerbaycan köyü insanlarıyla birlikte tamamıyla mahvedilmişti. Bu dönem Ermenilerin yapmış olduğu katliamlar, Türk ordusunun Azerbaycan’a yardımı sayesinde durdurulabilmiştir. Osmanlı ve Azeri Türklerinden oluşturulan Kafkas İslam Ordusu, Gence- Bakü istikametindeki yol boyu mıntıkaları, 15 Eylül 1918’de Bakü’yü ve daha sonra da Karabağ’ı Ermeni işgalinden kurtarmıştır. Sonrasında çatışmaya dönen kavga hala derin yaralar açmaya devam ediyor. Ne yazık ki ülke olarak olaya tarafsız bakıp arabuluculuk çağrısında bulunmakla yetiniyoruz bu tutumla sanmıyorum ki ecdadımız yattığı yerden memnundur. Türk olmanın gurur ve şuurunu, İslâm ahlakı ve faziletini gururla taşıyan Azerbaycanlı kardeşlerimizin saygıyla önlerinde eğiliyorum çünkü onlar üç asırlık bu mücadelede bir kere olsun yüzlerini ay yıldızlı bayrağımızdan sakınmadı. Şehitlerinin başlarına hem Türk bayrağını hem de Azerbaycan bayrağı asmasını bildiler tüm bunlar yetmez gibi nesillerine durmadan Türklüğü anlattılar. Şehitlerimize yakılan bin bir ağıtlarla yürek dağlayıp dağa taşa anlattılar. Dillerden düşmeyen bu ağıt bizim zihinlerimizde de kazılıdır:

Eyalet eyleyip de ağdana

Onun nankör gözlerine ağdana

Fizulini veren eller kurusun

Cebrayılda toy meclisi kurusun

Karabağ’ın ne dağı ne aranı

Üzdü bizi ayrılığın boranı

Her terefi çiskin duman alıpdur

Daglarımın gözü yolda kalıpdur

Düşmenlerin od ocağı sönecek

Karabağ’ım gene geri dönecek

Ateşkes antlaşması yapıldığı zamanlarda bile siperlerinde gece gündüz nöbet tutan yurttaşlarımızı Rabbim korusun! Bilsinler ki mevcut devletlerin politikası bizim yüreğimizdeki ateşi söndürmeyecek, Karabağ bir gün gene geri dönecek!

Anadolu Avşarlarını incelediğimizde “Avşar” adını Anadolu’nun Orta ve Batı bölgelerinde daha çok görürüz. Reşidüddine göre hükümdar çıkarmış bir boy olan Avşarlar, elbette Oğuzların İslamiyet öncesinde de en güçlü boyların arasında yer almıştır. En eski Oğuz rivayetleri de bunu destekleyecek niteliktedir. Rivayetlerde Avşarlar ile ilgili şu bilgilere yer verilir:

“Oğuz ilinin Hakanı Köl Erki’nin bir kızı vardı. Çok güzel, baba ve anasının bütün işlerine muktedir. Korkut, Köl Erki ile Tuman’a söyleyip yedi gece-gündüz düğün yapıp padişahlara layık esbap ve çeyiz ile Köl Erki’nin kızını Tuman’a verdi. Aynı zamanda Ayna Han diye Avşar ili’nin Han’ı vardı. Ayna Han bu kızı oğluna istemişti. Köl Erki de kabul edip kızı verecek olmuştu. Ayna Han kızı Tuman’a verdiğini işittikten sonra asker çekip Köl Erkin’in üzerine yürüdü. Köl Erki de büyük bir ordu ile karşı vurup Aynayı mağlup etti. Ayna’nın oğlunu öldürdü ve Avşar’ın askerini kırdı. Ayna’yı kovalayıp yurduna vardı. Yurdunu alıp altı ay orada oturdu. Ayna kaçıp başka bir ile gitti. Köl Erki ant içip Ayna’ya adam gönderip dedi ki: “Bu kötülüğü yapan sen değildin, oğlun idi. O da cezasını buldu. Şimdi seninle kardeşiz, gel yurduna sahip ol, ben dönüyorum .” Elçi varıp bu sözlerin hepsini söyledi. Ayna inanıp gelip Köl Erki’yi gördü. Köl Erki de yurdunu teslim edip dönüp kendi yurduna indi.”

Döneminde güçlülüğü ve kararlılığıyla tanınan Avşarlar; sözü sağlam, mert şahsiyetler yetiştirmiştir. Sanatı her daim işin içine katmayı çok iyi bilmişlerdir.  Avşar ozanlarımızdan Âşık Feymani, Âşık Gözübenli, Âşık İmami, Âşık Mahzuni Şerif, Cingözoğlu ve Dadaloğlu bunu layıkıyla yerine getirmiştir. Yiğitlerin yiğidi, adaletten şaşmayan, başıyla beraber mensup olduğu toplumu sonuna kadar savunan bir sanatçı yetişmiştir ki bu kişi Dadaloğlu’ndan başkası değildir. Bir sonraki yazımızda “AVŞAR BOYUNUN YAŞANMIŞLIKLARINDAN BİZE KALANLAR” başlıklı yazımız ile devam edeceğiz.

Bir yanıt yazın