Dinimizde << örf ve âdet>> sözleri beraber kullanıldığından olacak, bu iki kavram birbiri ile karışmaktadır. Daha önceden de belirttiğimiz üzere, bu ikisi arasında önemli farklar bulunmaktadır. Biz, <<örf>> kelimesini <<töre>> karşılığı olarak ele alıyor, <<âdet>> kelimesini de <<gelenek>> ile karşılıyoruz Fransızlar örf yahut töre karşılığı olarak <<coutume>> yahut <<moeurs>> kelimesini, âdet yahut gelenek karşılığı olarak da <<tradition>> sözünü kullanıyorlar.

Gerçekten de bu iki kavramı, birbirinden kesin olarak ayırmak gerekir, çünkü <<töre>> millî olduğu halde, <<gelenek>> mahalli ve dar çevrelere ait içtimaî alışkanlıkları ifade eder. Öte yandan töre, din ve ahlâk ile kaynaşan bir nevi <<yazılı olmayan hukuk>> karakteri taşıdığı halde, gelenekler daha çok belirli ve sınırlı konularda cemiyeti kendine uymaya zorlayan içtimaî kalıplan temsil ederler.

Birçokları ya bu kavramlar arasındaki karışmadan yahut da kasten <<örf ve âdet>> kelimelerini birbirinin yerine kullanmaktadırlar. Hatta dar ve mahalli bazı kusurlu gelenekleri bahane ederek <<millî töre>> ye saldırmaktadırlar. Meselâ, dinimizde ve töremizde bulunmamasına, hatta dinimizce <<yasak>> kabul edilmesine rağmen, Çin ve benzeri Uzak- Doğu ülkelerinden cemiyetimizin bazı havzalarına bulaşan <<başlık problemi>> bu kabildendir. Bilindiği gibi Batı cemiyetlerinde kız babaları damatlarına <<drahoma>> adı altında bir miktar para ve mal verdikleri halde, birçok Asya ve Uzak -Doğu ülkeleri, bunun aksine kız babalarına <<başlık>> verirler.  Oysa, dinimiz, bunu kesin olarak yasaklamış olduğu gibi töremiz de böyle bir şey istememektedir.  Esasen ülkemizde <<başlık problemi>> ,daha çok Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun belli sosyo- ekonomik yapısı içinde müşahede edilebilen <<lokal>> bir problemdir. Milletimiz çok büyük bir çoğunluğu için << başlık>> diye bir problem yoktur. << Başlık>> olsa olsa dinimize ve töremize aykırı olarak, sosyal ve kültürel temaslarla teşekkül  etmiş kusurlu bir gelenek olarak ele alınabilir. Nitekim, gittikçe ortadan kalkmaya başlayan bu <<kusurlu geleneği>> bahane olarak <<millî töre>> ye saldırmak insafsızlık olur. Biz, << başlık problemini>> çok istismar edildiği için misal olarak verdik. Bunun gibi, dar ve mahalli birçok gelenek mevut olabilir ki, dinimizde ve töremizde olmadığı halde cemiyetimizin bazı kesimlerinde varlığını sürdürebiliyor. Bütün bunları bahane ederek büyük Türk milletinin tarihî tecrübesi ile olgunlaşmış ve İslâm’ın âlemşümul karakteri içinde yücelmiş ve genişlemiş bulunan <<Türk töre>>sine saldırmak cehalet ve gafletin eseri değilse ihanet ifade eder. Bugün İngiltere gibi en gelişmiş bir sanayi ülkesi bile yazılı kanunlardan çok <<töre>> ye ağırlık verirken, hatta anayasa yerine bundan sekiz asır önce kaleme alınmış bir kral fermanını (Magna Carta’yı) kullanan bu cemiyet göz önünde dururken şu veya bu bahane ile <<millî vicdanı>>nın tarihî tecrübesine ve iradesine saldırmak neye yarar? Yeni olan her şeyde<<yaratıcı idare>> nin bir tezahürü vardır, ancak, bir <<yenilik manyağı>> kesilerek millî ve beşerî tecrübenin klâsik değerlerine saldırmak güzel olmasa gerek.

İslâm dini, kendine aykırı düşmemek şartı ile <<millî töre>>yi benimser. Ancak İslâmiyet millî töreyi itikad ve esasları içinde arındırarak, millî karakterini bozmadan âlemşümul bir çehreye kavuşturur. İslâm, kendine aykırı düşen örf ve âdet unsurlarını ayıkladıktan sonra, kendine aykırı olmayan sosyal değerlere uymayı <<vacip>> kılar, işte, <<örf ve âdetler>> konusunda Mecelle’nin hükümleri:  << âdet muhkemdir – Madde: 36>>, <<Nâsın isti’mali hüccettir ki, anınla da amel vacip olur- Madde:37>>, <<âdeten memnu’ olan şey, hakikaten mümteni olur – adde:38>>, <<Örfen maruf olan şey, şart kılınmış gibidir-  Madde: 54>>.

KAYNAKÇA

Seyit Ahmet ARVASİ, Türk İslam Ülküsü II, 1998 Basım, Sayfa 336.

Bir yanıt yazın