Üçok boylarından olan Kınık boyu, kendi bünyesinde Selçuklu hanedanını kurmuş bir boydur. Reşidüddin, İslamiyet’ten önceki siyasiye ve içtimai mevkilere göre tanzim edilmiş olan boyların listesinde Kınık boyunu sonuncu “şura “olarak vermiştir. Normal boy sıralamasındaki cetvele göre Kınıklar, 81 köy ile Kayı ve Avşar’dan sonra üçüncü sırada yer almıştır. Anadolu’da bulunan yer adlarının büyük bir kısmı Anadolu’nun fethine katılmış olan Kınıklara aittir. Kaşgarlı Mahmut ise Oğuz boyları listesinde Kınıkları ilk sırada göstermiştir. Kaşgarlı Mahmut bu boyu “çağının sultanlarının boyu” olarak belirtir. Kınık boyu, “cürre karcığay” yani “çakırdoğanın erkeği” olarak ongonlarını(kuşlarını) belirlemiştir. Oğuz boylarında kartal veya atmaca en üst kuş olarak tasvir edilir. Bununla ilgili olarak Dede Korkut hikâyelerinden Kanglı Kocâoğlu Kan Tur alı’d, Kan Turalı ve yiğitler bir kartal olarak tasvir edilmiştir:

“Kapkayalar başında yuva tutan

Kadir ulu Tanrı’ya yakın uçan

Mancınığı ağır taştan vızıldayıp müthiş inen

Arı gölün ördeğini şakıyıp alan

Koca Üveyik dipte yürürken çekip yüzen

Karıncığı aç olsa kalkıp uçan

Cümle kuşlar sultan kartal kuşu

Kanadıyla saksağana kendisini bağırtır mı?

Alp yiğitler savaş günü hasmından kaygılanır mı?

İğdir, Büğdüz ve Yıva boylarıyla birlikte Deniz Han’ın oğulları arasında gösterilen Kınık boyu “ her yerde yüce” anlamına gelir. Moğol istilası sonucu, Seyhun boylarında bulunan Kınık boylarından bir kısmı, Bozok ve Üçok boylarının büyük kollarından teşekkül eden Türkmen topluluğu halinde Anadolu’ya gelir. Daha sonra Moğolların Anadolu’ya ayak basmasıyla birlikte bu Türkmen topluluğu Suriye’ye göç eder. Yüregir, Salur, Bayındır ve Kınık’tan meydana gelen Üçoklar Memlükler’in yanında Çukurova’nın fethine katılır. Daha sonra yine Kınık boyunun bir kısmı Ceyhan ırmağından Nur dağlarına doğru geniş bir alana yerleşir. Memlüklere karşı ayaklanarak 1378’de Memlük hâkimiyetine son veren Kınıklar daha sonra kendi içlerinde Üçoklardan olan Yüregirlere karşı da saldırılarda bulunur. Tüm bu saldırılar sonucunda Anadolu’da gittikçe güçlenen Kınıklar, özellikle İç Anadolu’da da etkin rollerde bulunmuşlardır. Siyasi güçlerini XV. yy’da kaybetmeye başlayan Kınıklar, yerleşik hayat konusunda oldukça etkin ve başarılı olduğu için Osmanlı’nın Anadolu birliğini kurduğu dönemde de önemini korumuştur. Orta Asya’dan kültürleriyle gelen Türkmenler Kilikya adını Çukurova olarak Türkçeleştirmiş, iki büyük nehirden Saros’a Seyhan nehri, Pyromos’a da Ceyhan nehri adını vermiş Amanoslara da Gâvur dağları veya Kâfir dağı demişlerdir.

Prof. Dr. Faruk Sümer’in belirttiğine göre; Ebubekir bey yönetimindeki 15 bin Kınıklı Türkmen 1375 tarihinde son Ermeni baronu Leon’un savunduğu Kozan Kalesinin fethine katılmıştır. Bu olay, Kınıklıların Çukurova’daki gücünü göstermesi bakımından önem arz etmiştir. Fakat bölgenin Ramazanoğulları idaresine verilmesi ile bu olaya içerleyen Kınıklıların büyük bir bölümü yöreyi terk ederek İç Anadolu’ya yerleştiği anlaşılmaktadır. Yerleşimlerine göre İskenderun’dan Misis’e kadarki bölgeye en kalabalık olarak yerleşen Türk boyu Kınıklardır. Payas sancağı olarak nitelendirilen sancağın beyi olarak seçilen Özeroğullarının da Kınık Boyuna mensup olduğu muhtemel görülür. Buna bağlı olarak Payas (Üzeyir) sancağına bağlı 1490-1500 yılında kurulmuş olan Toprakkale yakınlarındaki Kınık köyünün varlığı buna delil teşkil etmektedir. Bu bölgede Kınık boyunun başlarında göç eri Hamza Bey boy beyiydi.  Kasabanın Kınık Nahiyesi adıyla bir de ayrı bir kanunnamesi vardır. Bu kanunname yerleşkeler üzerinden vergi tahsilatı üzerinde durmuştur. Kınık nahiyesinin yeri bugünkü Osmaniyedir. 1521 yılında 2 mahallesi olan Kınık Nahiyesinin daha sonraki yıllarda geliştiği, 5 mahallesi 17 köyü ve 53 mezrası olduğu belirlenmiştir. Nüfusun da 910’u merkezde, 1880’i köy ve ekinlikler olmak üzere 2790 kişidir. Halkın konar-göçer yaşadığı dönemde bu nüfus sayısı normal kabul edilir.

Kınık boyunun Selçuklu Hanedanına mensup olmasıyla ilgili birtakım tartışmalar edebiyat-tarihçileri arasında vukubulmuştur. Bu tartışma, Alp Er Tunga destanının da kime ait olduğu yönüne doğru evrilmiştir. Bu mevzuyu aydınlatmak faydalı olacaktır:

Türk tarihinin en karanlık dönemlerini aydınlatmayı kendisine amaç edinmiş tarihçilerimizin başında gelen Zeki Velidi Togan’a göre Selçuklular, Hazarlara bağlı Oğuz Yabgu Devleti’ne tâbi olan ve Kınıklara öncülük eden ailelerden birine mensup bulunmaktaydı. Meliknâme hakkında yaptığı çalışmalarla tanınan C. Cahen’e göre de Meliknâme geleneğinde, Selçukluların Oğuzların Kınık boyuna mensubiyeti konusunda hiçbir şüpheye mahal yoktur. Bu husus sadece sonraki dönem müellifleri tarafından değil, XI. yüzyılda, Kınık kabilesini Oğuz boyu olarak ifade eden Kâşgarlı Mahmut tarafından da doğrulanmaktadır. Selçuklular kendilerinin Oğuzlara mensup oldukları gerçeğini bildikleri halde Afrâsiyâb’a ya da Hun krallarına bağlanma konusunda bir tereddüt yaşamamışlardır. Dolayısıyla kaynaklarda onlar hem Kınık hem de Afrâsiyâb’ı adıyla zikretmişlerdir. Bu durum Türkler arasındaki köklü geleneğin ve tarihsel ortaklığın bir tezahürüdür. Afrâsiyâb’ın gerçekte bir Türk olan Alp Er Tonga olduğunu iddia etmiştir. Kâşgarlı, eserinin muhtelif yerlerinde bu büyük Türk hükümdarının düşmanları tarafından haince öldürülmesini anlatan ağıt niteliğinde manzum dörtlükler kaydetmiştir ve kitabın türlü yerlerine serpiştirilmiş olan on bir dörtlük vardır. Bunlardan bir tanesi küçük birtakım değişikliklerle tekrarlanmaktadır. Alp Er Tunga ile ilgili ağıttan kopmuş olan bu parçalar, günümüzün Türkçesiyle şöyledir:

Zaman fırsat gözetti, yer altına. pususunu kurdu, beylerin beyini şaşırttı. O (= Alp Er Tunga) kaçmakla bundan nasıl kurtulur?

Feleğin günleri, insanın gücünü kırıp tüketinceye dek çabuk çabuk geçer ve dünyadan erleri (= Alp Er Tunga’yı ve onun adamlarını) alıp götürür de dünya bomboş kalır.

Zamanın âdeti böyledir işte. Bundan başka öldürücü nedenlerden bir neden de vardır. Zaman, dağların başını gözetip okunu attı mı, dağ başları kertilir.

Zaman gezleyip de okunu atarsa ve bununla bir dağı vurmak isterse, o dağın deresi de, tepesi de yırtılıp paramparça olur.

Beyler, atlarını yordular, kaygı onları durdurdu; benizleri, yüzleri sarardı, safran sürülmüş gibi…

Erler Alp Er Tunga’nın yasından kurtlar gibi uluşuyor, yakalarını yırtıp bağrışıyor, sesleri kısılıncaya dek ağlaşıyor ve ağlamaktan gözleri yaşlarla örtülüyor.

Bağrım yandı, onmuş yaralarım tırmalandı, geçmiş günleri andı; geceler, gündüzler geçer, hep o (Alp Er Tunga) aranır.

Zaman, bütün bütüne gücünü yitirdi, erdemler azaldı; güçsüzler, düşkünler güçlendi, erdemler beyinin (Alp Er Tunga’nın) ölümünden…

Zaman öyle getirdi ki bilginlerin hali kötüleşti; felek onları öyle bir ısırış ısırdı ki edebin ve kahramanlığın eti kokuştu, arıklıktan ayakta duramayıp yıkıldı, yerlerde süründü kaldı.

Zaman, zaman olmaktan çıktı, kötüleşti. Güçsüzler, arıklar güç buldu. Zamane ehlinde erdem kalmadı, dünyanın beyi (Alp Er Tunga) dünyadan gidince…

Yusuf Has Hâcib, Alp Er Tunga ile ilgili şunları kaleme almıştır:

“Eğer dikkat edersen, görürsün ki, dünya beyleri arasında en iyileri Türk beyleridir. Bu Türk beyleri arasında adı meşhur ve ikbali ayan-beyan olan Tonga Alp Er idi. O, yüksek bilgiye ve çok faziletlere sahip idi; bilgili, anlayışlı ve halkın seçkini idi.  Ne seçkin, ne yüksek, ne yiğit adam idi; zaten âlemde ferasetli insan bu dünyaya hâkim olur. İranlılar ona Afrâsiyâb derler; bu Afrâsiyâb akınlar salıp, ülkeler zapt etmiştir.  Dünyaya hâkim olmak ve onu idare temek için, pek çok fazilet, akıl ve bilgi lazımdır. İranlılar bunu kitaba geçirmişlerdir; kitapta olmasa idi, onu kim tanırdı?”(Bk. Yusuf Hâs Hâcib K.B 2010: II, 31. 30)

Selçuklu Hanedanı’nın Afrâsiyâb’ı kendi soy kütüklerinin başına eklemesi hadisesi birinci el kaynaklardan açık bir şekilde tespit edilmektedir. Zira Selçukluların ünlü veziri Nizâmülmülk (ölm. 1092), meşhur eseri ‚Siyâsetnâme‛de hakanlara saygının gerekliliğini açıklarken: ‚Soy olarak Afrâsiyâb’a ulaşan hanedanı nedeniyle onu diğer padişahlarda bulunmayan kerametler ve ululuklar sahibi yapar‛ diyerek Türk devlet geleneğine işaret edip Afrâsiyâb soyundan olmanın bir üstünlük vesilesi olduğunu beyan etmektedir (2003: 26). Yine Tevârih-i Âl-i Selçuk’ta Selçukluların iktidara gelişi anlatılırken; ‚Türkistan iklimlerinde baş gösteren fetreti ortadan kaldırmak üzere, bahadır, tedbirli ve uğurlu Kınık uruğundan Lokmân Han’ı hükümdar yaptılar. Çünkü o, hanlık etmiş kişilerin soyundandır ve ailesi ana tarafından Afrâsiyâb’a ulaşır, denmektedir (Kafesoğlu 1955: 27).

Selçuklularda milli değer yegâne bir şekilde edebi eserlerde işlenmiştir. Kınık boyu mensubundan gelme, Selçuklu hanedanına önder olan, fikir babası olarak görülen Sarı Hoca burada dikkat çekmektedir. İçinde bulunduğu toplumun sonsuz güvenini kazanmış bir kişi olan Sarı Hoca, milletinin zor duruma düştüğü durumlarda yol gösterici olmuştur. Nitekim Selçukluların baskın yedikten sonra meşveret için bir araya geldiklerinde kendilerine çıkış yolları ararken Sarı Hoca devreye girer ve onlara yol gösterici olur: “Laf, laf, laf dedik; artık laftan başka bir şey bilmez bu Selçuklu dedik. Biz bu lafla bu ardı arkası gelmez konuşmalarla Nemek’de daha çok kalırız dedik. Bu Nemek, Selçukluya mezar olur, burada yurt yuva kurulmaz daha arkamızdan gelen var bizi sıkıştırıp öte atar, baskın vurur dedik. Öte atılan, sıkıştırılan Kınık boyu böyle böyle erir, erir ki hem de ne erir, ünümüz tünümüz kalmaz, nice Türk boylarından beter oluruz. Hâlbuki Selçuklu konuşmamalı, iş yapmalı; öyle her önüne gelenin sürüp alacağı yerleri değil dünya yıkılsa bile altında kalmayacak, el vurulup alınmayacak yerleri yurt edinmeli dedik” (…). “Horasan kaynıyor, Kuhistan kaynıyor; Ceyhunun o yanı da bu yanı da kaynıyor. Kaynar suda kalan haşlanır bunu böyle bellemeli. Bir de sözüm şu demeğe gelir ki Horasan da, Kuhistan da, Ceyhunun her iki yanı da Türk boyları için ekile sürüle yorulmuş; dölsüz toprak olmuş, aç toprak olmuş bize sökülmemiş çayır lazım biz sökmeliyiz; çayırın altındaki toprağı ilkin biz çıkarmalıyız ki, gün ışığına bizden başkasını yabancı bilsin…” (Sepetçioğlu 1988: 75). Sarı Hoca adeta bir Dede Korkut olmakta ve Yüce Birey tipinin erdemli ihtiyar görünümünde belirmektedir.  Onun şahsında Türk toplumunun ve uygarlığının kendine has özellikleriyle yarattığı İç Benlik tipini de görüyoruz. Alpaslan’ın, kendi gelişim süreci içerisinde Yüce Birey’e ihtiyacı vardır. Birtakım zorlu aşamalardan geçerken özellikle erginlenme aşamasında Sarı Hoca ona yardımcı olmaktadır. Kendi yetenekleri ve yüceliğiyle bilinç ve bilinçdışı arasında bağ kurabilen üstün bir kişidir. Bilinçdışını algılayıp kontrolü altına alabilecek ve yansıtabilecek güce sahiptir. (Gökeri 1979: 77-78).

Sarı Hocanın ölümünden sonra Alpaslan onu çok arayacaktır. Çünkü o, Alpaslan’ın her yönden gelişmesinde birebir etkili olan bir şahsiyettir ve Alpaslan bu süreci tamamladığında eserin dünyasından Sarı Hoca çekilecektir. Sarı Hoca ölürken Alpaslan’a hedefi gösterir: “Bir tek şey istedim Alpaslan’ım; Sarı Hocanın bir tek dileği oldu ömründe. Senin, Selçukluyu denize ulaştırdığını görmek. Selçukluya bin yıl, on bin yıl kalacağı bir yurt verdiğini görmek. Ama görmüş gibiyim, gözlerim o yurdu görüyor, şimdi sen gülersin Sarı Hoca sayıklıyor, son nefesinde ne dediğini bilmiyor dersin. Ölüm gözlerine çökünce her şeyi görebiliyorsun derse Sarı Hoca, görebiliyorsun demektir. Gözlerimin önünde Selçuklular, Selçuklular… mahşere kadar Alpaslanım.. Deniz kıyısında… Denizlerin ötesinde gökyüzünde bile var…” (Sepetçioğlu 1988: 190). Sarı Hocanın Alpaslan’a gösterdiği bu hedef,  Türk milleti için kalıcı bir vatandır.

Selçuklu ’da Sarı Hoca bünyesinde gelişen yakın tarihimizde de aynı ruhi inancı kendisinde bulan Kınık boyu, Anadolu coğrafyasında bilge ulularıyla meşhur olmaya devam etmiştir. En büyük uluları: Hasan Dede, Pir Sofu, Fakıuşağı, Yağmur Dede, Süleyman Dede’dir. Türbelerine ziyaret günümüzde yılın belirli zamanlarında yapılagelmiştir. Bu ulular arasında en ünlüsü Pir Sofu’dur. Yaşadığı tarih aralıkları bilinmemekle beraber Pir Sultan’ın öğrencisi mahiyetindedir. Pir Sultan’ın kurduğu teşkilat bünyesinde mevcut olup türbede ziyaret esnasında okunan, saz eşliğinde toplanmalarında dile getirilen, yine Pir Sultan Abdal’ın ağzından okumalar yapılır:

Bizden selam olsun sofu canlara
Vücudun şehrini yuyanlar gelsin
Yedi kat göklerin yedi kat yerin
Kudret binasını kuranlar gelsin

Sofu dedikleri bir kolay iştir
Erenler gördüğü bir engin düştür
Eti yok kanı yok bir uçar kuştur
O kuşun adını bilenler gelsin

Kınık Boyunun Günümüzde Yerleşim Yerleri

Kınık, Afyonkarahisar ilinin Sandıklı ilçesine bağlı bir köy.

Kınık, Afyonkarahisar ilinin Dinar ilçesine bağlı bir köy

Kınık, Afyonkarahisar ilinin Sinanpaşa ilçesine bağlı bir köy

Kınık, Bilecik merkeze bağlı bir köy

Kınık, Bilecik ilinin Pazaryeri ilçesine bağlı bir köy

Ilıcakınık, Bolu ilinin Merkez ilçesine bağlı bir köy

Sazakkınık, Bolu ilinin Merkez ilçesine bağlı bir köy

Susuzkınık, Bolu ilinin Merkez ilçesine bağlı bir köy

Kınık, Çankırı ilinin Çerkeş ilçesine bağlı bir köy

Kınık, Düzce ilinin Akçakoca ilçesine bağlı bir köy

Kınık Giresun ilinin Şebinkarahisar ilçesine bağlı bir köy

Kınık, Kastamonu ilinin Devrekâni ilçesine bağlı bir köy

Yazıkınık, Kırşehir ilinin Mucur ilçesine bağlı bir köy

Başkınık, Malatya ilinin Hekimhan ilçesine bağlı bir köy

Kınık, Şanlıurfa ilinin Halfeti ilçesine bağlı bir köy

Kınık, Tokat ilinin Almus ilçesine bağlı bir köy

Kınık, Ankara ilinin Kalecik ilçesine bağlı bir mahalle

Kınık, Ankara ilinin Kahramankazan ilçesine bağlı bir mahalle

Kınık (Aşağı) ve Kınık (Yukarı) Ankara ilinin Kızılcahamam ilçesine bağlı mahalleler

Kınık, Balıkesir ilinin İvrindi ilçesine bağlı bir mahalle

Kınık, Balıkesir ilinin Sındırgı ilçesine bağlı bir mahalle

Kınık, Bursa ilinin Büyükorhan ilçesine bağlı bir mahalle

Kınık, Burs ilinin İnegöl ilçesine bağlı bir mahalle

Kınıklı, Denizli ilinde merkeze bağlı bir mahalle. Zamanla mahalle adını almıştır. Yine Denizli Çameli ilçesinin Kınık Yeri köyü de vardır.

Kınık, Eskişehir ilinin Sivrihisar ilçesine bağlı bir mahalle

Kınık, Gümüşhane ilinin Şiran ilçesine bağlı Yedibölük köyü mahallelerinden biri.

Kınık, Konya ilinin Bozkır ilçesine bağlı bir mahalle.

Kınık, Konya ilinin Selçuklu ilçesine bağlı bir mahalle

Kınık, Manisa ilinin Selendi ilçesine bağlı bir mahalle

Kınık, Muğla ilinin Seydikemer ilçesine bağlı bir mahalle

 

KAYNAKÇA
Faruk Sümer- Oğuzlar
Doç Dr. Yılmaz Kurt (Tarih İçinde Bütün Yönleriyle Osmaniye Sempozyumu)
Oğuzname, Selçukname ve Melikname’ye Göre Selçuklu Hanedanı’nın Menşei (Özgür Türker-Firdevs Özen)
Türk Mitolojisinde Kuşlar- Mustafa Sever
TDV- İslam Ansiklopedisi

Bir yanıt yazın