Batı kavram ve düşüncelerine biraz yakından bakan herkes, Antik Yunan felsefesinde o kavramın kırıntılarını bulur. Nobel ödüllü Fransız yazar André Gide’nin de söylediği gibi “Söylenmesi gereken her şey zâten söylendi. Fakat kimse dinlemediğine göre tekrar söylenmesi gerek.” tespiti Batı için geçerliliğini korumaktadır. Zâten bir anlamda da tekâmül etmek için bir başlangıç yapılmış olması gerçeği, sağlıklı bir ilerleme için vazgeçilmez bir olgudur. Biz bu yazımıza kozmopolitlik kavramının antik temelleri ile başlamayı uygun gördük.
Olayımızın kahramanı Kinik Diyojen, bizim topraklarımızda Sinop’ta dünyâya gelmiş, daha sonra babasıyla birlikte kalpazanlık suçundan Atina’ya sürgün edilmiştir. Atina’ya geldikten sonra dönemin geleneklerine karşı çıkmış ve köpek gibi yaşamaya karar vermiştir. Bir tas bir fıçı ve dilencilikle ömrünü geçirmiş, dinde, davranışta, giyimde, barınmada, yiyecek ve terbiyede bütün geleneği reddetmiştir. (1) Bu reddediş îtibarını arttırmış, Büyük İskender’e verdiği “Gölge etme başka ihsan istemem” cevâbıyla adını günümüze kadar duyurmuştur.
Eskilerin kıymet bilmesinden midir, yoksa farklı olmanın ilgi çekici olmasından mıdır bilinmez fakat; Diyojen gibi olmadan Diyojen olmakta bir akıma dönüşmüştür. Kozmopolitlik Diyojen’den bugüne birçok evreden geçmiştir ama özünde değişmeyen de bir şey vardır. Bizler Kinik Diyojen’in neden böyle davrandığı üzerinde durmayacağız, böyle olduğu içinde yargılamak da istemiyoruz lâkin gözümüze çarpan gerçekleri de belirtmek istiyoruz.
Kozmopolitlik kelime anlamı îtibâriyle Yunanca “kosmos” ve “polites” kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmekte ve “dünya yurttaşlığı” anlamında kullanılmaktadır. (2) Dünya vatandaşlığını savunan Kinizm gibi ondan etkilenen Stoacılık da dünya vatandaşlığını savunan başka bir görüş olarak karşımıza çıkmaktadır. Cemiyet birimlerine bağlılıkta en geniş daire olduğunu düşündükleri insanlığa âidiyetin, en yakın bağ olması gerektiğini iddia etmişlerdir.
Kozmopolitlik düşüncesi daha sonrasında uzun bir reklam arasına girmiştir. Batı Roma İmparatorluğu’nun yıkılmasının verdiği travma hâli; Katolik düşüncede felsefe ile dinin, aklın ve mantığın birbirine karışmasına sebep olmuş, skolastik devir diye bilinen Batı dünyâsının karanlık devri, döneme damgasını vurmuştur. Dünyâyı batıdan ibâret gören dünya vatandaşları da yalnız olmadıklarını anlamışlar ve uzun bir süre dünya vatandaşlığından söz etmemişlerdir.
Batı Roma İmparatorluğu’nun yıkılışını tâkip eden bir asırdan fazla, sürekli gerilere düşen Batı dünyâsı, açtığı her cephede mağlûp olmuş, yenilginin sorumluluğunu kehânetlere ve hatta hurâfelere bağlamıştı. Katolik Kilisesi de üzerine düşeni yapıyor Haçlı ittifakı ile bir umut arıyor ama umduğunu bulamıyordu. Açlık, yenilgi ve vebâ gibi birçok problem Katolik dünyâsını yıpratıyor, çevrilen her göz kiliseden medet umuyordu. Kilise sorumluluğu kendinden atmak için her yolu deniyor, binlerce insanı cadı diye îdam ediyordu. Zulüm ile kurulan her düzen gibi Katolik diktası da yıkılmaya mahkûmdu. Aristo felsefesi ve Katolik Kilisesi eleştiriye mâruz kalıyor ne engizisyon mahkemeleri ne dinden çıkarmalar yıkılan bu düzeni ayakta tutabiliyordu. Batı Rönesans’ı böyle bir ortamda aydınlık saydıkları dönemlere tekrar dönüşü, köklere inişi, söylenmiş olanların tekrar yorumlanmasını işâret eder. Antik köklerden modern mânâda yeni fikirler üretilmesi reform hareketlerinin önünü açar, Fransız İhtilâli ve sonrasının yürütücülüğünü batı imzâsıyla eline alır.
Kozmopolitlik Fransız İhtilâli öncesinde tekrar kendine yer bulur. Hümanizmin de kurucularından Desiderius Erasmus, aynı zamanda kozmopolitlik düşüncesinin de kurucularından sayılır. Hristiyan ruhunu antik çağlarda arayan Erasmus, Antik Çağ düşüncesinin Avrupa’ya yayılmasında büyük rol oynar ve Avrupa’nın ortak bir sanat ve bilim anlayışının çatısı altında birleşmesini savunur. (3) Devletlerin yapay ayrılıklar yarattığını ve insanların birlik olması gerektiğini savunun Erasmus, anlaşılan Kozmopolitlik derken Batı kimliğinde birleşmeyi düşünmüştür.
“Sağduyu” kitabıyla Amerikan Bağımsızlık Savaşını ve Fransız İhtilâlini etkisi altına alan Thomas Paine’de kendini dünya vatandaşı îlân edenlerdendir. Oysa dünya ulus devletler çağına henüz yeni başlıyordu. Fransız İhtilâli kozmopolitliğe gerçek mânâda darbeyi vurmuştur. Devletlerin anayasalarla yönetimi geçerlilik kazanmış ve İmparatorluklar Birinci Cihan Harbi’nin sonrasında hayâta gözlerini yummuştur. Fransız İhtilâlini etkili kılan devletlerin anayasaya sâhip olması ile berâber keyfî yönetimin önüne geçmesi gerektiğini ihtilâlle duyurmasıydı. Bir başka deyişle vatandaşlar arasında hukukî eşitlik fikrinin öncüsü olmasıydı. Hukukî eşitlik için homojen bir toplum gerekliliği ulus devletleri doğurmuş, kozmopolitlik de tekrar reklam arasına girmiştir.
Birinci Cihan Harbi sonrasında kurulamayan denge ikincisinin önünü açtı. Dünya yeni silâhlarla tanıştı ve milyonlarca insan hayâtını kaybetti. Menfaatler çatıştığında dünya vatandaşlığının esâmesinin okunmadığını acı bir şekilde tecrübe ettik. İkinci Cihan Harbi sonrasında yeni bir denge şekliyle tanıştık. Milletler ideolojik mücâdelenin ve savaş tehlikesinin canlı tutulduğu soğuk savaşın tarafı oldu. Türkiye’de bundan nasibini aldı. Sovyet Rusya İkinci Cihan Harbi akabinde Doğu Anadolu bölgesinde ve Boğazlarda hak iddia etti. Türkiye de batıyla hareket etmek zorunda kaldı. Sovyetler Birliğinin dağılması, Berlin duvarının yıkılması zâten temelleri öncesinden atılmış olan Avrupa Birliği’nin kurulması Amerika Birleşik Devletleri’nin tek süper güç olarak kalması kozmopolit düşünceye tekrar kapı araladı. Postmodernizm nâralarıyla berâber Küreselleşme üzerine akademik araştırmalara süratle başlandı.
“1989-1991, sonradan erken doğum olduğu anlaşılan analizler getirdi. Bunların en meşhuru, Francis Fukuyama’nın ‘Târihin Sonu ve Son İnsan’ kitabıdır. Marks’ın sınıflar mücâdelesiyle sarmal sarmal yükselip bugünlere gelen târih, SSCB’nin yıkılışı ile sona eriyordu! Globalizmi daha bir cânı gönülden karşılayan, New York Times’ın dış politika yazarı Tom Friedman’dı. İki kutuplu dünyânın bir kutbu yok olunca önce tek kutuplu dünya meydana gelecek, sonra tek kutup kendi başına bir anlam ifâde edemeyeceği için yok-kutuplu dünya, kutupsuz dünya ortaya çıkacaktı.” (4)
Küreselleşme bahsine burada ara vererek en başa dönmek istiyorum. Bilinen gerçek mânâda ilk dünya vatandaşı olmayı hak etmiş Kinik Diyojen, bir Atinalının nerelisin sorusuna “Ben bir dünya vatandaşıyım.” diyerek bunu tescillemişti. Diyojen’in fark ettiği bir şey vardı, o da kozmopolit olmak için bulunduğun toplumun değerlerinden tamamen sıyrılman gerektiğiydi. Stoacılar Diyojen kadar ileri gitmese de doğayı yüceltmişler, doğayı eşitliğin ve özgürlüğün yatağı olduğunu söylemişlerdi. Onlara göre insan, bir kültür çevresi bir devlet ya da medeniyet inşâ etmeseydi eşitlik bozulmayacaktı.
İnsan nesli elbette insan olma haysiyet ve şerefi îtibâriyle eşittirler. Yüce Kitabımız Kur’ân-ı Kerim’in Hucurât sûresi on üçüncü âyetinde belirttiği gibi: “Ey insanlar! Muhakkak ki biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Sizin en yüceniz Allah katında en fazla sorumluluk bilincine sâhip olanınızdır. Muhakkak ki Allah Âlim’dir, Habîr’dir.” (5) İnsanlar arasında üstünlüğün olmadığı Yüce Kitabımız tarafından da tasdik edilmiştir. Lâkin doğduğumuz andan îtibâren koşullarımız birbirimizden farklıdır. İnsan olma bakımından eşit olduğumuz gibi hiçbirimiz de aynı değiliz. Sırf daha eşit olmak adına insanların kendi kaderlerini tâyin etme hürriyetlerinin ellerinden alınmasına karşı çıkıyoruz.
Fransız İhtilâlinin insanoğluna kattığı değerlerden birisi şüphesiz hukukî eşitlik kavramının gelişimi olmuştur. Burada adâlet kavramını ayırmak gerekmektedir. Bilindiği üzere Osmanlı Devleti hukukî olarak Milletler Sistemi’ni uygulamış, bünyesinde yaşayan gayrimüslim ve Müslüman tebaayı kendi inanç sistemlerine göre yargılamıştır. İmparatorluk düzeninde âdil olmak bunu gerektirmektedir ve bu konuda çağının ilerisinden gitmeyi başarmıştır. Hatta anayasacılık faaliyetleri Osmanlı’da başladığında bundan gayrimüslim tebaa dâhil kimse hoşnut olmamıştır. Sözümü bu örnekle şuraya getirmek istiyorum, hukukî eşitlik homojen bir toplumda âdil olma vasfını koruyabilir. Kozmopolit bir ülkede hukukî eşitlikten söz edilemeyeceği gibi eşitlikten de söz edilemez.
Hukukî eşitliğin yetersiz kaldığını savunan sosyalistler, ekonomik eşitlik olmazsa gerçek mânâda eşitliğin olamayacağını savundular. Belki de insanları gerçekten eşit yapmak istiyorsak haklılık paylarının olduğunu kabul etmek gerekiyor ve kulağa hoş geliyor! Pratikte ise durum çok farklı, ekonomik eşitliğin kriteri olarak bir zümre belirlemek gerekiyor, sosyalizm bunu proletarya yani işçi sınıfı olarak belirledi. İnsanları eşit yapacağız diye insanların hayatlarına karar verme hürriyetini elinden aldılar. İnsanları eşit yapmak için zorunluluklar üretmek durumunda kaldılar. Sınıfsız toplum zorunlulukların olduğu hürriyetin olmadığı bir toplum olarak pratikte yerini aldı. Feminizm de başka bir eşitlik sevdâlısı akım olarak aynı yanlış çizgide ilerliyor. Toplumsal cinsiyeti yok etmeyi yani cinsiyetsiz bir toplum kurmayı hayal ediyor. Kadının istismar edilmesi ya da âile içi şiddet gibi hastalıklara açılan savaş, ne yazık ki toplumsal cinsiyet eşitliğinde bitiyor. Çocuk gelişiminde cinsiyet eğitiminin, sağlıklı bireyler yetişmesi için ne kadar önemli olduğunu görmezden geliyor. Sosyalizmde işçi sınıfının faydasına bir şey çıkmadığı gibi Feminizm’de de kadının faydasına bir şey çıkmıyor. Konumuz Sosyalizm ya da Feminizm olmadığı için çok uzatmak istemiyoruz.
İletişim imkânlarının her geçen gün attığı günümüz dünyâsını anlamlandırabilmek için küreselleşme kavramı ortaya atıldı. Yukarıda da belirttiğimiz gibi küreselleşme yok-kutuplu dünya iddiası üzerine kuruldu. Artan iletişim imkânları toplumları daha da anlaşabilir kılacak, insan alışkanlıkları daha da aynileşecekti. Küreselleşme de diğerleri gibi milletlerin eşitliğinden yani milliyetsizlikten dem vurdu ve bunu da ilmî bir gerçeklik olarak sundu. Anthony Giddens gibi sosyologlar küreselleşme sürecini yazdı. Aslına bakarsanız insanoğlunun dünyâya geldiği günden bugüne iletişim imkânları her geçen gün daha da artmıştır ve artmaya devam edecektir. Doğru bir önermenin kehânetle birleşmesi skolastik düşüncenin bir yansımasıdır ve kaybetmeye mahkûmdur. Târih ve sosyoloji bize iletişim imkânları artıkça millî bağlılığın daha da artığını göstermiştir.
Yukarda saydığım ideolojilerin hepsi kozmopolittir. Buna ümmet birliğini sağlamak için Türklükten vazgeçmek gerektiğini savunan Siyâsî Ümmetçileri de dâhil etmek lâzımdır. Temel amaçları kültürel farklılıkları ve millî kimlikleri yıpratmaktır. Onlara göre “bütün insanlık” ortak paydasında buluşmanın yolu da mozaik toplum olmaktır. Bir başka ifâde ile “Alt kültür farklılıkları güçlendirilip millî kültürden uzaklaştırılmalıdır.”. Karşı çıkanlara “Var olan farklıklara saygınız olsun.” cevâbı da bu mânâda en büyük paradoks olmaktadır. Bütün insanları tek tipleştirmek arzusunda olanların milliyetçilerle karşılaştıklarında bu cevâbı vermeleri maksatlı değilse ahmaklıktan kaynaklanmaktadır. Maksat bellidir ve çok açıktır, parçalanmış olanı sömürmek her zaman daha kolaydır.
Yazıma İskender Öksüz hocamızın şu sözleriyle son vermeyi düşünüyorum: “Bilimin verileri gereği değil de ideolojileri ve hisleri gereği milliyetçiliğin bitmesini arzu edenler ‘Globalleşme çağında ne milliyetçiliği? Milletler artık bitiyor!’ hükümlerinde biraz aceleci davrandıklarını gördüler. Şimdikilerde bu sesler duyulmuyor. Gerçek şu ki bu sesler her zaman vardı ama o seslerin asıl kaynağı milletin bitişine sebep diye gösterdikleri şeyler değil, arzu ettikleri sonuçtu. ‘Globalleşme çağında ne milliyetçiliği?’ sorusu, “Edison ampulü buldu, daha ne milliyetçiliği?”, ‘Radyo icat oldu, daha ne milliyetçiliği?’, ‘Uzay çağında ne milliyetçiliği?’ soruları gibi dolaşımdan kalktı.” (6)
Kaynakça
(1) https://tr.wikipedia.org/wiki/Diyojen
(2) https://tr.wikipedia.org/wiki/Kozmopolitanizm
(3) https://tr.wikipedia.org/wiki/Desiderius_Erasmus
(4) İskender Öksüz, Globalizm, Millet ve Milliyetçilik, Panama Yayınları, 2016
(5) Prof. Dr. İsmail Yakıt, Hucurât Suresi 13. Âyet, Kur’an-ı Hakîm Meâli, Ötüken Yayınları, 2020
(6) İskender Öksüz, Globalizm, Millet ve Milliyetçilik, Panama Yayınları, 2016
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.