Gözlerimi açmakta zorlanıyorum. Uykumdan uyanasım hiç mi hiç yok. Onca sesi, telaşeyi, koşturmacayı idrak edemiyorum. Uyumam lazım. Ayşe teyzelerin oğlu Mehmet’le çok koşturduk bugün. Hele ağaçtan inemeyip de kırk saat Mehmet beni indir, yardım et diye diye ağacın tepesinde çok bekledim. Anne gitmeyelim, koşturmayalım böyle. Hem yarın Mehmet’le Rüstem amcaların kızı Ayşe’yi de alıp tavşan avına çıkacağız. Bakalım, Mehmet’in dediği gibi Ayşe avda benden daha yaman mıymış? Çekme anne kolumdan, ayaklarımın hiç gidesi yok. Mehmet, Mehmet! Mehmetler de mi bu saatte misafirliğe gidiyor yoksa? Mehmet! Ayşe teyze neden ağlıyor? O an bu koşturmacanın sadece bize özgü olmadığının farkına varıyorum. Askerlerin iteklemesiyle herkesin vagonlara doğru hareket ettiğini görüyorum. Neler oluyor böyle, bu nasıl bir misafirlik? Annem neden bu kadar sıkı tutuyor elimi? O an annemin gözlerinden de yaşların aktığını fark ediyorum. Birden vagonun içine giriyoruz. Babam, annem, abim, kardeşim, dedem ve ninem dip dibeyiz. Daha bir sürü kişi geliyor yanımıza. “Bunlar hayvan vagonu değil mi?” diyorum içimden ve tabiî kimse beni duymuyor. Vagonlar kapatılıp kilitleniyor. Her yer kapkaranlık ve ben şimdi iliklerime kadar korkuyu hissediyorum.
Karnım gurulduyor. Keşke anamın yaptığı ekmekten yanımızda olsaydı. Elimi bastırıyorum karnıma. Belki açlığım geçer diye düşünüyorum ama geçmiyor. Dedem yine derinden derinden öksürüyor. Annem hâlâ ağlıyor. Ninemin de bir ağrısı var galiba, hafiften inliyor sanki. Gözümü dikip nineme bakıyorum. Vagona vuran azıcık ışık sayesinde yüzündeki ifadeyi anlamaya çalışırken ninem, annemin kulağına bir şeyler fısıldıyor. Az da olsa seçebildiğim kadarıyla ninemin tuvalet ihtiyacının geldiğini anlıyorum. Durmuyoruz ki tuvalete nasıl gidecek? Ya benim de tuvalete gitmem gerekirse? Daha ne kadar sürecek bu yolculuk? Hem böyle üst üste nereye götürüyorlar ki bizi? Şimdiden çok özledim evimi deyip birden ağlamaya başlıyorum. Sanki abimle kardeşim de beni bekliyormuş gibi onlar da başlıyor ağlamaya. Annemin gözyaşları da artık usul usul akmıyor. O da hıçkırarak ağlıyor ve bize sarılıyor. Sesimi duy Rabbim, ben evime gitmek istiyorum.
Ne kadar zamandır yoldayız bilmiyorum. Gece mi gündüz mü sezemiyorum. Belki de en kötüsü dedem öksürmeyi kesti. Ninem ise bomboş gözlerle vagonun tepesine bakıyor. Artık vagonda ağlayan bir bebeğimiz var. Hatice abla burada doğum yaparken ne korkmuştum. Ağlayanlar azaldı. Kimsenin takati kalmadı. Hepimiz çok acıktık. Açlık, susuzluk bir yana burası çok kötü kokuyor çünkü tuvalet için dışarı çıkartmıyorlar ama ninem utanmıştı bu fikri duyunca. Daha kaç kadın utandı kim bilir. Ne olur kapıyı açsınlar artık. Allah’ım dedem, ninem ölmesin. Mustafa dede gibi Meryem nine gibi kimse ölmesin. Kimse ağlamasın, eve dönelim Allah’ım. Lütfen, duy beni!
Medine’nin dediği gibi olmadı. Dedesi, ninesi, annesi, abisi ve kardeşi daha fazla dayanamadı bu yolculuğa. Medine, ailesinin cesetlerinin Sovyet askerleri tarafından kazılan derin çukura atıldığını gördü. Hastalıktan can çekişenleri gördü. Ölümü gördü, acıyı tattı, aç kaldı, evini çok özledi, izledi ama hiçbir şey yapamadı. Medine, 1944 Kırım Sürgünü ile hayvan vagonlarında belirsiz bir yolculuğa çıkan Kırım Türklerinden sadece biriydi. Evet, şimdi de 1944’teki sürgün zamanına dönelim.
Kırım, İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanlar tarafından işgal edilmişti. Kızıl Ordu, 10 Nisan 1944 yılında Kırım’ı Almanlardan geri aldı. Bununla birlikte Türklere yönelik mezalimine başladı. Yaptıklarını meşrulaştırmak amacıyla Stalin, 11 Mayıs 1944 tarihinde ‘vatan hainliği, Sovyet halkını imha etmeye yönelik girişim ve Nazi işgalcileriyle işbirliği’ gibi asılsız gerekçeler öne sürerek Kırım Türklerinin anavatanlarından sürülmesini emreden bir karar almıştı. Bu kararla birlikte insanlık tarihine kara bir leke bırakan sürgün emri, uygulamaya koyuldu. Gece halkın yaşadığı evler basılmış ve Kırım Türklerine on beş yirmi dakika gibi bir süre verilerek hazırlanmaları istenmiştir. Yetmiş trenle iki üç hafta devam eden bu yolculuk, bir ölüme sürülüştü. Dört yüz bine yakın kişi, hayvan vagonlarıyla Türkistan, Urallar ve Sibirya’ya sürgün edildi. Hayvan vagonlarında insanî şartlar dışında sürülen binlerce kişi, bu zorlu yolculuğu tamamlayamadı ve bu yolculukta yüz binden fazla insan öldü. Sürgünden sonra Sovyet Rusya, Türklerin geride bıraktığı eşyalara el koymuş, mezarlıklarını dahi yok ederek geride onlara dair bir iz bırakmak istememişti.
Malları, mülkleri imha edebilirsiniz. Bir bedeni toprağa gömüp yok edebilirsiniz. Unutmak ve unutturmak insan için kolay. Lakin bir toprağa ağıt yaktıysanız ve dilinizden o ağıt yıllarca düşmemişse hiçbir şeyi hiç kimseye unutturamazsınız. Yaktığımız onca ağıt onca coğrafyada bize kim olduğumuzu ve ülkümüzü unutturmuyor, unutturmayacak da. Sözlerimiz izimizdir. Dokunduğumuz, varlığımızı hissedip hissettirdiğimiz her toprak parçası fiilen olmasa da olamasa da bizim.
Bipz Qırım’dan çıqqanda,
Qar yağmadı qan aqtı.
Anam, babam, qız qardaşlarım,
Qozleri tolu yaş qaldı.
Kökten uçqan uçaqlarınıñ,
Qanetlerini kim yazğan.
Şu Qırım’da olgen gencecık cigitlerinin,
Cenazeleriñ kim qılğan.
Qaçar edim meñ Aqyar’dan,
Qaradeniz bolmasa.
Asar edim öz özumñı,
Annem, babam bolmasa.
Unutmayın bu ağıdı, unutmayın bu toprakları. Ruhunuzla hissedin. Sizin atalarınız, analarınız hiçbir canlıya yapılmayacak davranışlara maruz kaldılar. Farz edin o vagonda siz Medine’siniz, Medine’nin anası sizin ananız. Medine’nin erkekler var diye utancından tuvaletini yapamayıp hastalanıp ölen nenesi, sizin neneniz. Rabbim sizleri, bizleri bu kahpe düzenin kahpelerinden korusun. Ağıtlarımıza yeni ağıtlar değil şanlarımıza şan ekleyip yeni marşları bize yazdırmayı nasip etsin. Topraklarımıza hasret kalmadığımız, insanî değerlerle yaşayıp yaşattığımız, milletimizin hak ettiği değeri ve davranışları gördüğü bir cihanda var olduğumuz ve yeniden Türk’ün cihana mührünü vurduğu günlere kadar Rabbim, kılıcımızı ve imanımızı keskin ve diri tutsun.
Rüzgarı sadece saçlarımda değil ciğerimde de hissediyorum. Bu toprak kokusu, bana hürlüğümü hatırlatıyor. Türk’ün toprağının kokusu da mı güzel olur Allah’ım? Sen bana özgürlüğümü tekrardan yaşattın, kendi topraklarımda ölmenin huzurunu da yaşat Ya Rabbim. Kimsem kalmadı. Babam da bu dünyadan göçtü göçeli Kırım’a daha da hasretlik çeker oldum. Hatıralarımda dün gibi Kırım, evim, anam, kardeşlerim, Mehmet… Toprak çekiyor derler ya yaşlılar için, ‘bir gözü toprağa bakıyordu’ diye. Kendi toprağıma bakmak istiyorum Rabbim. Beni öz vatanımın toprağında yatır. Aileminki gibi kireçlerin arasında değil. Ah, bilmezler ki bu özlemi, bu hissi. Herkes gideyim der vatanımdan. Daha iyi imkanlarda yaşayım der. Vatanı olmadığında anlar insan; öksüzlüğü, yetimliği. Kimseyi vatanından uzak, vatan sevgisinden yoksun, gönlü boş olanlardan eyleme Ya Rabbim!
Medine teyze, bilmeden o gün son duasını etmişti. Kendi toprağından uzak olsa da Türk topraklarına gömüldü. Sürgünde ölen nice can için El-Fatiha…
KAYNAKÇA
Türk Akademisi Siyasi Sosyal Stratejik Araştırmalar Vakfı. Kırım Sürgünü ve Katliamının 76. Yıldönümü. İsmail Faruk Aksu. 18 Mayıs 2020.
2024-05-27
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.