İstanbul
Oy Kerkük, oy gardaşım, gözyaşını öksüz bıraktığım soydaşım… Sen ses ettin, duymadım mı? Kana boğuldun günlerce, ben yedim içtim yattım mı? Oy babasız kalan evladım… Anası acıdan toprağa düşen çocuğum. Oy, oy… Nasıl bir acı bu Allah’ım… Sağ olup da yanına varamayan ayaklarıma mı küsem? Konuşup kapanmayan şu ağzımın senin derdin olduğunda susuşuna mı darılam? Benim evladım yanımda da senin evlatlarını toprağa vermene mi yanam Kerkük? Tutan elim tutmayaydı, gören gözüm görmeyeydi, yürüyen bacaklarım kopaydı da bunca sağ oluşuma rağmen seni görüp duyup yanına varamayan bu canım kahrolaydı. Oy gardaşım… Kahrolsun sana kıyan, kahrolsun seni görünmez eden bu alem… Oy Kerkük, can Kerkük…
Ali büyük bir korkuyla annesinin yanına gitti: “Annecim, babama ne oldu?”
“Sen korkma Ali’m… Baban çok üzgün sadece.”
“Neden?”
“Hani sana geçenlerde zamanı gelince kanatlanıp bu dünyadan başka bir dünyaya göç edenler var demiştim ya… Babanın kardeşleri de öyle birer birer kanatlanıp gittiler…”
“Oğuz amcamlar mı?”
“Hayır, onlar değiller. Hani yine bir keresinde sana demiştim ya. Bu topraklar dışında da bizim olan topraklarda yaşayan abilerin, ablaların, kardeşlerin, amcaların, ninelerin var diye. Onlardan bazıları kanatlanıp gittiler.”
“Ne zaman gittiler anne? Bari biz de ailesinin yanında gitseydik. Belki bizi görünce mutlu olurlardı. Onlar da bizim akrabamız ya.”
“Onlar gideli epey olmuş.”
“Siz şimdi mi öğrendiniz peki?”
“Maalesef öyle oldu oğlum. Baban bu duruma daha da üzüldü. O yüzden böyle. Ama sen korkma tamam mı? İyi olacak baban.”
“Anlamadım. İnsan kardeşinin kuş olup cennete gittiğini şimdi mi öğrenir? Hani onlar bizim akrabamızdı? Kalanlar üzülmüştür yanlarına gitmedik diye.”
Ayşe de tutamadı artık kendini ve Ali’ye sarılıp ağlamaya başladı. Doğru ya, insan kardeşlerinin öldüğünü daha doğrusu öldürüldüğünü üstünden bunca vakit geçtikten sonra mı öğrenirdi…
“Oy Kerkük, Can Kerkük
Canım sensin Kerkük
Duyamadım feryadını
Varıp derman olamadım yarana
Kahrolsun bu gardaşın ha”
Kerkük
“Ölmesin, ölmesin Allah’ım… O benim babam. Baba, babacım ne olur gitme. Bırakın o benim babam…” “Yine Mehmet çığlıklar atarak uyandı. Her zamanki gibi gözyaşından kıpkırmızı olmuş gözlerle ona bakan anasına sarıldı. “Anne, babamı özledim. Babamı çok özledim” diye diye ağladı. Belki Ali olsaydı yanında teskin olurdu. Onun sayesinde haftalardır eline almadığı oyuncaklarını alırdı da birkaç dakikalığına da olsa kendi dünyalarına çekilirlerdi. Lakin Ali, babası gibi yeni öğrenmişti akrabalarının öldürüldüğünü.
“Oy öz gardaşım,
Bağrımı deştiler de duymadın…
Kanımızı oluk oluk akıttılar da görmedin…
Bekledik de gelmedin…
Şimdi yan sen Kerkük.
Gardaşın bilmez ne haldesin,
Parçalanmış cesetlerinle kan gölüsün,
Feryatların yıkamadı ya şu cihan,ı
Şimdi sen yaşayan ölüsün.
Ah beklerim yollarını…
Uzat derim şu ellerini…
Dermanım az kaldı gel kurtar beni.
Zalimler geçit vermez yaşamaya,
Ya öl, ya öl derler bana.
İşit feryadımı öz gardaşım,
Ya bugün ya yarın belki sana daha uzağım.”
Mehmet yine ağlaya ağlaya uykuya dalabildi. Annesi de pencereden çok uzaklara…
Katliamdan Birkaç Gün Öncesi…
Sabahın erken saatlerinde bir grup silahlı asker, diğer Türk evlerine yaptıkları gibi Cihat Beylerin de evlerine gelip arama yapmışlardı. Amaç evde silah vb. aletlerin olup olmadığına bakmaktı. Zaten askerlerin içinde komünistler ve Kürtler vardı. Yine bir şeylerin yolunda gitmediği belliydi. Zaten bir yıl öncesinde Irak’ta askerî darbe yapılmış ve cumhuriyet ilan edilmişti. Sonrasında siyasî suçlular için af çıkartılmış ve Molla Barzani de bu fırsattan yararlanıp Irak’a geri dönmüştü. Geçenlerde de 2. Tümen komutanı görevinden alınıp yerine komünist biri getirilmişti. Cumhuriyetin birinci yıl kutlamalarından önce yine bir şeylerin peşindelerdi. Bunu da zaman gösterecekti. Mehmet ilk başta askerleri görünce korkmamıştı ama yanlarına yaklaşmaya çalıştıkça ona kötü kötü bakmaları içini ürpertmişti. Askerler evden çıkınca annesine dönüp “Ben asker olacağım ama bu kadar çirkin bakmayacağım” dedi. Annesi Zeynep Hanım, oğluna tebessüm edip onun sırtını sıvazlayarak kendi içinde derin düşüncelere daldı. Akşam eşi Cihat Bey’le konuşmayı sabırsızlıkla bekliyordu.
Akşam Cihat Bey gelince yaşananlar üstüne konuşmuşlardı. Odaya Mehmet girince cumhuriyet kutlamalarına konuyu kaydırıp onunla oynamışlar ve olacak her şeyden habersiz rahatça uykuya dalmışlardı.
İki gün çabucak geçmiş ve kutlama gününe gelinmişti. Kutlama için herkes sokaklara dökülmüştü. Herkes heyecanlı ve mutluydu. Mehmet annesinin elini tutmuş büyük bir tebessüm ile annesine bakıyordu. Ta ki silah seslerini duyuncaya dek… Her taraftan çığlıklar yükselmeye başladı. Zeynep Hanım birden ayaklarından çivilenmiş gibi kalakaldı, oğlunun gözlerine baktı ve usulca “Cihat” diye seslendi. Mehmet korkmuş bir şekilde annesine sarılırken Zeynep Hanım kahvedeki eşini düşünüyordu. Silah sesleri tam da oradan geliyordu. Bir an tereddüt etti ateşin geldiği yöne doğru gidip gitmemekte. Mehmet’in yüzüne baktı. O anda sokakta yürüyenlerin de üstüne ateş açılmıştı. Zeynep Hanım o an bir güçle ayaklarını çivilendiği yerden söktü ve Mehmet’i kucağına alıp eve doğru koşmaya başladı. Bir taraftan Cihat deyip ağlıyor bir taraftan da kurşun yarasıyla yere yığılan insanlar arasından eve doğru koşmaya devam ediyordu. Evine doğru yaklaşırken Mehmet’in Emel demesiyle Zeynep Hanım bir an duraksadı. Evet, Emel, komşularının kızıydı. Evlerinin kapısı açıktı ve küçük Emel yerde kanlar içindeydi. Zeynep Hanım hemen Mehmet’in gözlerini kapattı ve eve doğru koşmaya devam etti. Ah Emel… Henüz 12’sindeydi…
“Kerkük’ün Temmuz günü mahşer olurken yazı,
Doldurdu semasını ana baba avazı,
Bir Emel gitti diye Kerkük’ün durmaz nabzı,
Yüz Emeller yetişir bir Emel’in izinde.”
-Nesrin Erbil
Dışarıda vahşet tüm hızıyla devam ediyordu. Feryatlar kulakları dolduruyordu ama vahşiler durmuyordu. Bu sefer de gencecik bir kızı kollarından tutmuş arabanın önüne doğru sürüklüyorlardı. Önce iki aracın arasına kızı götürdüler. Sonra bir ayağını bir araca diğer ayağını diğer araca bağladılar. Doğa ana susmuştu. Güneş parlamaya utanıyordu. Hayvanlar bile sağa sola koşup oradan uzaklaşıyordu. Kuş son kanat çırpışıyla ağacın dalına tünedi. Gözlerindeki manzara can taşıyan herkesi perişan edecek cinstendi. Dikkatlice olacakları seyreden kuşun gözlerinde, iki aracın hareket etmesiyle birlikte parçalanan bir kadının görüntüsü belirdi. Yüreği pır pır edip uçtu bu diyardan, nice katledilip uçan canlar gibi. İnsanlar aklını kaybedeceklerdi bu acıyla. Sokaklar kan gölü, gözler yaşlı, çıkan feryatlardan sonra diller lâl olmuştu. Geçici anayasada “Irak’ın Araplarla Kürtlerin ortak vatanı olduğu” ifadesine yer verenler, “Kerkük Kürt’tür, yabancılar defolun” diye slogan atanlar, Türk’ün izlerini kanla silmeye çalışıyordu.
“On dört Temmuz’un salı günü koptu kıyamet,
Biçare bu Kerkük başına yağdı felaket.
Her lahzada binlerce silahlar açılırdı,
Dört yandan onun başına ateş saçılırdı.
Çok gencin o gün cismi kızıl kana boyandı,
İkbali gibi serveti ateşlere yandı.
Kerkük’te o gün âh u figan arşa çıkardı
Bu ateş-i zulm Kerkük’ü her lahza yakardı…”
–Mehmet Sadık
3 gün 3 gece Türkmenlere yönelik saldırı sürdü. Çoluk çocuk tanımadılar. Sokak ortasında çeşitli işkencelerle nice canlara kıydılar. 14 Temmuz günü Türkmen kahvesinin taranmasıyla başlayan soykırım tarihe Kerkük Katliamı olarak geçti. Sokağa çıkma yasağı da Kürtleri durduramadı. Türkmen liderlerinin de hedef alındığı katliamda insanların üstüne ateş açıldı, diri diri toprağa gömüldüler, iple bağlanarak sokaklarda sürüklendiler. Ata Hayrullah gibi dönemin önemli Türkmen liderleri araçların arkasına bağlanarak caddelerde sürüklendiler. “Kerkük Kürtlerindir” sloganıyla Türkmenleri hedef alanlar, Bağdat’taki yönetimin katliamı geç duymasıyla önlerinde herhangi bir engel görmediler. Üç günün sonunda Bağdat’tan gelebilen askerler bu katliamı sonlandırdı.
Erşat Salihi’nin verdiği bir röportajda dediği gibi Türkmen Katliamı, bölgedeki Türksüzleştirme politikasının bir parçasıydı. Türkmenler katliamdan sonra Necdet Koçak’ın öncülüğünde mücadeleye kaldıkları yerden devam ettiler. Varlıklarını ve mücadelelerini devam ettirmek adına birçok dernek ve teşkilat kurdular ama 14 Temmuz’u hafızalarından hiç silmeyerek…
Kerkük Katliamında şehit edilen Türkmen aydınlardan bir kısmının ise ismi şöyle:
Emekli Albay Ata Hayrullah, Emekli Doktor Albay İhsan Hayrullah, Kasım Neftçi, Selahattin Avcı, Mehmet Avcı, Cahit Fahrettin, Osman Hıdır, Emel Fuat, Cihat Fuat, Nihat Fuat, Nurettin Aziz, Abdullah Beyatlı, İbrahim Ramazan, Abdulhalik İsmail, Hasip Ali, Cuma Kanber, Kazım Abbas Bektaş, Şakir Zeynel, Hacı Necim Muhammed, Enver Abbas, Adil Abdulhamit, Züheyr İzzet, Fethullah Yunus, Kemal Abdulsamet, Seyit Gani Nakip.
İstanbul
Ali, gece yatarken babasının sözlerini düşündü. Ah Kerkük, Can Kerkük deyişi hiç aklından çıkmadı. Ve o gün bir söz verdi kendine. Ben de babam gibi uzaktaki akrabalarımı hiç unutmayacağım ve hep onlar ölmesin diye mücadele edeceğim. Hem babası ona geçenlerde ne demişti: “Akraba olmak için aynı anadan veya babadan gelmek şart değil oğlum. Aynı kültüre sahipsen, aynı tarihin çocuklarıysanız, diliniz aynıysa, dininiz birse, Türkseniz ve kendinizi Türk hissediyorsanız siz zaten kardeşsiniz. Oğuz amcan gibi nice kardeşim var benim. Onları görmemem onları sevmeme veya onları anmama mâni değil. Türk Türk’ün öz gardaşıdır.”
Kerkük
Mehmet günlerce evin kapısının önünde Emellerin evine doğru baktı. Zeynep Hanım, Cihat beyi her sabah her akşam gelir umuduyla pencere önünde usulca döktüğü gözyaşlarıyla bekledi. Mehmet eline aldığı bir taşla yere şöyle yazdı:
“Kerkük Türk’tür ve Türk’ündür.”
KAYNAKÇA
14-16 Temmuz Kerkük Türkmen Katliamı Unutulmuyor, https://www.qha.com.tr/turk-dunyasi/14-16-temmuz-kerkuk-turkmen-katliami-unutulmuyor-475171 (07.07.2024)
Zade, İnci, 14 Temmuz Kerkük Katliamı, https://akademikarastirma.org/14-temmuz-kerkuk-katliami/ (07.07.2024)
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.