Bir önceki yazımızda tarihî serencamına yer verdiğimiz diyalektik materyalizmin kavramlarına bu yazımızda giriş yapacağız.
Bir fikir sisteminin yahut bir felsefenin, düşünce biçiminin tahlili için kavramlarını algılamak mecburidir. Çünkü fikir sistemleri de felsefeler de kendi mensuplarını bir araya getiren müşterekleri kavramlar üzerinden seçer. Kavramda müştereklik, gâyede müşterekliği doğurur. Nitekim aynı felsefe üzerine inşa edilen farklı akımlar da esasen kavramlardaki müşterekliği yakalayamamıştır. Bu sebepten, diyalektik materyalizmin ne olduğunu anlamak için ne dediğini anlatma gayretinde olacağız. Materyalist düşünce biçiminin izlediği yegâne metot diyalektik olduğu için diyalektik materyalizm yerine materyalizm diyeceğiz.
Materyalizm, bir idrâki hangi kavramlar ve meseleler üzerinden yönlendirir?
Materyalizmin; tabiatın ezelden beri determinist kurallar nispetince var olduğunu, herhangi bir yaratıcının bulunmadığını, her oluşun temeline birbirine zıt ve çelişkili hareketleri koyduğunu, insan dahil her varlığın maddeden ibaret olduğunu, zaman zaman ruhu ve şuuru inkâra gittiğini, inkâr etmese bile onların da maddeden doğduğunu iddia ettiğini bir önceki yazımızda söylemiştik. O hâlde materyalizm yani maddecilik, insan dahil her varlığı madde olması itibariyle ele alır.
İlk kavramımız budur: madde. Madde nedir?
Madde
Madde, materyalistlerin temel mefhumlarından bir tanesi olmasına rağmen tanımı hususunda bir müşterekliğin kurulduğu iddia edilemez. Tabiatı ve tarihi maddî parçacıklar hatta atomlar üzerine inşa etmenin getirdiği bazı çelişkiler, bu en temel tanımda bir müphemlik bırakılması gerektiği sonucunu doğurmuştur. Yani materyalistler iç çelişkilerinden kurtulabilmek umuduyla madde nedir sorusuna “bu soruya doyurucu cevap bulmak o kadar kolay değildir. Buna ulaşmak için bir madde teorisi yapmak zorundayız”[1] cevabını vermek zorunda kalmıştır.
Bu çelişkiyi fark edinceye kadar yapılan bazı tanımlamalar da mevcuttur. Mesela Engels, “cisim (madde) denince yıldızlardan atomlara kadar hatta varlıkları kabul edildiği ölçüde esir parçacıklarına kadar bütün maddi varlıkları anlarız”[2] demiştir. Ancak bu tanım, yukarıda da belirttiğimiz gibi bir çelişki ihtiva eder. Yıldızlardan ötesi önemli değil midir? Atom altı parçacıklarından daha ufak cisimler yok mudur? Maddenin kendi içinde bölünebilmesinin bir hududu olmadığından hareketle çokluğunun da bir hududu olmadığını düşünürsek maddenin kıstası beş duyu organımız mıdır? Bu bölünme ve çokluk, sonsuzluğa mı gider, öyleyse sonsuzluk nedir? Üç boyutlu, zaman ve mekân üzerine konumlanan, duyuların farkında olduğu şeylerle varlığı tanımlamak kısır bir yaklaşım değil midir? Bugün zamanın bile ne olduğu hakkında kesin bir cevap bulunamazken, varlığı zamana bağlı kalarak açıklamak ilmî midir? İşte diyalektik maddeci, tüm bu soruları yanıtsız bırakmıştır. Nitekim bugün fizik bile üç boyutlu varlıkların ötesinde de bazı boyutların olduğunu ispat etmiştir. (Mesela beşinci boyut.)
20. yüzyıla değin doğru kabul edilen atomların bölünemez ve sonsuz olduğu iddiası, sistematik temellerini 19. yüzyılda bulan diyalektik materyalizmin madde ve sonsuzluk buhranında ayrıca bir sebep teşkil etmektedir. 20. yüzyılın başlarında, materyalistlerin düşüncelerini iflas ettiren buluşlar gerçekleşmiştir. 17. yüzyılda Newton’la birlikte hızlanan ilmî keşifler, 20.yüzyılda atomun bölünebilirliğini ispat ettiğinde, maddenin temelini atom olarak ele alan materyalizm, fizik ilmini ilgilendiren sahalarda da çökmeye başlamıştır. Ancak materyalizm, bu çöküşünü büyük bir utanmazlıkla maddenin varlığına özgülemiş, madde inkâr edilmedikçe materyalizmin çökmeyeceğini iddia etmiştir. Oysa henüz madde tanımı dâhi yapamayan ve insanî meziyetlerin en yücelerini dâhi yapamadığı bu madde tanımı üzerine inşa eden materyalizmi çürütmek için maddeyi inkâr etmek gibi ilim dışı bir teze dayanma gerekliliği yoktur. Çünkü materyalizmin asıl buhranı maddenin varlığını ispat etmesinde değil, tüm varlıkları maddeye özgülemesinden geçmektedir.
Materyalistlerin cevap veremediği diğer bir soru, maddenin ne olduğunun da ötesinde, nasıl kavranabileceğidir. Madde nasıl kavranılır?
Maddeyi yalnızca duyuların kavrayabileceği teorisi, yer yer materyalistlerce de anlamsız bulunmuştur. Bir önceki yazımızda tabiata tatbik meselesinde Engel’in Marks’ın teorisini genişletmesine örnek göstermemiz gibi burada da Engels’in Marks’ın teorisini genişletmesine bir örnek gösterebiliriz: Marks’a göre madde, duyulara dayanmıştır. Engels’e göre madde akla dayanmıştır. Lenin de Marks gibi duyu temelli kavramayı esas almıştır. Lenin’e göre madde, “kişiye duyuları tarafından ulaştırılan, nesnel gerçekliği gösteren felsefî bir kategoridir.” Nitekim Lenin, aynı eserin devamında maddeyi “Duyu organlarımızı etkileyerek duygu üreten, bize duygulanma biçiminde ulaştırılan nesnel gerçeklik” olarak tanımlamıştır.[3] Burada görüldüğü üzere, maddenin duyulara dayanmasının da ötesinde duyguları var ettiği iddia edilmiştir. Şüphesiz görülmektedir ki insanî hasletlerin en mümeyyiz hâli olan hisler, materyalizmin giyotininde can vermek üzeredir.
Sözün yekûnu, kimi materyalistler maddeyi duyunun kavradığını iddia etmiş, kimi materyalistler aklın kavradığını iddia etmiştir. Nitekim her iki teoride de aklın kendisi de bir madde olarak değerlendirilmiştir. Her iki taraf da kendi içinde bazı çelişkiler yaşamışladır. Aklın da duyulara dayanıp dayanmadığı ayrıca bir çıkmazın konusunu oluşturmuştur.
Materyalistler, Politzer’ın sığındığı üzere madde teorisi geliştiremedikleri için mücerret varlıkların da var olduğunu kabul etmek zorunda kalmışlardır. Ancak bu kabul, mücerreti de müşahhaslaştırmanın ötesine gidememiştir.
Tüm bu yanıtsız sorulardan kurtulmak için maddeyi tasnif etmek de boşuna bir çaba olarak kalmıştır. Engels’e göre “bütün maddeler, kendi özgül özelliklerine göre değil yalnızca madde olarak etkide bulunacak saf madde halinde iç içe girerler.”[4] “Bunlar saf maddenin çeşitli, niteliksel varlık şekilleridir.”[5]
Bir önceki yazımızda nitelik- nicelik tasnifinin Kant’la birlikte zirveye ulaştığını söylemiştik. Materyalistler, buradan beslenen farklı bir tasnifle saf madde- genel madde ayrımına girmenin kurtarıcı olduğunu zannetmişlerdir. Oysa burada da saf maddenin ne olduğu, iç içe giren maddenin olduğu gibi sorular yanıtsız kalmıştır. Eğer saf madde, mutlak olansa mutlak olanın değişerek başka bir biçime girmesi mümkün değildir. Nitekim iç içe geçmiş maddeleri var ettiğini sanılan saf madde, kendi varlığı itibariyle diyalektiği çürütmemiş midir? Hani her varlık birbirine zıt ve çelişkili hareketler neticesinde var oluyordu? Hareketsiz madde, maddesiz hareket olmayacağına göre saf maddeyi oluşturan hareket nedir? Tabiatta tesadüfe yer olmadığına göre saf madde nasıl oluşmuştur? Başka bir maddenin hareketiyle oluştuysa saflığını kaybetmiş demektir. Diyalektik metot, oluşun temeline saf maddeyi koyarsa kendisiyle çelişir.
Bu çelişkiye Yümni Sezen’in bir teorisi ile cevap vermek yerinde olacaktır:
Engels’e göre “kiraz ve erik yiyebiliriz ama meyve yiyemeyiz. Çünkü hiç kimse meyve olarak meyve yememiştir.”[6] Oysa meyve genel bir isimse gerçek olan kiraz, erik vb. de genel bir isim olarak kalır. “Mesele özellik genellik meselesi ise hiç kimse kiraz ve erik de yememiştir. Karbon, hidrojen, azot vb. yemiştir. Nasıl meyve ortak özelliklere göre kısaltılmış bir ad ise kiraz ve erik de ortak özelliklere göre bu atom yığınlarının kısaltılmış ve bizim koyduğumuz bir adıdır. Kiraz ile meyve arasında ad olmak bakımından fark yoktur. Görüldüğü üzere özellik, genellik, şeyler ve onların müşterek adı, nitelikler ve niteliklerin bağlı olduğu şeyler konusunda maddeci hem bunalmış hem de bunaltmıştır. Bizce maddenin kavranılmasındaki sıkıntı onun yalnız bırakılmasından doğmaktadır.“[7]
Yümni Hoca’nın “varlığın yalnız bırakılması” olarak değerlendirdiği mesele, diyalektik materyalizmin temel buhranıdır. Varlığın yalnız bırakılması, varlığın mahiyetinin anlaşılmamasından kaynaklanmıştır. Bu da materyalistler için en temel olan “madde” gibi bir mefhumda bile müşterek sağlanamaması sonucunu doğurmuştur.
Tabiatta sonsuz sayıda sayısız şey vardır. Su, çiçek, ağaç, böcek. Bunlar genel ad değilse yani münferit olarak gerçekse birbiri arasında bağlantı kurulamaz demektir. Bu da tabiatı belli bir nizam içinde okumayı imkânsız hâle getirir. Bunlar da genel ad ise, bu genel ad varlığın mahiyetinden soyutlanarak verilmiş demektir. Nitekim soyutu reddeden yahut soyutu bile somut varlığa özgüleyen materyalistler için bu soyutlamanın da sonu gelmeyecektir.
Diyalektik materyalizmin temel buhranını varlığın yalnız bırakılması olarak ele aldığımız için bu meseleyi biraz daha açabiliriz:
Arvasi Hoca’ya göre “insan için en temel problem varlıktır.”[8] Buradan hareketle her felsefenin, her ideolojinin esasında varlığı çözme problemi üzerine inşa edildiğini iddia edebiliriz. Varlık üzerine sorulan temel sorular beraberinde yokluk meselesini de getirir. Yokluğu tanımlamak, varlığı tanımlamakla mümkün olur. İnsanlık tarihi boyunca varlığın mahiyeti üzerine müştereklik sağlanamamış olsa da varın varlığı tasdik edilmiştir ancak varın varlığı, yokun yokluğunu tasdik olmasına rağmen yokun varlığı gibi anlamsız meseleler tartışılmıştır. Materyalizmin yokluk çıkmazını anlamak için varlık meselesine eğileceğiz.
Varlık ve Yokluk
Esasen böyle bir başlığı açmamıza gerek yoktur çünkü materyalistler her varlığı maddeye özgüleyerek açıklamıştır yani bu başlık altında yazacağımız her mesele madde başlığı altına da yazılabilir ancak biz sistematiklik sağlamak ve metodolojik yorumu derinleştirmek açısından varlık ve yokluk meselesine kavramlar bahsinde ayrıca gireceğiz.
Durmuş Hocaoğlu’nun madiyyun mezhebi olarak tanımladığı materyalizm, ontolojik açıdan varlık probleminin çözümüne yöneliktir ancak iddiasının aksine varlık problemini daha da karmaşık bir hâle getirmiştir.
“Yokluk materyalizmin zekâya kurduğu tuzaktır” der Arvasi Hoca. Materyalistler varlığın temeli olarak ele aldıkları maddeyi ancak mekân ve zaman içinde düşünebilmektedirler. Maddeyi esas alan; ezelî, ebedî, sonsuz ve mutlak olanı inkâr ettikleri bir varlık tasavvurları vardır. Dolayısıyla maddenin etrafının yoklukla çevrili olduğu gerçeğini, maddenin varlığı açıklamakta yetersiz kalabileceğini yahut maddesiz bir mekânın ve zamanın var olabileceğini kabul etmek istemezler. Oysa bugün fizik ilmi bize maddenin olmadığı zamanın ve mekânın mümkün olabildiğini ispat etmiştir. “Her varlığın temel şekli mekân ve zamandır” diyen materyalistler, büyük bir çelişkiye düşmektedirler. Nedir bu çelişki? Fizikçiler bunu vakum olayı ile açıklamıştır.
Havası boşaltılmış bir kap düşünün. Bu kabın içinde madde var mıdır? Yakın bir zamana kadar havası boşaltıldığı için bu kabın içinde boşluk olduğu, maddenin olmadığı iddia ediliyordu ancak bugün tespit edildi ki o boşluk içinde yeni partiküller oluşmaktadır. Bu partiküller henüz madde seviyesinde değildir, kapta hiçbir şey yokken elektronların ödünç alınması suretiyle oluşmuştur, bu partikülleri var eden, elektron ödünç veren, madde anlamında mevcut değildir. Yani bu olay, yaratılmaya benzer bir olaydır. Bu da bize göstermektedir ki maddeden tecrit edilmiş bir mekân mümkündür ancak varlıktan tecrit edilmiş bir mekân mümkün değildir.[9] Nitekim uzay, madde ile açıklanmış değildir, uzay boşlukları da bir mekânı ifade ettiğine göre her var olan, madde değildir ve maddeden münezzeh bir mekân / zaman mümkündür.
Materyalistlerin iddiasının aksine madde bitip tükenebilen bir varlık olduğu için mutlak olan hâlini alması imkânsızdır. Nitekim mutlak varlığın etrafının yoklukla çevrili olduğunu, bitip tükenebileceğini düşünmek insan idrakine aykırıdır. Bu, varlığın mutlaklığını sarsar, yokun varlığını iddia etmek gibi bir çelişkiye sebep olur ve yokluğu üç boyutlu bir tasavvur hâline getirir. Oysa varın varlığını tasdik, yokun yokluğunu tasdiktir. İnsan muhayyilesi yokluğu düşünemez bunu düşünmesi bile onu yokluk olmaktan çıkarır. Mutlak Varlığın olmadığı zaman ve mekân tahayyülü, insan idrakine mugayirdir. Hülasa materyalistler farkında olmadan yokun varlığını iddia etme çelişkisine düşmüşlerdir. Diyalektik düşüncede varlıkla yokluk daima yer değiştirir.
Arvasi Hoca, bu meseleyi şöyle açıklamıştır:
Madde üç boyutlu bir varlık tezahürüdür. Dolayısı ile ne kadar küçülürse küçülsün veya ne kadar büyütülürse büyütülsün, daima sınırlı bir varlıktır. Sınırlı varlık, bir yerde tükenen varlık demek olacağından ister istemez maddenin tükeneceğini kabul etmek zorunda kalacağız. Yani, zaruri olarak maddenin tükeneceği bir sınır var olacaktır. Hem madde mutlak varlıktır diyeceksiniz hem de onun tükeneceği bir sınır kabul edeceksiniz; bu korkunç bir çelişme olmaz mı? İşte zekanın yakaladığı çelişme buradadır. Gerçekten de mutlak varlık maddeden ibaret olsa idi, maddenin tükeneceği bir sınıra gelip dayanacak, ondan ötede yokluk uçurumu önünde ürperecektir. Madde, sınırlı bir varlık olduğuna göre, çaresiz yoklukla çevrili olacaktır. Materyalist, bu çelişmeyi görmüyor mu? Zekâmız aklın bağlandığı üç boyutlu varlık fikrinin doğruluğuna inansa idi, üç boyutlu maddeyi içine alan üç boyutlu bir yokluk fikrine de inanmak zorunda kalacaktı. Onun için zekâmız maddeyi daima itibari bir varlık olarak kabul etmek, Mutlak Varlığı, madde ötesi bir değer olarak benimsemek zorunda kalmıştır. Onun için zekâmız, itibari bir varlık durumunda bulunan maddeyi ayakları altına almak, onu aşmak, maddenin getirdiği determinist hapisten kurtulmak ister.[10]
Nitekim zekayı bu determinist hapisten kurtaracak yegâne varlık Mutlak Varlıktır. Çünkü Mutlak Varlığın kabulü, yokun yokluğunu tasdik ettirir.
Arvasi Hoca aynı yazının devamında akıl- zekâ ayrımına da değinmiş ve aklın yokun varlığını tasdik edebileceğini ancak zekanın buna yanaşamayacağını iddia etmiştir. Çünkü zekâ bu tasdikin bir çelişki doğurduğunu ve maddeye mahkûm olmak olduğunu sezmektedir:
Yokluk, materyalizmin korkunç çelişmesidir. Madde, somut, sınırlı, üç boyutlu olduğundan çaresiz olarak mekânda tükenme fikrini de ihtiva eder. Yani madde, yokluğu yok edemiyor. Madde fikri, kendini çevreleyen yokluk fikrini yok edemiyor. Madde hem var oluyor hem de kendini çevreleyen yokluğu yok edemiyor. Halbuki, yokluk yoktur. Bu muhakkak olmasına rağmen, madde, üç boyutlu ve sınırlı bir kıymet olarak sonsuzluk ve tükenmezlik kavramlarına aykırı düşüyor. Görülüyor ki yokluk, madde fikrinin bünyesinde taşıdığı bir çelişmedir. O halde madde, Mutlak Varlık değildir. Çünkü Mutlak Varlık, yokluğu yok eden yegâne varlıktır. Bu mutlak varlık ise Allah’tır. İnsanoğlu, “yokluk yoktur” diyebilmek için Allah vardır, demek zorundadır.
Sonraki yazımızda, sonsuzluk kavramı üzerinden devam edeceğiz.
Mânânın derûniliğinde, maddeye ışık olabilmek temennisiyle…
KAYNAKÇA
(1) ARVASİ, Seyyid, Ahmet, Kendini Arayan İnsan, Bilgeoğuz Yayınları, 2015.
(2) ARVASİ, Seyyid, Ahmet, İnsan ve İnsan Ötesi, Bilgeoğuz Yayınları, 2009.
(3) SEZEN, Yümni, Maddeci Felsefenin Çıkmazları, M.Ü. İlahiyat Vakfı Yayınları, 1996.
(4) ENGELS, Friedrich, Doğanın Diyalektiği, Çev. Arif Gelen, Sol Yayınları, 1975
(5) LENİN, V.İ, Toplu Eserler, Ülke Yayınları, 1978
(6) POLİTZER, Georges, Felsefenin Başlangıç İlkeleri, çev. Cem Eroğul, Sol Yayınları, 1966
[1] Georges Politzer, Felsefenin Başlangıç İlkeleri, çev. Cem Eroğul, Ankara, 1966, sf.72
[2] Friedrich Engels, Doğanın Diyalektiği, Çev. Arif Gelen, Ankara, 1975, s.88
[3] V.İ. Lenin, Toplu Eserler, Ülke Yayınları, 1978, c.8, s.316
[4] Friedrich Engels, Doğanın Diyalektiği, Çev. Arif Gelen, Ankara, 1975, s.287
[5] Friedrich Engels, Doğanın Diyalektiği, Çev. Arif Gelen, Ankara, 1975, s.346
[6] Friedrich Engels, Doğanın Diyalektiği, Çev. Arif Gelen, Ankara, 1975, s.279
[7] Yümni Sezen, Maddeci Felsefenin Çıkmazları, M.Ü İlahiyat Vakfı Yayınları, İstanbul, 1996, s.26
[8] Seyyid Ahmet Arvasi, İnsan ve İnsan Ötesi, Bilgeoğuz Yayınları s.13
[9] Yümni Sezen, Maddeci Felsefenin Çıkmazları, M.Ü. İlahiyat Vakfı Yayınları, İstanbul, s.32
[10] Seyyid Ahmet Arvasi, Kendini Arayan İnsan, Bilgeoğuz Yayınları, s.114
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.