Ortaçağ hakkında müstesna fikirlerimiz vardır. Dilimizden hiç düşürmez, yerli yersiz hep tekrar ederiz: Ortaçağ karanlığı, Ortaçağ iptidailiği, vs… Sayın aydınlarımızdan, düşünürlerimizden, hatta tarih bilginlerimizden Ortaçağın bir tarifini istesek, nasıl bir cevap geleceğini biliyoruz: Ortaçağ bütün zamanların en işe yaramaz dönemi, insanoğlu için en hayırsız olanı gibi gösterilecektir. Çünkü kitaplar böyle yazmıştır, okuduklarımız üstünde asla düşünmek zahmetine katlanmamış, papağancılığı tercih etmişizdir.
Ortaçağ ile ilgili hükümlerimiz, batının değer ölçülerine saplanıp kaldığımızın ve bütün bir insanlık tarihini Avrupa penceresinden seyrettiğimizin en açık ve en münasebetsiz örneğidir. Ortaçağ karanlığı imiş! Peki ama karanlığı olan kimin Ortaçağı’dır? Dünyanın neresine düşer? Doğru tabii. Avrupa’nın Ortaçağı elbette karanlıktır. İlim yok, sanat yok, hatta millet bile yok! Her tarafta açlık var, sefalet var, gerilik var, efendiler ve köleler var. Ya Türk dünyasının Ortaçağı, ya İslam âleminin Ortaçağı nasıl? Bütün zamanların en aydınlık olanı, pırıl pırıl parlayanı değil mi? Türk tarihinin en büyük devletleri, Göktürk İmparatorluğu, Karahanlılar, Selçuklular, Cengizliler, Timurlular, Osmanlı İmparatorluğu, hepsi Ortaçağ’da kurulmadı mı? Bir millet haline üstelik batının en az bin yıl sonra ulaşabildiği seviyede bir millet haline gelişimizi Ortaçağ’a borçlu değil miyiz? Ortaçağ zihniyeti kötü imiş! Doğru, Batı Ortaçağı’nın zihniyeti kötüdür. Engizisyon zalimliği okuyanları hâlâ titretiyor. Haçlı zihniyetinin kindarlığını ve çapulculuğunu anlamakta hâlâ güçlük çekiyoruz. Ya İslam âleminin, ya Türk dünyasının Ortaçağ’daki zihniyeti nasıldı? Batı vahşeti, inanç ayrılığından ötürü Ortaçağımızda her dinden ve her mezhepten kimseler medreselerde, meydanlarda tatlı tatlı sohbet etmiyorlar mıydı? Türk milletinin ve İslam medeniyetinin Ortaçağ boyunca insanlığa verdiklerini hatırlayınız. İlim tarihinin seçkinlerini hatırlayınız: Farabi, İbni Sina, Uluğ Bey, İbni Haldun, İbni Rüşt, El Birimi, Ali Kuşen, El Cebir, Razi ve niceleri. Fikir âleminin bayraktarlarını hatırlayınız: İmam-ı Âzâm, İmam-ı Şâfi, Gazali, Taberi, Buhari, Muhittin-i Arabi ve niceleri; iman kalesinin burçlarını ve gönül erlerini hatırlayınız: Ahmet Yesevi, Abdulkadir Geylani, Nakşibedi, Mevlana, Yunus, Hacı Bektaşi Veli, Hacı Bayram Veli, Ahmet Rufai ve daha niceleri. Bilge Kağan’ı, Yusuf Has Hacip’i, Kaşgarlı Mahmud’u, Tuğrul ve Çağrı Beğleri, Alparslan’ı, Melikşah’ı, Sultan Sancar’ı, Sultan Mesut’u, Sultan Baybars’ı, Osman Gazi’yi, Orhan Gazi’yi, Hüdavendigar’ı hatırlayınız. Ortaçağlardaki ihtişamımızı, zenginliklerimizi, refah ve saadet içinde yaşadığımızı, Avrupa ülkelerinden daha mamur ve kalabalık şehirlerimizi hatırlayınız. 12. yüzyılda, bir milyonluk bir Tebriz’in karşısında küçücük bir kasaba olan Londra’yı hatırlayınız. Selçuk İmparatorluğu’nun 500 milyar liralık bütçesini hatırlayınız. Nihayet insanlığın Ortaçağ’da İslamiyet’le şereflendiğini, Hazreti Peygamber’in Ortaçağ’da doğup yaşadığını da hatırladıklarınıza ekleyiniz. Sonra lütfen cevap veriniz: Böyle bir çağın neresi karanlıktır, zihniyeti niçin kötüdür, neresinde bir yobazlık, neresinde bir iptidailik vardır? Ortaçağ’ın Avrupalı için taşıdığı mânâyı paylaşmaya bizi kim mecbur ediyor? Ortaçağ bütün zamanlar içinde ve bütün zamanlardan önce, Türk milletinin altın çağıdır; İslam âleminin altın çağıdır. Avrupalının değer ölçülerine köleliğimiz artık bitmeli, çağların en güzeline karşı saygısızlığımızın sonu gelmelidir. Türk milleti ve İslam dünyası için karanlık bir çağ varsa adı “Yakın Çağ”dır. Zihniyetimizin kötülemesi “Yakın Çağ”la başlar. Yobazlık “Yeniçağ”la başlayan ve “Yakın Çağ”da devam edip hâlâ bitmeyen bir hastalığımızdır. İlimde, ahlakta, iktisatta, kısacası dünya hayatının bütün sahâlârındaki geriliklerimizin hepsi yeni ve yakın çağların eseridir. Zamanı bölmek ve çağlardan birini mutlaka kötülemek mecburiyetini duyuyorsak ve tarihin bir dönemini milletimiz için verimsiz görüyorsak, Yakın Çağ’a yüklenelim. Ve mutlaka “Yakın Çağımızı Ortaçağımız ”a benzetmek için çalışalım. Evet, “Ortaçağ”ımıza dönmek istemeliyiz ve bütün zamanlar içinde en ziyade o mübarek çağı sevmeliyiz.
2 Haziran 1969, Devlet