Tarih deyince geçmişte yaşanan olayların zamanlandırılması aklımıza gelebilir, fakat tarih takvimsel bilgi anlamını taşımamaktadır. Geçmişteki olayların zamanlarını bilmek, eğer olayları zamanın şartlarına göre değerlendirmiyorsak hiçbir şeye yaramaz. Olayların takvimsel tarihini bilmiş oluruz o kadar, oysa tarih bize bir şey anlatmakta ve öğretmektedir. Tarihin anlattığını anlayamıyorsak ne yazık ki sürekli tekerrür eder.

Biz tarihten; geçmişe ait olayların bir süzgeçten geçerek terkip haline gelmesini kastediyoruz. Burada da tarih süzgecinin ne olması ve nasıl terkip haline gelmesi gerektiğini tartışacağız.

Tarih, insanların topluluklar oluşturmasıyla ve bu toplulukların nesilleri meydana getirmesiyle başlamıştır. Tarihin insan ömrüyle değil nesillerle ifade edilmesi tarihe süreklilik kazandırmıştır. Bu süreklilik milletleri meydana getirmiş ve tarihin konusu milletler haline gelmiştir. Milletler ise sürekli bir mücadele içindedir. Biz şu an milletler koşusu ya da yarışı diyeceğiz.

Bir milletin geçmişteki dertlerinin, üzüntülerinin, sevinçlerinin, psikolojisinin, gelenek, göreneklerinin ve adetlerinin yani ortak yönlerinin bir hafızası olan tarih, milleti millet yapan değerlerin başında gelir. Böyle bir değerin farkında olmayan milletler, koşuyu yarıda bırakan atlet gibi koşuya neden başladığını unuturlar. Milletler yarışında kaybedenler yok olmaya mahkûm olurlar.

Ancak hiç yorulmadan koşanlar başarılı olabilirler ve kazanacağına gerçekten inananlar koşuyu bırakmazlar. Bu yüzden inanmak başarmanın yarısıdır. Tarihimiz bize defalarca en önde koştuğumuzu gösterir, bir zamanlar en önde olmamız tekrar en öne geçebileceğimizin delilidir. Tarih, kalbin kanı temizleyip, bütün vücuda hiç yorulmadan sürekli kan pompalaması gibi bize gurur verir. Gurur, enerji ve güç olarak bizim yorulmamamızı, düştüysek kalkabilmemizi, umudumuzun asla tükenmemesini sağlar. Türklük gururu bundan başka bir şey değildir. Tarihinden gurur duymayan insanlar da genellikle özgüven, korkaklık, yılgınlık, eyyamcılık gibi problemler meydana gelir. Zor bir durumda hemen yılarlar, korkarlar. Ancak tarihinden gurur duyanlar asla yılmazlar. Korkmazlar ve mücadele azimlerini tüketmezler. Nice engebeli zor yollar gözlerine çok kolay gelir. Önceden daha zorunu başarmanın özgüveniyle koşusuna devam ederler.

Bu uzun ve çetin koşuda lazım olan bir unsur da engellere karşı daha önceden idmanlı olmaktır. Bu koşuda engelleri geçebilmenin başka şartı yoktur, tarihimiz milletler koşusunun ne kadar acımasız ve sert olduğunu bize göstermektedir. Milletimiz bu koşunun başından beri mücadele vermektedir. Birçok engelle karşılaşmış birçok eziyet çekmiş, idmansızlığının bedelini defalarca kanla ödemiştir. Bu koşunun da idmanı tarih tecrübesidir ancak bu tecrübe büyük bir tarih şuuruyla okunduğunda, idman sonuç vermektedir. Tarihimizi İslamiyet’le, Anadolu’yla, Osmanlı’yla veya Cumhuriyet’le başlatanlar bizim daha önce yaptığımız idmanları yani tarihi tecrübemizi yok saymaktadırlar. En küçük engeller karşısında tecrübesizce takılmamız da bundandır. Tarihi tecrübe bize yaptığımız hataları, almadığımız önlemleri bildirir ve ders çıkarmamızı sağlar, aynı yanlışları tekrar etmememizi sağlar. Nasıl başarılı olduğumuzu bize anlatır, Türklük şuuru dediğimiz de budur.

Tarih süzgecinin ne olması gerektiği konusunda “Türklük gururu ve Türklük şuuru” olmak üzere iki önemli usül belirledik. Bunlardan sadece “Türklük gururu” olursa kendimize güvenimiz tam olabilir fakat elin yumruğunu yemediğimiz için kendi yumruğumuzu balyoz sanmak gibi bir hataya düşebiliriz. Çok kolay engelleri bile sırf idmansızlığımızdan ve tekniğini bilmediğimizden aşamayabiliriz. II. Viyana kuşatması bunun en güzel örneğidir, Viyana önlerine tören bandolarıyla varmıştık. Şehri alacağımızdan çok emindik.  Kendimize çok güveniyorduk fakat Viyana’da çok büyük bir bozguna uğradık. Bu bozgun bizi Sakarya meydanlarına kadar geri çekilmeye zorladı.

Sadece Türklük şuuru olursa idmanımız ve tekniğimiz iyi olabilir fakat sırf kendimize güvenimiz olmadığı için başarmak istemeyiz. Bacağı kırılıp uzun süre yatakta yatan birinin iyileştikten sonra yürüyemeyeceğini düşünüp korkması gibi özgüvene sahip olmayan milletler de önüne çıkan çok önemli fırsatları yapabilecekleri halde yapamazlar. Kösedağ Savaşı bunun en güzel örneğidir. Düşman kuvvetlerinden daha fazla bir orduya sahipken, sırf kendimize güvenmediğimizden kaçmıştık. Aslında asıl korkan onlardı biz geri çekildikten sonra uzun süre saklanıp çadırlarımıza saldırmamışlardı. Sonucu Anadolu Selçuklu devletinin yıkılması oldu. Bu yüzden Türklük gururu ve Türklük şuuru birlikte olmak zorundadır.

Tarihimizi bir süreklilik içerisinde hiç koparmadan inceleyen Türk milliyetçiliği; Türklük gurur ve Türklük şuurunun bir bünyede terkip haline gelmesi ile tarih metodunu “Türklük gurur ve şuuru” olarak belirlemiştir. Bu yüzden milletimizi bu uzun koşuda başarıya ulaştıracak olan ülkücüleri bünyesinden meydana getirmiştir. Ülkücüler, milletler koşusunda en öne geçmek için her şeyi göze alabilen insanlardır. Hem özgüvenli hem de idmanlıdırlar. Tarihe nasıl bakacaklarını iyi bilmektedirler. Bu yüzden milleti adına koşacakları güne en hazır olanlar ülkücülerdir. O zaman bu koşu Türk milletinin ebedi bekası ve ebedi birinciliği ile devam edecektir.

Bir yanıt yazın