MUNZUR SUYU SÜT AKMIŞ
Munzur dağı, Kemaliye’den Başpınar köyüne, Başpınar’dan Yeşilyazı’ya bir üçlü çizerseniz aşağı yukarı ortasında kalır. Diyeceğim Munzur bu üç yerden de […]
Munzur dağı, Kemaliye’den Başpınar köyüne, Başpınar’dan Yeşilyazı’ya bir üçlü çizerseniz aşağı yukarı ortasında kalır. Diyeceğim Munzur bu üç yerden de […]
Oğuzlar, Diyar-ı Rûm’a ayak basıyorlardı. Kudretli Oğuz atlıları, ilkin Diyar’ı Rûm’un doğu ucunda görünmüştü. Batıya doğru bilmedikleri ama hissettikleri, daha
Zile’de, bir kıyı mahallede, derme çatma küçücük kapısı bir çöplüğe bakan, bir fakir ev vardı. Bir yaşlı kadın, yarı kötürüm
Şu aşağıda okuyacağınız Magosa Efsanesi’ni ilkin, oluş halinde görenler; bu efsanenin içinde yaşayanlar, savaştan sonra anlattılar. Ve bunu Kıbrıs’ın ilk
Yıllar, ama çok, pek çok yıllar önce; bizden, hatırlayamayacağımız kadar çok önceleri yaşatmış olan kişilerden de yıllarca önce, ağaçlar, henüz
Yıl 1550 miydi, yoksa 1650 mi ne iyice bilmiyorum; Kayseri’de çok zengin bir adam yaşıyordu. Enine boyuna, sağlam yapılıydı. Bütün
Sultan Murat Han erleri, dalga dalga bölükler halinde yola düzülmüştü; küffâr üstüne doğru kaçan doğru akan bir dolu nehir gibiydi.
Bu efsane, Şarköy ile Gelibolu arasında söylenir; bir burunun, İncir Burnu’nun efsanesidir. Bir çoban vardır; Şarköy ile Gelibolu arasındaki deniz
Van’ın Ahlat ilçesinde bir yoksul kadın yaşardı. 1681 yıllarında; bir kızı vardı yeryüzünde, başka kimsesi yoktu. Belki yüz okka gelirdi
Ulu Hünkâr, İstanbul’da, Atmeydanı’nda, çocuk şehzadelerini sünnet ettiriyordu. Bize bu efsaneyi anlatan yaşlı İstanbul efendisi, Ulu Hünkâr demiş, hünkârın adını
Bir dervişti; boynu bükük dururdu hep. Gözlerini kaldırıp, bir kimseye, dik dik bakmazdı. Baktığı kimselerin şu veya bu sebepten utanmış
Sultan Murat Hân o gün derin düşünceler içindeydi. Düşüncesi ne Hânlığındandı ne Hakanlığındandı; düşüncesi Ulusundan da değildi. Daha dün kadar
Şimdiye kadar Anadolu’nun dolaşıp gezdiğimiz şehir ve kasabalarında ak pürçekli ninelerle kırışık yüzlerinde ak sakalları yılların ötesinden savrulan gelen dedelerden
Senirkent’i bilenler bilir; Anadolu’nun uysal gece karanlığında uyur uyanık, gündüz aydınlığında kendi içine kapanık ama hep dolu, hep biraz güneş
Vaktin birinde, Kerkük şehrinde bir adam yaşıyordu. Kerkük, Büyük Türkiye İmparatorluğu’nun Güney Doğusunda bir cep gibi sarılmış bir liva merkeziydi