“İsterim ki bizlerin gayreti bizden sonrakiler için örnek olsun, isterim ki bizlerin emekleri düşmana çevrilmiş silahlar olsun.”
Mustafa Nuri Killigil
Doğduğu Çevre, Ailesi ve Asker Oluşu
Mustafa Nuri Killigil 5 Mayıs 1890’da bugün Makedonya sınırlarında bulunan Manastır’da dünyaya geldi. Aile adları ve soyu, Tuna Nehri’nin üç ağzından biri olan Kilye üzerindeki Kilye şehrinde yaşayan Killi (Kilyeli) ailesine dayanmaktadır. Mustafa Nuri de İstanbul’dan Mekke ve Medine’ye yardımları ve armağanları götüren Surre-i Hümâyûn alayında görevli olan Hacı Ahmet Paşa’nın oğluydu. Kût’ül-Amâre kahramanı olan amcası Halil Paşa ve ağabeyi Enver Paşa’nın da etkisiyle çok küçük yaşlardan itibaren askerliğe ve silahlara ilgi duymaya başlamış ve Türk milleti için cepheden cepheye mücadele eden ailesine yaraşır şekilde Nuri Bey de asker olmaya karar vermişti.
Nuri Killigil, Manastır’da Rüştiye ve İdâdî eğitimlerinden sonra yine Manastır’daki Harbiye okuluna başladı. Daha harbiye öğrencisiyken çıkan 31 Mart isyanının bastırılması için oluşturulan Hareket Ordusu’na katılarak İstanbul’a geldi. 1909’da üsteğmen olarak mezun olduğunda ise Karadağ sınırındaki küçük bir garnizonda yer aldı. Ağabeyi Enver Paşa’ya hürmeten “İstersen seni burada bırakalım.” diyen Cavit Paşa’nın teklifini reddederek bir an önce vazife almayı ve pişmeyi tercih etti. Çok iyi bir nişancı olan Nuri Bey, bir süre sonra Avusturya Piyade Atış Mektebi’ne yarışmada birinci seçilerek gönderildi. Atış mektebinden dönüşte ise Sultan Reşad’ın Maiyyet-i Seniyye Bölükleri Kumandanı Halil Paşa’nın birliğinde görev aldı.
Genç Teğmen Nuri Bey’in İlk Savaş Cephesi: Trablusgarp (1911-1912)
1911’de Trablusgarp Savaşı başladığında Nuri Bey, Berlin’de Ataşemiliter olan ağabeyi Binbaşı Enver’in yanında izinli olarak bulunuyordu. Savaş haberini alan Enver ve amcası Halil Beyler hemen Trablusgarp Savaşı’na katıldılar. Nuri Bey de hemen İstanbul’a dönerek Sultan Reşad’ın huzuruna çıkıp padişahın iznini aldı ve gönüllü subay olarak savaşa katılmak için Trablusgarp’a gitti.
Nuri Bey burada amcası Halil Bey’in yanında görev aldı ve ordunun bir bölümü Trablusgarp’tan çekildikten sonra İtalyan ordusuna karşı Homs bölgesinde uzun süre çete savaşları gerçekleştirdi. Bu çatışmalar sırasında genç bir teğmen olan Nuri Bey ve birlikleri silah ve mühimmat bakımından çok büyük yokluk çekiyor ve Devlet-i Aliyye de bu konuda bekleneni yapacak durumda da görünmüyordu. Nuri Bey ve birlikleri ise bölgedeki yerel halkı örgütleyerek yerli çetelerin İtalyanlardan silah ve mühimmat kaçırmasını sağlayarak etkili direnişler sergiliyorlardı. Öyle zekice hamleler oynanıyordu ki yerel çeteler İtalyanların arasında aylakça geziyormuş gibi yapıp İtalyanların kendilerine taş niyetine attıkları boş kovanları toplayıp Osmanlı karargahına götürüp bunları yeniden mermi olarak dolduruyorlardı. Fakat ne yazık ki İtalyanların sayıca ve teknikçe olan üstünlüğü dolayısıyla 1911-1912 Türk-İtalyan Savaşı kaybedildi. Nuri Bey de bölgeden alınarak farklı görevlere tayin edildi.
Nuri Paşa’nın Birinci Dünya Savaşı’nda Afrika Grupları Komutanı Oluşu ve Yeniden Trablusgarp Cephesi (1915-1918)
1911-1912 Trablusgarp Savaşı’nda imkansızlıklar içinde büyük bir direnişle bölgeyi savunan Nuri Bey, Osmanlı’nın 1. Dünya Savaşı’na girişiyle birlikte ağabeyi Enver Paşa tarafından paşa tayin edilip fahrî ferik ünvanı verilerek çok geniş yetkilerle Afrika Grupları Komutanı olarak Şubat 1915’te Trablusgarp’a gönderildi.
Burada tıpkı 1911-1912’deki gibi bir yandan kendi mermilerini yapmaya devam ederken bir yandan da marangozlara tomruklardan gerçek görünümlü toplar yaptırarak mevzilerden düşmana göz dağı veriyordu. Savaş sırasında Kuşçubaşı Eşref’in İstanbul’dan getirdiği erzak ve mühimmat yardımı ise Nuri Paşa’nın elini bir nebze de olsa rahatlatmış, askerler için moral olmuş ve Nuri Paşa’ya da savaşı kazanacaklarına dair umut vermişti. Kuşçubaşı Eşref aynı zamanda bölge halkını eğiterek onları İngilizlere karşı direnişe hazırlıyordu. Bölgedeki durumdan dolayı içi rahat etmeyen Kuşçubaşı Eşref bölgeden ayrılmadan önce ekibiyle birlikte İngilizlere bir darbe vurarak önemli miktarda silah ve cephaneyi Nuri Paşa’ya teslim etmişti.
Daha sonra harekete geçen İngiliz ordusu Nuri Paşa’nın bulunduğu karargâhı kuşatmış ve İngiliz General Lukin elinde yeterli silah ve mühimmat bulunmayan Nuri Paşa’yı teslim olması için zorlamıştı. Genral Lukin, Nuri Paşa ile yaptığı görüşmede Türk ordusunu aşağılayıcı ifadelerde bulunarak teslim olunmasını tekrar etmişti. Nuri Paşa ise aynı ifadeleri amcası Halil Paşa’ya Kût’ül-Amâre’de söyleyen General Townshend’in yaşadığı hazin sonu Lukin’e hatırlatarak kendisine çok net bir cevap vermiş ve son damla kana kadar savaşacağını ortaya koymuştu.
Uzun süren muharebelerde gün geçtikçe yaşanan silah ve mühimmat eksikliğinin sonuçları ortaya çıkıyor ve Nuri Paşa’nın birlikleri büyük kayıplar veriyordu. Bunca eksikliğe rağmen İtalyanlara karşı olduğu gibi İngilizlere karşı da çok büyük direniş gösterilmesine karşın İngilizlerin teknolojik üstünlüğünün de muharebelere etki etmesiyle savaş kaybediliyor ve Osmanlı bu cephenin kaybedilmesiyle Suriye’ye kadar geri çekiliyordu.
Nuri Paşa hem 1911-1912’de hem de yeniden Trablusgarp’a geldiğinde bir ülkenin kendi mühimmat ve silahını yapabilmesinin ne kadar önemli olduğunu ne yazık ki çok acı tecrübelerle anlamıştı. “Koskoca Devlet-i Aliyye kimseye muhtaç olmamalı, kendi işimizi kendimiz görmeliyiz.” diyerek milli bir silah endüstrisinin girişimcisi olacağı sözünü de o günlerde kendisine vermişti. Bir an önce bu işe girip çözüm üretmek istiyordu ancak Osmanlı’nın aynı anda birçok cephede zorlu şartlarda savaşması buna engel oluyordu. Bu yüzden savaşlar bittikten sonra askerliği bırakacak ve kolları sıvayacaktı. Lakin niyetlendiği tüm bu işlerden önce yapması gereken bir harekât daha vardı: Rus ve İngiliz esareti altında olan Azerbaycan ve Kafkasya’yı kurtarmak.
Nuri Paşa’nın Kafkas İslam Ordusu Komutanı Oluşu ve Bakü Harekâtı (1918)
30 Mart 1918 tarihinde Sovyet ordusu ve Ermeni birlikleri Bakü’ye saldırdı. Saldırıya karşılık Azerbaycan hükümeti hemen savaş ilan etti. Aynı zamanda bölgede etkin olmak isteyen İngilizler de Ermenilere destek veriyordu. Ruslardan ve İngilizlerden destek alan Ermeniler büyük bir soykırıma girişti ve on binlerce Azerbaycan Türkünü canice katletti ve medeni(!) dünya bir kez daha iki yüzlülüğünü ortaya koyarak yaşanan bütün bu mezâlime sessiz kaldı.
Azerbaycan’dan İstanbul’a gönderilen acı haberler ve yardım istekleri karşısında Harbiye Nazırı Enver Paşa ve Nuri Paşa hemen çözüm yolu aramaya başlarlar. Kurulması planlanan Kafkas İslam Ordusu için kadim dostu Enver Paşa ile sık sık görüşen Azerbaycan Hükümeti’nin Milli Emniyet Umum Müdürü Naki Keykurun, Nuri Paşa’nın Kafkas İslam Ordusu Komutanı olması için Enver Paşa’ya ilettiği talebini şöyle anlatır:
“Paşam, sizinle açık konuşmak istiyorum. Biz Kafkasya Türkleri iki kuvvete inanıyoruz: Yukarıda Allah, aşağıda Enver. Duyduğuma göre sizin Nuri adında bir paşa kardeşiniz vardır. Sizden rica ediyorum. Kafkasya’ya gidecek askeri teşkilatın başına Nuri Paşa’yı tâyin ediniz. Paşam, ülkemiz dünyanın en zengin parçalarından biridir. Kocaman dev Rusya’yı sağa sola saldırtan Bakü petrolüdür ki yüzde yetmişi biz Azerbaycan Türklerinindir. Halkı zeki ve çalışkandır. Aynı zamanda oldukça kahramandır.”
Bu görüşmenin ardından Enver Paşa, Nuri Paşa’yı Kafkas İslam Ordusu Komutanı olarak görevlendirir. O dönemde yarbay rütbesinde olan Nuri Paşa, padişah fermanıyla yeniden fahrî paşa rütbesi alır ve yaveran-ı hazret-i şehriyarilik (padişah yaverliği) payesi ile Kafkas İslam Ordusunun başına geçer. Trablusgarp/Derne’de savaştığı General Lukin’in de Azerbaycan’da olduğunu öğrenen Nuri Paşa yarım kalan hesabı da kapatmak için hazırlıklara başlar.
İlk olarak Musul’da bulunan amcası Halil Paşa’nın yanına giderek ondan takviye birlikler ister. Buradayken Mart katliamının haberini alan Nuri Paşa, elini çabuk tutar ve katliamları bir an önce durdurmak için 8 Nisan 1918’de Musul’dan Kafkasya’ya doğru harekete geçer. Yoldaki iaşe zorluğu yüzünden, yirmişer, otuzar kişilik kafileler halinde Revândiz’e, 26 Nisan’da Pesvâ’ya, 29 Nisan’da Savuçbulak’a, 9 Mayıs’ta Tebriz’e varılır. 12 Mayıs’ta Tebriz’den ayrılarak 25 Mayıs’ta Yevlah istasyonuna varır ve kendisini büyük bir coşkuyla karşılayan Azerbaycan halkına kavuşur. Azerbaycan halkı Nuri Paşa’yı gökten inmiş kurtarıcı bir melek gibi görür ve bundan dolayı da halk arasında lakabı halâskâr (kurtarıcı) olarak yayılır.
Bakü Harekâtı için son hazırlıklara devam eden Nuri Paşa, 28 Mayıs 1918’de bağımsızlığını ilan eden Azerbaycan Cumhuriyeti’nin ordusunu bir araya toplayıp onlara eğitim veriyordu. İlan edilen bağımsızlıktan sonra devlet 28 Mayıs – 16 Haziran arasında Tiflis’ten, 16 Haziran – 17 Eylül arasında Gence’den, 17 Eylül 1918’den 28 Nisan 1920’ye kadar ise Bakü’den idare edilecekti.
Bakü muharebesinden önce gerçekleşen muharebelerde sırasıyla Gökçay, Salyan, Aksu, Kürdemir ve Şamahı bölgeleri işgalden kurtarılmıştı. Bu sırada İstanbul hükümetine yapılan baskılardan dolayı harekâtın durdurulması için Enver Paşa, Harbiye Nazırı olarak siyaseten yolladığı emirlerde harekâtın durdurulmasını isterken Trablusgarp’ta kullandığı Kuyumcu Hamdi Bey ismi ile yolladığı mektuplarda ise Bakü Harekâtı’nın gerçekleştirilmesi için asıl emirleri ve talimatları Nuri Paşa’ya iletiyordu. Erzurum ve Kars’tan yola çıkan 9. Ordu’nun da desteği ile Bakü Harekâtı 5 Ağustos 1918 şafağında başladı. Yapılan topçu atışları ve piyade taarruzu ile düşmanın birinci savunma hattı kırılmış ve düşman şehir içine doğru çekilmeye başlamıştı. Ancak cephane yetersizliğinden dolayı daha fazla kayıp vermemek adına Nuri Paşa ilerleyişi durdurmuş ve kazandığı vakit ile ikinci Bakü taarruzunun hazırlıklarına başlamıştı.
Bu sırada Türk ordusuna moral ve cesaret vermek için Azerbaycan halkı 10 Ağustos’ta şu tarihi bildiriyi yayınlıyor:
“Bakü denilen milyon ve milyar şehrinin kapıları önünde günlerden beri zafer kuşunun kanadını yakalamak isteyen Türk ordusuna:
Bu güzel gönül kapıcı şehri eğer siz zapt edemezseniz, Türk’ün ve ordusunun şerefini şimdi içinde bulunduğunuz hendeklere gömeceksiniz.
Eğer siz, yeşil denizin bu meşhur şehrini zapt edemezseniz, Kafkas Türkleri ve Türkistan Müslümanlarının kalbine saplanmış olacak zehr-i hançerin üzerine ‘Eyvah ki Türk bize imdada gelmedi!..’ cümlesi yazılmış olacaktır. Kafkasya feryat edecek, Türkistan ağlayacaktır.
Eğer siz, bu büyük İslam şehrini zapt edemezseniz, Allah diyenlerin varlığını senaatlü şükürlerle ortadan kaldıran ve kaldırmak isteyen düşmanlar, önden ve arkadan sizi saracak ve gıcırdayan dişler yeni zulümler için bilenmiş olacak.
Eğer sen bu şehri almaz isen, İslam gelinlerinin duvaklarını kafirler yırtacak; yine mübarek İslam kanları, kırmızı şaraplar gibi vahşi işkenceler altında akacaktır. Senin zaferin için duaya kalkan elleri zalimler kesecektir.
Eğer sen bu sarı ışıklı altın şehri almazsan kadınlar saçlarını yolacak, akıllarını kaybedecektir. Şimdiye kadar akan kanlar boş yere akmış olacak, sen de bu tozlu topraklı yerler içinde perişan ve sefil kalacaksın. Türk’ün gözlerini oyup ipliklere dizen düşmanlara bayramlar hazırlayacaksın.
Fakat sen ey Türk askeri! İngilizlerin gücünü kendi zorunla Çanakkale’de kırdın. En büyük harp gemilerinin büyük güllelerine aylarca göğüs gerdin. Kût-ül Amâre’de 14.000’i esir aldın. Karşındaki düşmanın çoğunu, Ermenileri belki Azerbaycan’dan, Kars’tan beri önüne katarak da bu şehre tıktın. Türk adını büyüten Çanakkale, Kût-ül Amâre, Galiçya, Romanya’dan sonra Kafkasya gelecek ve Bakü şehri de yiğitlik tacının bir elmas taşı olacaktır.
Al Bakü’yü! Vatanına bir altın armağan yap!”
Nuri Paşa daha önceki cephelerde edinmiş olduğu tecrübeler üzere burada da mühimmat üretmeye başladı ve eksikleri büyük oranda giderdi. Yeni gelen tümen destekleriyle de ordunun sayısının artmasıyla hazırlıklar tamamlandı ve ikinci taarruz için hazır hale gelindi. Azerbaycan halkının da desteğiyle zaferin imanıyla tutuşan Nuri Paşa ve ordusu Bolşevik, Taşnak ve İngiliz esareti altındaki Bakü’nün kurtarılması için 14 Eylül günü ikinci taarruza başladı. Mutlak bir zaferle sonuçlanan taarruz sonucu Türk ordusu 15 Eylül sabahı Nuri Paşa ve Halil Paşa öncülüğünde Bakü’ye girdi. Ordunun şehirdeki hakimiyetiyle birlikte katliamlar durdurulmuş düşman askerleri esir alınmıştı. Esir alınanların arasında bulunan General Lukin ise Nuri Paşa’nın karşısına çıkarıldığında Paşa’nın Trablusgarp’taki hatırlattıklarıyla kahroluyordu.
15 Eylül 1918 günü Kafkas İslam Ordusu’nun büyük zaferi tarihe geçmiş ve Türk’ün kurtarıcısı yine Türk olmuştu. Ahmet Cevat’ın 15 Aralık 1914’te Gence’de yazdığı Çırpınırdın Karadeniz şiiri de Bakü zaferi vesilesiyle Üzeyir Hacıbeyli tarafından bestelenmiş ve milyonlarca Türk’ün diline pelesenk olacak olan o müthiş eser ortaya çıkmış oldu.
Birinci Dünya Savaşı sonucunda Osmanlı Devleti Mondros Mütarekesi’ni imzaladı. Anlaşmaya göre Nuri Paşa ve askerleri bölgeyi terk etmezse İngilizler Azerbaycan’ı tanımayacaktı. Bunun üzerine Nuri Paşa Azerbaycan’dan ayrılarak İstanbul’a geldi ve İstanbul’u işgal eden İngilizler Nuri Paşa’dan intikam almak adına onu derhal tutuklayıp Batum’a hapsetti. Tutuklama haberini alan Azerbaycan Türkleri ise Paşa’yı kurtarmak için gece gündüz plan yapıp harekete geçmişlerdi. Bakü’de Nuri Paşa ile omuz omuza savaşan Naki Keykurun ve ekibi Paşa’yı kurtarıp Azerbaycan’a götürmeyi başardı.
Millî Mücadele Döneminde Nuri Paşa (1919-1921)
Azerbaycan Türklerinin vefasını ve desteğini her zaman içinde hisseden Nuri Paşa hapisten kurtulduktan sonra hızlı bir şekilde Millî Mücadele’ye katıldı. Doğu cephesinde Kazım Karabekir’in yanında yer alan Nuri Paşa, Rusların kaçarken arkada bıraktığı aletleri ve tezgâhları kullanarak silah tamiratı ve mühimmat imalatı yapmak üzere Erzurum ve Kars’ta İş Ocağı Atölyeleri kurdu. Burada mühimmat yapımındaki tecrübelerini işçilere aktarıp kendisi de makine çizimleri yapıyordu. Nuri Paşa’nın azmi ve kararlılığıyla burada üretilen mühimmatlar İstiklal Harbi’nde Türk ordusuna büyük katkılar sağlamıştı.
Nuri Paşa’nın Kütahya Çini Fabrikası (1925)
Tarihler 4 Ağustos 1922’yi gösterdiğinde Enver Paşa şehit düşmüş ve Nuri Paşa canından aziz bildiği ağabeyinin haberini derin üzüntüyle öğrenmişti. Ağabeyinin şehâdetinden sonra Türkistan’a gitme fikrinden vazgeçip İstanbul’a dönen Nuri Paşa, ta savaş yıllarından beri aklında bulunan milli endüstri fikirlerini hayata geçirmeye başlayacaktı.
İlk cephesi olan Trablusgarp’tan beri her cephede sürekli karakalem resim yapan ve sanata olan büyük ilgisi ve yeteneğini daima koruyan Nuri Paşa, ayrıca ilgi duyduğu çini sanatının Türkiye’de çağdaş tekniklerle yapılmasını sağlamak için 1921-1924 yıllarında Berlin’de çinicilik eğitimi almıştı. Berlin’den döndükten sonra 1925 yılında Kütahya mebusları Nuri Bey (Conker) ve Cevdet Bey (Barlas) ile Kütahya Çini İşleri Türk Anonim Şirketi’ni kurdu ve bu girişimle tarihi çok eskilere dayanan Kütahya çiniciliği için önemli bir adım atılmış oldu. Tabi Kütahya’da bulunduğu 1925-1927 yıllarında aynı anda çeşitli silahların tasarımı üzerine de çoktan çalışmaya başlamıştı. ‘Nuri Ateşleme Takımı ve Bomba Sapı’ ve ‘Tüfek Havanı’ patentlerini ile ‘Nuri Tevhit Bombası’ ve ‘Nuri Tabancası’ adlı silah ve cephane tasarımları için beratlarını Kütahya’dayken almıştı.
Türkiye’nin İlk Endüstriyel Silah Fabrikası (1933)
“Bu mesel ile bulur cümle düvel fevz-ü felâh; / Hazır ol cenge eğer ister isen sulh-ü salâh.”
Gazi Paşa 1 Mart 1922 günü bu sözleri meclisteki açılış konuşmasında nakletmişti. Bu ifadeyle savunma endüstrisinin ve iktisadî kalkınmanın devlet için önemine vurgu yapmaktaydı. Bu söz Nuri Paşa’nın da hislerini ve fikirlerini kuşkusuz net bir şekilde temsil eden bir sözdü. Çok genç yaşlarda büyük ordulara komutanlık eden ve türlü cephelerde türlü zorluklarla karşılaşan Nuri Killigil çok iyi bilmekteydi ki bu kadar imkansızlığa rağmen büyük zaferler elde eden Devlet-i Aliyye, elinde daha fazla teknik imkân olması halinde muhakkak daha büyük işleri yapabilecekti. Artık yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti için millî bir endüstrinin kurulması vakti gelmişti. Bunun için kolları sıvadı ve devletin aynı ıstırapları tekrar çekmemesi için gece uyumadan gündüz oturmadan çalıştı. Ardından gelecek olan Şakir Zümre, Nuri Demirağ, Vecihi Hürkuş, Hasan Derman gibi bugünlerde hâlâ eksikliğini gördüğümüz millî girişimciler de Gazi Paşa’nın işaret ettiği istikamette ilerleyeceklerdi.
Nuri Paşa 1933’te Zeytinburnu’nda kurduğu demir eşya fabrikasında gaz maskesi, çelik başlık, matara ve soba gibi ürünlerin yanında silah, mermi ve tapa üretmeye başladı. İlk ihalesini de Yavuz fırkateyni için kazanarak Türk ordusuna fabrikasında mühimmat üretmeye başlayacaktı. Kazandığı bu ihaleden sonra işlerini iyice büyüten Nuri Killigil, bir gün Gazi Paşa’dan aldığı mektupla Polonezköy’deki çiftlik evine davet edilir. Killigil’in bomba ve mermi yapımındaki başarılarını duyan Gazi Paşa, bu görüşmede Killigil’in kendi tasarımı olan tabancayı büyük bir takdirle karşılar. Daha sonra ise silahın seri üretimine başlanır.
İkinci Dünya Savaşı sırasındaki gelişmeleri sıkı şekilde takip eden Nuri Paşa, her türlü ihtimali düşünmekte ve ona göre hazırlıklar yapmaktaydı. Türk ordusunun ihtiyaç duyduğu top, havan ve uçaksavar mermileriyle birlikte uçak bombaları gibi her türlü mühimmatı üretiyordu. Ordudan gelen siparişlerle işler büyür ve 1941’e gelindiğinde ise Nuri Killigil’in fabrikalarında 400 civarında tezgâh ve 500 civarında da işçi çalışır.
Ancak İkinci Dünya Savaşı sonrası Türkiye büyük bir ekonomik zorluğun içine girmiş ve şartlar Nuri Paşa’nın işlerine de etki etmişti. Bunun sonucunda üretimi azaltan Killigil, fabrikayı Sütlüce’ye taşır ve uluslararası pazara açılmak için çeşitli fuarlara katılır. Türkiye Cumhuriyeti ise savaşın sonrasında ağır sanayi yatırımlarından vazgeçmek koşuluyla Marshall planına dahil edilmişti. Bu yardım(!) planı ile silah ve mühimmatlar artık ABD’den sağlanacak ve millî endüstrinin gelişmesine büyük bir ket vurulacaktı. O tarihten sonra üretimleri daha da azalan Nuri Paşa, 1948 Arap-İsrail savaşında Arap devletlerinden büyük miktarlarda sipariş alıyor ve hükümetin bu konudaki rahatsızlığına rağmen onlar için silah üretimi yapıyor. Bu durumdan rahatsız olan Avrupa devletleri de Nuri Paşa’yı engellemek için çeşitli girişimlerde bulunuyor. Nuri Paşa çıktığı bir Avrupa seyahatinin dönüşünde Ocak 1949’da Yunanistan’da yediği bir yemekten zehirlenmiş ve bir süre hafızasını kaybetmiş, konuşamaz şekilde hastanede yatmıştı. Bu olaydan sonra hükümetin ve basının sessiz kalması Nuri Killigil’i epey üzmüştü.
Türk Savunma Sanayisi için Kara Gün: 2 Mart 1949
Daha önceleri türlü engelleme girişimlerinden ve suikastlerden kurtulan Nuri Paşa’nın Sütlüce’deki fabrikasında 2 Mart 1949 günü saat 16.50 sularında büyük bir patlama meydana geldi. Patlamanın yaşandığı gün fabrikada toplam 125 kişi bulunuyordu. İlk patlamadan sonra içerideki işçileri dışarı çıkarmaya çalışan Nuri Paşa ikinci patlama sırasında orada hayatını kaybetti. Gerçekleşen bu patlamalar sonucu Nuri Paşa ile 6 itfaiye eri ve 15 işçi şehit oldu.
Patlamadan sonra cumhurbaşkanının ve başbakanın olayla ilgili pek konuşmayıp durumu geçiştirmesi, yetkililerin olayın üzerine gitmemesi ve hâdisenin doğru dürüst araştırılmaması, Nuri Paşa’nın defnedildiği gün 24 Mart günü hükümetin İsrail’i tanıması, Nuri Paşa’ya çeşitli iftiraların atılması gibi durumlar olay üzerindeki sabotaj şüphelerini artırırken 2 Mart 1949 günü, Türk Savunma Sanayisi için hesabı mutlaka sorulacak olan kara bir gün olarak tarihe geçmişti.
Bu son Nuri Killigil Paşa için öyle bir sondu ki dönemin İstanbul müftüsü naaşın yarım olması sebebiyle cenazenin kılınmasının caiz olmadığı fetvasını vererek cenazeye imam göndermemiş ve tarih -en hafif tabiriyle- büyük bir ayıba daha şahitlik etmişti. Ailesi ise Killigil’i gayri resmi bir cenaze töreni ile defnetmek zorunda kalmıştı. Nuri Paşa’nın bugün Edirnekapı Şehitliği’nde bulunan kabri 2016 yılında yenilenerek şehitlik haline getirildi ve şehadetinden tam 67 yıl sonra resmi cenaze namazı kılınabildi.
Nuri Paşa ömrünü Türk milletine ve mazlumlara vakfetmiş mümtaz bir er kişiydi. Kalbi her daim gönül coğrafyamızdaki mazlumlarla çarpmış, bir anını bile onları düşünmeden geçirmemişti. Hayatı boyunca cephelere atılmaktan katiyen geri durmamış, her türlü mücadelenin içine kendisini dahil etmişti. Bir yandan parça parça yitip giden Devlet-i Aliyye’nin hüznünü hissetmiş bir yandan da ağır bedellerle kazanılan İstiklal Harbi’nin gurunu yaşayarak Türkiye Cumhuriyeti için çalışmıştı.
Gazi Paşa’nın “Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.” sözünde belirttiği gibi Türk genci onun hayatından birçok ders çıkarıp tarihe yön verecek işler için harekete geçecektir ve dahi geçmiştir.
Nuri Paşa, cephelerde şehit verdiğimiz binlerce kefensiz Mehmetçiğin hepsini içine sığdıracak büyük bir kefenle göçtü bu dünyadan. Yarım bir kefen hiç bu kadar büyük olamamıştı. O, kefeninin içine büyük bir imanı ve mücadeleyi sığdırmıştı.
Şehadet yıl dönümlerinde; Mart 1918’de Ermeniler tarafından soykırıma uğrayan Azerbaycanlı millettaşlarımıza, böylesine iman dolu bir ömrü yaşamış Nuri Paşa’ya, Sütlüce’deki patlamada şehit olan fabrika işçilerine ve itfaiye erlerine, istiklal ve istikbalimiz için serden geçen tüm şehitlerimize rahmet olsun.

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.