Al bayrağa al kanını katanlardan Şehit Öğretmen Emir Topal’ın, kendisi de öğretmen olan kızı Meltem Üner ile aziz şehidimiz üzerine konuştuk. Kendilerinden şehidimizin âbide şahsiyetini tanımak maksadıyla gönlünden geçenleri ifâde etmesini istedik. Meltem Hanım gönlünden geçenleri ifâde ederken gönlümüzde fırtınalar kopardı. Muhterem babalarından bahsederken karşımızda hem bir şehit kızı hem de bir Nene Hatun vardı. Gönlümüze ve zihnimize dokunan bu asil şehit kızıyla siz değerli okuyucuyu baş başa bırakırken aziz şehitlerimizin ruhlarına bir Fâtiha göndermenizi istirham ediyoruz.

Merhabalar, bize kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz?

Merhabalar, ismim Meltem Üner. Öğretmenim. 1978 Çorum doğumluyum. Şehit Öğretmen Emir Topal’ın kızıyım.

Bize Şehidimizden bahseder misiniz?

Babam, 1955 yılında Çorum Alaca’nın Suludere Köyü’nde doğmuş. İlkokulu köyde okumuş daha sonra imam-hatip okumak için Kırıkkale’ye gitmiş. Kendisi aynı zamanda hâfız olduğu için hem imamlık yapmış hem de lisede okumuş. Lise yıllarında annemle evlenmişler daha sonra da Kayseri İlâhiyat Fakültesini kazanmış ve Kayseri Talas’a da imam olarak tâyin olmuş. Ben âilemin ilk çocuğuyum, babamın hem ilâhiyata gittiğini hem imamlık yaptığını o sebeple hatırlıyorum. İlâhiyatı bitirdikten sonra Gaziantep’e öğretmenlik ataması oldu. Gaziantep’te bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra zorunlu hizmet için Mardin Midyat İmam-Hatip Lisesine tâyini çıktı ve bir yıl sonrada aynı liseye vekâleten müdür oldu. Ben de lise bir ya da ikinci sınıftım, babamla aynı lisedeydim.

Şehâdeti nasıl gerçekleşti?

1993-1994 yılları terörün yoğun olduğu zamanlardı. Midyat’ta bâzen çatışma olurdu ve evimizin antresinde yatardık, kurşun gelmesin diye. O sıralar daha çok asker, polis hedef alınıyordu ama öğretmenleri de hedef almaya başladılar. Bizim Kayserili bir öğretmenimizin arabasını yakmışlardı ve öğretmenler tedirgin olmaya başladı. Babamı da tâkip etmeye başlamışlar, okulda terör propagandasına izin vermediği için. Çünkü babam o sıra okul müdürüydü ve milliyetçi yönü de olan bir insandı. Hem İslâm inancının getirileri vardı hem de Anadolu insanının milliyetçi damarını taşıyordu. Tabiî onlara (teröristlere) izin vermemiş! O kadar rahatlar ki geliyorlar, okul müdürünün yanına oturup biz okulda propaganda yapacağız hoca! gibisinden konuşabiliyorlar. O zamanda okul müdürü olmak, terör propagandasına sekte vurmaya çalışmak…  Babamı listeye almışlar yâni bu gidecek! Tâkip ediliyormuş ama biz de korkmayalım diye bize de söylemiyormuş durumu, daha sonra bir sabah okula giderken şehit ettiler.

Okulun içinden pkk terör örgütü mensubu olan sözde öğrenciler girdiği çıktığı saati bildikleri için örgüt, okuldaki kendi elemanları vâsıtasıyla pusu kurmuş babama. Aynı saatte çıktık babamla evden ben de çok içindeydim olayın. Berâberdik, ben okula çıktım, babam dedi ki ‘ben arabadan evrak alacağım evraklar kalmış’ ve geri döndü. Bana ‘kızım sen git dersine geç kalma ben evrakı alıp geliyorum’ dedi. Gitmeseydim ben de yanında olacaktım saldırı sırasında. Evimiz okula yakın iki yüz iki yüz elli metre, yürüdüm… Sonra dediler ki müdür bıçaklanmış. O yokuştan nasıl geri döndüm bilmiyorum. Bıçaklayıp gitmişler… Boynunu kesmişler, sırtından bıçaklamışlar ve ben boynunu tuttuğumu hatırlıyorum, o sıra on beş yaşındayım diyorum ki boynunu tutarsam kurtarırım… Sırtındakilerden haberim yok! Kırk kez bıçaklamışlar babamı, arkadan hâince bir saldırı yere düşünce de boynunu kesmeye çalışmışlar, mahalledeki kadınlar bağırınca kaçmış iki terörist…

Daha sonra hocalar, herkes geldi. Midyat Devlet Hastânesine kaldırdılar babamı, oradan Mardin’e sevk ettiler sonra Diyarbakır Dicle Devlet Hastânesine. Orada tedâvisi yapıldı, durumu iyiye gidiyordu. Kendisini bıçaklayanların ismini de verdi, bütün süreci anlattı; tâkip edildiğini, kendisinden istenilenleri, benim size anlattığım her şeyi biz babamdan duyduk… İfâdesini de verdi ve o kişiler yakalandı ama doktor dedi ki hocam sakat kalacaksın! Saldırı omuriliğe olduğu için sinirler kesilmiş, babam o zaman yıkıldı.

Mikrop kapmış, bir hafta yattı Dicle Devlet Hastânesinde ve ardından Hacettepe’ye sevk edildi. Uçakla gönderildi oraya ancak Hacettepe’ye hemen kabul edilmedi. Babamın imam-hatip müdürü olması ve o süreçte imam-hatiplerin durumu belli, almıyorlar hastaneye. Durumu da iyiye gidiyor o sırada evde kalıyor teyzemlerde, ambulansla başka hastânelere gidiyoruz ama Hacettepe’ye sevk edildiği için başka hastânelerde almıyor. Devletin uçağıyla gelen bir hastayı Hacettepe kabul etmiyor! Sonrasında basına haber vereceğiz dedik ve aldılar hastâneye. Yoğun bakımda otuz otuz beş gün kadar yattı. Kurban Bayramı sabahı hastâneden aradılar ve babamın vefat ettiğini bildirdiler.

Babamın şehit kapsamına girmesi ise sonradan oldu. O zaman vazîfe mâlûlü diye bir şey var. Babam öğretmen olduğu asker olmadığı için vazîfe mâlûlü olarak değerlendirildi ve sonradan sivil şehitlik kategorisine alındı. Ama aklımızda hep bir soru işâreti kaldı. Babam menenjit kapmış saldırı dolayısıyla, Hacettepe erken müdâhale etseydi acaba iyileşir miydi?

Şehidimizin karakteri nasıldı? Nasıl bir insandı?

Babam mücâdeleci bir insandı, idealist bir insandı. Olay öncesi ramazandı, tüm ramazan boyunca okulumuzdaki fakir çocuklara diğer öğretmenlerle berâber kendi ceplerinden ‘bunlar ramazan boyunca aç kalmayacak’ diyerek yemek temin etmişti. Bizim okulumuz bir katlıydı. Yanına büyük üç katlı bir binâ yapıldı. O da babamın döneminde oldu, çok uğraştı okul için ve inşaatında da çalışırdı, eve çoğu zaman geç gelirdi. Sınıflar tam oluşmamıştı. Alt kattaki sınıfları esnaftan yardım toplayarak açtırdığını da hatırlıyorum hatta o sınıflarda ben de okudum. Gerçekten mücâdele vermişti, imam-hatip konusunda idealist bir insandı.

Kendisi şehit olmayı çok isterdi. Biz çocukken o yıllarda, tam hatırlamıyorum ama bir yerde savaş vardı ve ‘siz olmasanız oraya giderim ve şehit olurum ama ah! Siz varsınız’ diyordu. Demek ki çok içten istemiş ve Allah da dedi ki ‘oraya gitmene gerek yok!’

Bölge insanının öğretmenlere bakış açısı nasıldı? Babanızın halkla ilişkisi nasıldı?

Bölge insanının öğretmenlere bakışı iyiydi. Yaşadığımız yerde Araplar yoğunluktaydı, babam Arapça da bildiği için halkla oldukça iyi anlaşıyordu.

Babanız şehit olduktan sonra sizin hayatınızda neler değişti?

Çok şey…  Çorum Alaca’ya geldik. Biz Ankara’dayken akrabâlarımız Alaca’dan bize ev tutmuşlar. Hiç haberimiz yok hatta evimiz de soyulmuş maalesef, beyaz eşyâlarımızı çalmışlar. Sonra geldik, mahalleyi değiştirdik.

Meselâ ben onuncu sınıfın ikinci dönemini hiç okuyamadım çünkü hep Ankara’daydık zâten böyle bir süreçte nasıl okuyabileceksin? Sonra Alaca’ya geldiğimizde ben son sınıftaydım, kız kardeşlerimde okuyor ama çevreden bir destek yok! Anneme okutmayın diyorlar, evlendir kızları ve sen de evleniyorsan evlen diye nasîhatler ediliyor(!) Bu kadar emek vermişiz… Sağ olsun annem, yok dedi. ‘Ben, eşimin emânetlerine bunu yapamam. Babaları okumalarını isterdi!’ Doğuda daha zor şartlarda okuduk burada niye okumayalım!?

Tabiî zor bir süreç… O sıralar babamın şehit edildiğine kimse inanmak istemiyor. Acaba birilerine mi sataştı? Neden başına bu geldi? Asker, polis olunca mücâdele ederken vuruldu deniyor sivil olunca insanlar inanmıyor, anlatıyoruz ona da inanmak istemiyorlar. Şehit kapsamına alınması bizi bu yüzden çok onurlandırdı.

Bir yandan bunu anlatıyoruz (şehit edildiğini) diğer yandan hayat mücâdelesi derken ben istediğim okulu kazanamadım. Mîmarlık istiyordum olmadı, babamdan dolayı ilâhiyatı yazdım hatta babamın okulu Kayseri İlâhiyatı da yazdım ama Çorum İlâhiyat geldi. İlâhiyattayken Sungurlulu bir hocamız şehit kızı olduğumu öğrenince bana çok yardımcı oldu. Destek olanlar da oldu, köstek olan insanlar da oldu.  Şehitliği anlayan insanlar da var, anlamayan insanlar da var.

Babanızla ilgili hiç unutamadığınız bir anı var mı?

Hiçbirini unutamıyorum ama okuldayken babamdan harçlık istemeye giderdim odasına, bâzen cebinde parası olmazdı. Akşam eve gelince babam anneme ‘bu kız nasıl da uyanık hep yanımda biri varken o zamanı kollayıp geliyor harçlık istemeye’ diye bir espri yapmıştı. Bu gibi anıları unutamıyorum.

Köyünü çok severdi, bu sevgisini hep dile getirirdi, ‘ben ölürsem beni köyüme gömün’ derdi. Biz de derdik ‘baba Allah korusun niye öyle söylüyorsun?’ Bu düşünce hep vardı onda, anneme şöyle dediğini hatırlıyorum: ‘Hanım rahat et! On yılı doldurduk artık bundan sonra ben ölürsem maaşı da alırsın’ gibisinden cümleler kurardı. Çamaşır makinesi almıştı, ‘makinenin taksiti de bitti hatun’ diye söylerdi. Böyle sanki bir şeyleri bekliyordu hep, herhalde insanın içine doğuyor. Bize çokça kitap okuyun derdi, yaz tâtillerinde eve beş altı tane kitap alır gelirdi. ‘Çocuklar bunları okuyun’ derdi. Kendisi de çok okurdu. Büyükçe bir kütüphânesi vardı. Kitaplarını daha sonra kütüphânelere bağışladık.

Bir şehit kızı olarak sizin için vatan, bayrak, ezan ne demek?

Çok önemli! Bakın ben şehit haberlerini izleyemiyorum, bırakın âilelerin feryatlarını, bayrağı görünce yüreğim dayanmıyor. Gerçekten bizler o konuda hassas oluyoruz, ateş düştüğü yeri yakarı birebir yaşıyoruz. Şehitlik büyük bir mertebe ve ben, Allah’ın bunu isteyen bir insana nasip ettiğine birebir şâhit olan biriyim. Sonuçta dünya hayatı geçici, inancımıza göre de peygamberlikten sonra şehitlik en üstün makam ve vatan için şehit oldular, gerekirse biz de oluruz ve bu kadar da netiz.

Gençliğin vatan, bayrak ezan gibi değerlerimizle ilgili tutumlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben Türk gencinin içinde o damarın saklı olduğunu biliyorum. Konuşurken konuşuyorlar, işte bu ülke için değmez, canımızı mı vereceğiz diye ama iş icrâata gelince tam tersini yapacaklarını, bunu diyenlerin ilk safhada gideceğini düşünüyorum. Biz Türk milleti olarak vatanımıza, milletimize, değerlerimize sâhip çıkarız. Dejenerasyon var, yok değil ama o bir cevher gibi duruyor. İnşallah yanılmıyorumdur.

Son olarak bir mesajınız var mı?

Öncelikle bu fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim. İsteğim şu: Şehitlik, vatan, millet ve bayrak sevgisi siyâsete âit olmasın ve bunlar bir üst değer olarak kalsın. Hiçbir siyâsî görüş bunu kullanmasın ya da şehitler arasında bir ayrım olmasın, o şehidi bu şehidi diye bir şey yok! Bir değer uğrunda ölenlerin arkasından bunlar yapılınca ben onların kemiklerinin sızladığını düşünüyorum. Sonuçta canını vermiş o uğurda! Yok şu şehidi yok bu şehidi yapılması bizi üzüyor şehit âileleri olarak ve şehitlerin de kemiklerini sızlattığını düşünüyorum ve belki de şehitlerimiz gülüyor bu duruma. Sonuçta şehitler ölmemiş gibi yaşarlar ve bizi de görüyorlar ve diyorlar ki ‘biz nelere kavuştuk nelere ulaştık ama siz ne yapıyorsunuz?’ O yüzden bu tarz ayrımlar yapılmazsa daha güzel olacağını düşünüyorum. Bir de şehitlerin arkada bıraktıklarına bakış açısı değişti gibi alınan tazmînatlardan dolayı, onun için ses çıkarmıyorsunuz diye. Böyle bir şey yok! İnsanın evlâdı ölecek ya da babası ölecek sen ona ne verirsen ver! Çoğu şehit âilesi tazmînatı hayrına kullanıyor. İnsan elleyemiyor, dokunamıyor zâten ama yeteri kadar olmasa da şehitlere ve âilelerine sâhip çıkılıyor. Vefâ duygusu gençlik için de çok önemli, biz şehitliği onlara öğretmeliyiz ki vatan mücâdelesinde gerekirse canlarını ortaya koyabilmeliler. Şehit kavramını anlatamazsan bu sefer Allah korusun vatansız, milletsiz paramparça olursun, zâten ülkeyi koruyan kavram o. Dış mihraklarda diyorlar ki biz Türklere bir şey yapmayız çünkü biz saldırınca canlarını ortaya koyuyorlar. Suriye’nin başına gelen, belli çevre ülkelerin başına gelen belli: Millet bilinci yok ve bu yüzden parçalanıp gidiyorlar. Türk milletinde de bu damarı ortadan kaldırırlarsa, şehit âileleri küçümsenirse, şehitler kategorize edilirse ileride sıkıntı yaşanır. Bu kavramlar birbirine bağlı ve biri giderse hepsi gider.

Şehitlerimiz unutulmuyor. Şehitlerimizi hatırlatmak için isimleri sokaklara veriliyor, bu önemli çünkü görünce hatırlıyor insanlar. Bende babamın ismi ilçemizde bir okula verilsin istedim çünkü eğitimci, imam-hatipler için gerçekten mücâdele etmiş bir insan ve bir okula isminin verilmesi daha güzel olur diye düşündüm. Talepte bulundum, dilekçe de verdim. Babam Alaca’da memleketinde görev yapmayı da çok isterdi, gelsem de kendi memleketimde görev yapsam diye ama Allah nasip etmedi, daha yücelerini nasip etti ancak burada bir okulda ismi olsaydı çok güzel olurdu. Şehitlerimizin isimleri sokaklara, parklara, okullara, çeşitli yerlere veriliyor. Bu çok güzel. Başka nasıl yaşatacaksınız isimlerini? Bu şekilde yaşatacaksınız zâten devlet arkada kalanlara yeterli imkânı veriyor.

Son olarak yanlış politikalar yüzünden gençlerimizin hayatını kaybetmesini hiçbirimiz istemeyiz. Öncelik gençlerimizin hayatı olmalı, ben böyle düşünüyorum. Devlet büyükleri adım atarken öncelikleri bu olmalı çünkü biz bu acıyı yaşadık, biliyoruz. Biraz da duygusal bir insan olduğum için tabiî ki de asker mücâdele edecek ama benim için öncelik onların canları, devlet politikaları buna göre şekillenmeli diye düşünüyorum. Sağ olun.

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.