Türk yönetim anlayışı çerçevesinde ve kültüründe arşivlerin büyük bir öneme sahip olduğu eskiden beri bilinmektedir. Fakat bu durum, Ortaçağ’da teşkilatlanmış ve çok değişik alfabeler kullanmış olan Uygurlara kadar uzanabilmektedir. Eski Türklerde arşivcilik hakkında ilk bilgileri içeren arkeolojik kazılar da ne yazık ki arşivcilik lehine ciddi bir veri sunamamıştır. Bu durum, kısmen bu tür çalışmaların yetersizliği ile açıklanabilirse de genel anlamıyla kayıt tutmaya dair güçlü bir kültürün ve geleneğin henüz oluşmadığı ile ifade edilebilir. Fakat Uygurlar, ticari hayatın gücüne bağlı olarak oluşturdukları medeniyet dolayısıyla kütüphaneler ve arşivler meydana getirmişlerdir. Buna dair bilgiler yapılan arkeolojik ve sanat-tarihsel araştırmalara dayalı olarak verilmektedir.

Türklerin İslam dinini kabul etmesinden itibaren arşivcilik açısından yeni bir döneme girildiği her açıdan açık bir durumdur. Ne var ki bu farklı durum bile yüzyıllar süren İslam ve Türk-İslam medeniyeti içerisinde arşivlerin korunması gereken bir meta olma durumunu ciddi biçimde güçlendirememiştir. Oluşturulan belgeler ise ancak yönetimsel ve ender olarak da tarihsel araştırmalar için kullanılabilmiştir. Bu aynı zamanda bu dönemde oluşturulan belgelerin ne bilimsel, ne kişisel ve ne de bir hakkı koruma amacıyla kullanıldığını göstermektedir.

Asırlar boyu devam eden Türk-İslam yönetim tarzı ve geleneği, Anadolu Selçukluları sonrası ortaya çıkan beyliklerin yönetim yapısını da etkilemiştir. Nitekim Anadolu beyliklerinde merkez yönetimi içinde divan mevcuttu. Bu divanlarda, yazışmaları yürüten bürokratik kadronun yanında, belge ve defterleri saklayanlar ile bu kayıtların korunduğu arşivlerin varlığına kuşku bulunmamaktadır. Germiyanoğulları, Karamanoğulları, Saruhanoğulları, Aydınoğulları gibi beyliklerde, bu beyliklerin divanlarında tutulan kayıtların varlığı daha sonraları hâkimiyeti altına girdikleri Osmanlıların tapu tahrir, tımar ve vakıf kayıtlarına yansımasından ve bu beyliklerin fethi sonrasında oluşturulan Osmanlı dönemi kayıtlarında bunlara atıflar yapılmasından anlaşılmaktadır. Buna dair kimi örnekler İsmail Hakkı Uzunçarşılı tarafından verilmiştir. Burada yine Karaman, Germiyan, Menteşe, Candar, Aydın, Saruhan Beylerinin mülk, vakıf ve tımar olarak veya zemini vakıf ve rüsumu tımar olarak vermiş oldukları kayıtlara Osmanlı kayıtlarında birçok kez atıfta bulunulmuştur.

Osmanlı Devleti, kayıtların korunması açısından oldukça güçlü bir geleneğe sahiptir. Arşiv malzemelerinin oluşturuldukları dönemlerde belli bir düzen içinde tutulup korunmaları ve zaman zaman devrin arşivcilik anlayışına dayalı olarak düzenlemeye tabi tutulmaları bu güçlü geleneği ortaya koyan önemli etkenler arasındadır. Başlangıçta Osmanlı Devleti’nin nasıl bir kayıt geleneğine sahip oldukları bilinmemekle birlikte, kendinden önceki Türk-İslam ve Bizans medeniyetlerinin tesiri altında bir kayıt geleneğinin oluşmuş olduğu söylenebilir. Sonraki yıllarda merkezi bürokrasi içinde yer alan birçok kurumun, sözü edilen daha önceki uygarlıklardan esinlenerek geliştirilip korunması bu ihtimali güçlendirmektedir. Aynı şekilde Osmanlılardan çok önce uygulamaya konmuş olan defter sisteminin Osmanlıların bilinen ilk kayıt sistemlerinin oluşturulmasında kullanılması, bu sistemin Osmanlıların ilk dönemlerinde de uygulandığının bir göstergesi olarak kabul edilebilir. Böylelikle düzenli bir kayıt tutma sistemi geliştirilerek bürokrasinin işlevini hızlı biçimde yerine getirmesi sağlanabilmiştir.

Osmanlı Devletinin ilk dönemlerine ait hemen hemen hiçbir belge günümüze kadar ulaşmamıştır. Bu duruma etki eden sebepler içerisinde kuruluş dönemi yıllarında yaşanan savaşlar ve iç karışıklıklar gösterilmektedir. Bursa ve Edirne’nin başkent olduğu dönemlerde yaşanan büyük olaylar arşivleri derinden etkilemiştir. Yıldırım Bayezid’in büyük oğlu Süleyman, Ankara Savaşı’ndan sonra devlet hazinesi ile birlikte arşivi de beraberinde alarak Edirne’ye geçmiştir. Bu durumda ilk dönem arşivlerinin iç karışıklıklar ve yangınlar dolayısıyla Bursa’da yok olduğu iddiası bir ölçüde dayanaktan yoksun kalmaktadır. Diğer yandan Kanuni döneminden günümüze ulaşan defter serilerine bakılarak Osmanlı bürokrasisinde dosyalama usulü yerine defter usulünün benimsendiği söylenebilir.

Osmanlı Devletinde başlangıçta faaliyetlerle ilgili kesin hüküm içeren yazışmalar ilgili fonksiyonları yürüten kalemlerde saklanan defterlere kaydedilmiştir. Çeşitli dairelerin divanlarında alınan kararlar, defterlere kaydedilmiş ve bunlar, bürokrasinin alt kademelerine ait işlem görmüş evrak ve evrak müsveddeleri ile birlikte aylık olarak torbalara konmuş, bir yıllık evrak bu torbalarda üzerine ait olduğu daire adı ve içerdiği yılı belirten bir not düşülmüş ve çoğunlukla, deri kaplanmış sandıklarda saklanmıştır. Her dairenin gün içinde oluşan evrakı bir tomarı, her ayın tomarlardan oluşan evrakı ise bir torbayı oluşturmuş; her yılın torbaları da bir veya gerekli durumlarda daha fazla sandık içine konulmuştur. Her sandığın üzerinde o sandık içinde bulunan evrakı gösteren etiketler yapıştırılmıştır. Defterler ise yıllara göre düzenlenmiş bir şekilde mahzenlerde veya kurum arşivlerinde saklanmıştır. Bütün bu bilgiler, yapılan düzenleme çalışmalarında belgelerin kaynağının dikkate alındığını, bunların da kronolojik bir düzenlemeye tabi tutulduğunu ve daha çok düzenleme işlerinde seri usulünün benimsendiğini göstermektedir.

                Arşivlerin saklanıp korunduğu yerler dönem dönem değişmiştir. Bursa başkent iken devlet kayıtlarının merkezi bir arşivde korunduğu hakkında açık bir bilgi bulunmamaktadır. Buna karşın bürokrasi içinde oluşan kayıtlar oluşturulduğu yerde korunmuştur. Devlet kayıtları Edirne’de Edirne Sarayı’ndaki divanhane ve ordu divanlarının toplandığı yerlerde korunmuştur. İstanbul’un fethinden sonra ise Yedikule civarında bir bina ve ardından At meydanında ve Enderun-ı hümayunda bu iş için arşiv depoları oluşturulmuştur. Topkapı Sarayı içindeki Kubbealtı yanındaki Hazine-i amire de arşiv deposu olarak kullanılan yerler arasında bulunmaktadır.

Bir yanıt yazın