İslamiyet, milliyetçiliği reddetmez. Buna karşı milliyetçilik de, İslamiyet’in ilahi bir nizam oluşunu ve insanlık âlemine getirdiği yüksek değerleri inkâr yoluna sapmaz. Bu hüküm, diğerlerinden daha büyük bir ölçüde, Türk milliyetçiliği açısından bilhassa doğrudur. Böylece İslamiyet ve milliyetçilik, hiçbir çatışmaya mecbur kalmadan, birbirleriyle münasebetlerinde herhangi bir çelişmeye düşme­den tam bir ahenk içinde yürümek imkânlarına sahiptirler. Yine de İslamiyet adı­na ortaya çıkan bazı kimselerin, milliyetçiliği bölücü ve zararlı bir fikir gibi tanıt­tıklarını, diğer taraftan milliyetçilik adına konuşan bazı kimselerin de İslamiyet’e karşı cephe aldıklarını unutmak mümkün değildir; fakat siyaset tarafından bes­lenen aykırı görüşler esastaki gerçeği değiştirmezler. Milliyetçilikle İslamiyet ara­sındaki münasebetlerin tespit edilmesi yönünden birinci zümredekilerin İslami- yeti, ikinci zümredekilerin de milliyetçiliği temsil yetkileri yoktur. Ve aslında yan­lışlık, vazifelerini bütün çağlar boyunca yapmış olan “münafıkların tükenmez gayretleri dışında, milleti reddeden İslamcıların milliyetçiliği, dini reddeden mil­liyetçilerin de İslamiyet’i iyi bilmemelerinden ve düşman kuvvetlerin propaganda tuzağına düşmelerinden ileri geliyor. Bir hakkı teslim etmek bakımından, şu cihe­ti de açıkça belirtmek zorundayız ki, Türk milliyetçileri, mutlak bir çoğunlukla İslamiyet aleyhtarlığından kurtulmuşlardır; ama İslam davasının bayraktarlığına özenen bazı kimseler için aynı şeyi söylemek, hakikati siyasete feda etmediğimiz sürece, çok güçtür.

Millet adını verdiğimiz içtimai birlikler, aklımızın eseri veya zihnimizin bir tasvi­ri değil, hayatın bir parçasıdırlar, inkâr edilemez bir vakıadırlar. Milletlerin varlığı insanların iradesini aşar, istesek de istemesek de mevcutturlar. İnsanların keyfine bağlı olarak teşekkül etmeyen milletler, hiç şüphe yok ki, Ulu Yaratıcının emri ile meydana gelmişlerdir. Nitekim Allah Kelamı Kur’an-ı Kerim’de insanoğlunun kavim kavim ve ayrı ayrı diller konuşacak şekilde yaratıldığı ve her kavme, kendi içinden peygamberler gönderildiği buyurulmuştur. Yani milleti tanımamak, bir manada, yüce Allah’ın beşeriyet için münasip gördüğü bir nizama karşı gelmek demektir. Öyle sanıyoruz ki, İslamiyet’in bütün bir insanlığa tebliğ edilmiş bulunması, emir ve yasaklarında millet ayrımına yer verilmemesi, milliyetçilik konusundaki yanılmala­rın başlıca sebebidir. Gerçekten Kur’an-ı Kerim, hangi millete mensup olurlarsa ol­sunlar ve hangi dili konuşurlarsa konuşsunlar, koyduğu nizama bütün insanların uyması şartını bildirmiştir. Yalnız, Allah kelamının hükümleri arasında, milletlerin ortadan kaldırılmaları, bütün Müslümanların tek bir devlet içinde ve tek bir bayrak altında yaşamaları ve aynı dili konuşmaları yolunda bir emrin bulunmadığı da ha­tırlanmalıdır. Zaten milletlerin varlığı İlahi İradeye uygun düşmeseydi, insanlık tek bir millet halinde yaratılır ve herkes aynı dili konuşurdu. Allah, milletlerin varlığına değil, dinsizliğe, imansızlığa, haksızlığa ve ahlaksızlığa son verilmesini emretmiştir. Milliyetçilikle İslamiyet’in reddettiği kavmiyetçilik arasında ilgi kurulamaz. Zira İs­lamiyet’in kötülediği kavmiyetçilik, bir zümrenin menfaatini Allah’ın emirlerine üs­tün tutmaktır. Yoksa İslamiyet, insanların milletleri için çalışmalarını teşvik eder. Peygamber Efendimiz, “Kişi kavmini sevmekle kınanamaz” buyurmuştur. İnsan, milletini sevdiği için elbette kınanamaz. Eğer kınanması mümkün ve doğru olsaydı, herkesten önce Peygamber Efendimizin kınanması gerekirdi! Çünkü O, her şeye rağmen, kavmini çok severdi.

Meseleye Türk milliyetçiliği açısından bakıldığı vakit, son derece açık ve aydın­lıktır. Türk milleti, Müslüman olduktan sonra, Allah yolunda hizmet etmeyi şerefle­rin en büyüğü saymış; fakat kısa süren akılsızlık dönemleri hariç, başka bir milleti kendinden üstün tutmamıştır. Yeryüzüne hâkim olduğumuz çağların cihat anlayışı “Din-ü Devlet ve Mülk-ü Millet” yolunda dövüştüğümüzü ifade eder. Milliyetçilikle İslamiyet’i batırmanın tek ve kaçınılmaz bir sonucu vardır. Gerek Türk milletinin, gerekse İslamiyet’in zarar görmesi…                                                                                                                         

                                                                                                                             Devlet, 25 Ağustos 1969, Sayı: 21

Bir yanıt yazın