Kadın, katun, hatun gibi kelimelerle Bengü Taşlar’da karşımıza çıkan ve Dede Korkut hikayelerinde “Ak südünemdügümkadınum anam” şeklinde bahsedilen kavram bir cinsiyet belirtmekten öte cemiyet hayatında bir fert, aile hayatında bir eş ve annelik gibi bir mertebe ile hayatımızda yer edinmiştir. Türk cemiyet yapısındaki en önemli sosyal birliğin ‘aile’ olarak görülmesine ve ailenin temelinin de kadın olarak atfedilmesine pek çok örnekte rast gelmişizdir. Türk destanlarında ilahi bir mertebeye çıkan ve bazen karanlığı yarıp gökten inen ışık huzmesi genelde kadındır. Hatta Türk’ün eski inançlarında Ay erkek olarak benimsenirken, Güneş dişi bir varlık olarak kabul ediliyordu. Bunun sebebi ise Güneş’in hayat kaynağı oluşu ile kadının doğurganlığı arasındaki ilişkiye dayanıyordu. Güneş hayatın kaynağı, kadın ise cemiyetin teşekkül etmesinin ve bereketin kaynağı olarak görülüyordu.

Tarihin ilk aydınlatıldığı totemik ve ilkel devirlerde Türk ailesi ve kadının yeri için Tahsin Ünal şu açıklamaları yapmaktadır: “Primitif devirde henüz hukuki bir statüye sahip değilken de kadın, ailenin mâderî (ana aile) karakterinde idi ve yeri büyüktü. Politik gelişmeler beraberinde erkeğin evden ayrılıp savaşa gitmesine, kahramanlıklar gösterip devlet idaresine ve ordu kademelerinde görevlere gelmesinde etkili olmuştur. Nihayet erkeğin önemi artmış ve mâderî aile pederşâhî aileye (baba ailesine) dönüşmüştür. Ailede kadının hakları azalırken erkeğin hakları çoğalmış ve kadın ile erkek eşit haklara sahip olmuştur.”

Türklerde hakanlık dönemlerinde de kadının toprağı ekmekten savaşlara katılmaya, elçi ağırlamaktan devlet yönetimine kadar hayatın her alanında yer alması gayet tabiidir. Türk tarihi bünyesinde savaşçı ve devlet yönetmiş pek çok kadın barındırır. Dönem hakkında pek çok bilgi edindiğimiz Dede Korkut hikayelerinde Bamsı Beyrek’teki Banu Çiçek bunun en tipik örneğidir. Yine şu ifadelerle İbrahim Kafesoğlu, Türk kadının geçmiş tarihlerdeki statüsüne açıklık getirmiştir: “Eski Türk topluluğunda hür olan ve Asya Hunlarından beri ata binip ok attığı, top oynama, güreş gibi ağır sporlar yaptığı, savaşlara katıldığı tespit edilen, namus ve iffetine düşkünlüğü yabancı kaynaklarda bilhassa belirtilen Türk kadını, yüksek itibar sahibidir.”

“Türk devletlerinde hatunlar daima söz (hatunluk hukuku) sahibi idiler. Aralarında devlet siyasetine yön verenler, devlet yöneticiliği yapanlar ve nâip olarak devleti idare edenler (bk. Sabarlar, Göktürkler, Uygurlar, Oğuzlar) vardı. Kendilerine has‘buyruk’ları bulunan hatunlar, umumiyetle devlet meclislerine katılırlar bazen elçileri ayrıca kabul ederlerdi.” Ünlü araştırmacı De Groot, kut’un evlada olduğu gibi hatuna da sirayet ettiğinin kanıtı olarak Kitabeler’deki şu ifadeleri ortaya koyar: “Umay tegögümkatunkutunga inim Kül Tigin er at buldu (Umay gibi anam hatunun kut’una, kardeşim Kül Tigin er oldu.) Kitabe I, doğu yüzü 31.” ve “Bayat birdi devlet ay terken kut’ı (Ey (iktidar sahibi) hatun, devleti (sana) Tanrı verdi.) KB, 109.”

Sözü edilen çağlardan biraz daha ileri gidersek 16. asırda bir Alman papazının Anadolu’ya gelip kaleme aldığı notlarında Türk kadının cemiyet içindeki statüsünün çok iyi durumda olduğunu ve Türklerin ülkelere, eşlerinin de onlara hükmettiğini söylediğini görürüz (Ortaylı’dan akt. İsmail Yakıt).

Sonraları İslamiyet’le birlikte gelenekten kopuşun başladığı ve ardından kadının cemiyetteki statüsünün değiştiği ve soyutlandığı iddia edilir. Oysa Türk’ün dünya üzerinde saltanat kurduğu tüm devletlerde Anadolu’dan Türkistan’a, Balkanlar’dan Kafkaslar’a kadar her yerde Türk kadını aynı statüsünü ve saygınlığını korumuştur. Hatta İslam dini de 13 asır evvel kadının çalışmasını ve çalışmasının semeresinde hem aile hem de ferdin münferit olmasını bir hak olarak tanımıştır. “İnanan erkekler ve inanan kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği buyururlar ve kötülüğe engel olurlar…” (Tevbe, 9/71) ayetiyle kadını cemiyet içinde ele alan Kur’an, sosyal hayatta kadın ve erkeğin cemiyete hizmet veren her türlü işte birlikte rol alabileceklerini belirtmektedir. Bu yönüyle İslamiyet, kadının cemiyet içindeki rolünü ispat etmiş bir dindir ve her türlü ayrım, engel ve aşağı görmeden münezzehtir.

Nihayetinde kadın bazen savaşçı, sporcu, yönetici, eş, anne olmuş bazen bir romanın, hikâyenin yahut şiirin baş kahramanı olarak karşımıza çıkmıştır. Müthiş bir eş, harika bir anne, idealist bir öğretmen ve bunların terkibi bir kavram olarak kadın, cemiyetin içinde en müstesna yerini almıştır.

Kadının şahsına münhasır özelliklerinden en belirgin olanı ‘annelik’ ise tarihimizin her devrinde kutsal sayılmış bir mertebedir. Kadın doğurup yetiştirdiği çocuklarla soyun, ailenin, cemiyetin ve devletin devamlılığını sağlar. Burada kadının sadece doğurganlığı değil yetiştirdiği ferdin şahsiyet oluşumunda da önemi dikkate alınmalıdır. Cemiyetin başıboş dağınık bir grup değil de şuurlu bir şekilde bir araya gelmesine etken olan fertlerin her biri bir aileye mensuptur. Yine Tahsin Ünal ailenin ve buna bağlı olarak cemiyetin devamlılığının önemi olarak, 15 sene Türk tarihini tetkik ederek kitabını yazmış olan Amerikalı bir tarihçinin “Türklerin yıkılmadan birbiri arkasında devletler ve imparatorluklar kurmalarının sebebini, onların sağlam aile yuvaları kurmalarında aramalıdır.” sözlerine vurgu yapmaktadır. Bu yüzden devletler için cemiyetler, cemiyetler için de fertler ve aileler büyük önem taşımaktadır. Cemiyetin üyesi olan her bir fert bir aile tarafından şekillenerek şahsiyet kazanmış ve yerini almıştır. Birçok ferdin bir arada ortak menfaat, ülkü ve amaç etrafında teşkilatlı bir şekilde oluşturduğu yapı olan cemiyetin karakteri de bir bakıma fertler tarafından oluşturulur. (Burada fert ile cemiyet arasında karşılıklı bir bağ vardır. Fert şahsiyetini sadece aile içinde kazanır ise cemiyet kimliği eksik kalır. Ancak bu fert-cemiyet ilişkisi ayrıntılı tahlillerle açıklanmalıdır ve bizim yazımızın konusu değildir. Dileyenler Yeni Ufuk dergisi, 2018 Aralık sayısında Hasan Atik’in “Medeniyet Tasavvuru (Fert-Cemaat-Cemiyet)” adlı yazısını okuyabilirler.) Dolayısıyla cemiyetin değerleri, davranış biçimleri, gelenek ve göreneklerinin öğretildiği ya da öğretilmek istenen ilk bilgilerin verildiği yer olan aile, cemiyetin de yönünü tayin etme gibi önemli bir görevi üstlenmiştir. Diğer bir ifade ile “aile, fertlere hem ‘biz’ duygusunun (milli ve dini birlik, beraberlik hissinin) aşılandığı bir cemaat hem de onu cemaat hayatının gerektirdiği şahsiyet seviyesine yükseltmek üzere yetiştiren ve terbiye eden sosyalleştirici bir teşekküldür.” İşte kadın bu sebeple aile ve cemiyet arasındaki en sağlam bağlantıdır. Kadın, çocuğu cemiyet hayatının rekabet şartlarına hazırlarken aynı zamanda onun asgari müştereklerde birleşeceği cemaat hususunun şuurlanmasına yardım eder. Burada önemle vurgulanması gereken nokta kadının ‘anne’ olarak aile ve cemiyet arasındaki en sağlam köprü oluşudur. Bundan hareketle “iyi yetiştirilmiş bir kadın en iyi okulların ve en idealist öğretmenlerin dahi tesir edemeyeceği ölçüde zihinlere ve şahsiyetlere müessir olur.” Anne bilirse çocuk da bilir, anne öğrenirse çocuğuna da öğretir. Annenin inandığı değer hükümleri, vatanına ve mensubu olduğu milletine duyduğu hisleri, gelenekleri ve inanışları çocuğu için birinci derece rol model olacak biçimde benimsenir ve çocuğun davranış örüntülerinin temelini oluşturur. Bu da demektir ki anne şahsiyet oluşumunda birincil etkendir. Nitekim modern psikolojinin kuramlar arası ekseri mutabık olduğu ve reddedemediği şey de ferdin şekillenmesinin yaşamın ilk yıllarında (genellikle ilk 6 yıl) oluştuğudur. Ve ferdin bu süreçte aldığı bilgiler şahsiyetin (kişiliğin) derinliklerinden atılması en zor olan kalıcı bilgilerdir. Öte yandan sevgi ve güven duygusunun temelleri de bu yaşlarda (0-3 yaş) atıldığındanannenin çocuğuna gösterdiği sevgi, saygı ve güven, çocukta bu duyguların oluşmasını sağlayacaktır. Çocuğun kendine duyacağı güven ve saygı, fert olarak cemiyette yer edinmesine yardımcı olurken;beslediği müşterek güven ve sevgi duygusu da cemiyetteki güven duygusunun pekişmesine katkıda bulunacaktır. Bu sebeple aile ve anne eğitimi de yine modern zamanın en çok konuşulan ve ehemmiyet teşkil eden bahisleridir.

İşte bu sebeple kadının Türk kültürüne ve İslami özlere vâkıf hale gelmesi gelecek nesillerin şahsiyetlerinin şekillenmesinde şiddetli bir önem arz etmektedir. Bu da gelecek hayatımızda mensubu olduğumuz Türk milletinin değerlerinin (maddi-manevi unsurlarının) devam ettirilmesi gibi bir görevi de beraberinde getirir. İşte kadının bu görevi layıkıyla yerine getirebilmesi için bilmesi, öğrenmesi, gelişmesi ve hayatın bizzat içinde olması şarttır. Çünkü bu koşulun yerine getirilmesi, gelecek nesiller için şahsiyetlerine en etkili mayayı çalıp tutturacak olan milyonlarca eğitimli annenin yetişmesi anlamına gelir. Kadına verilen eğitimin ve aynı zamanda değerin bu sebeple önemi çok büyüktür. Kısır bir döngü gibi görünse de (kadın da nihayetinde bir ailede yetişmiş ve bir anne tarafından yetiştirilmiştir) aslında kadın edilgen değil etken olmakla yani bilmek ve kendini geliştirmekle yükümlüdür. Türk milletinin değer hükümlerini benimsemiş, İslam dininin gereklerine vâkıf, ahlaklı ve iffet timsali olmak Türk kadının asli görevlerinden biridir. Çünkü yetiştireceği çocukları için bir rehber, yol gösterici ve ilk eğitimci olacak olan kadın/anne bu eğitimden mükelleftir. (Yine yazımızda değinmediğimiz bir diğer husus olan babanın da aile içinde anne ile eş görevlere sahip ve bütün bu şahsiyet oluşumunda onun kadar sorumlu olduğu bilinmelidir.) Öte yandan kadının ‘anne’ rolünün dışında cemiyet hayatında yer alan hür ve müstakil fertlerden biri olduğu akılda tutulmalı ve şahsiyetini geliştirmesine uygun ortamın sağlanması gerektiği konusu unutulmamalıdır.Kadının aile ve cemiyet içindeki statüsü bilindiği ve ona göre muamele edildiği zaman bizatihi fert olarak alacağı yer de belirlenmiş olur.

Son söz olarak cemiyetin, içinde bulunulan çağın ve yaşamın gereklerini, geçmişten gelen kültürel değerleri ile özümseyerek yeniden şekillendiren en önemli yapı taşı olan aile bunu anne (ve baba) ile sağlamalıdır. Bu yüzden kadının cemiyet içinde hürmet edilen ve itibar gören bir konumda olması aile değerlerinin aktarımı ve yüceltilmesi için önemlidir. Kadın, önemsendiğini ve saygı gördüğünü bilerek aynı duyguyla çocuğunu yetiştirecek ve bu duygu cemiyette sevgi, güven ve birliktelik şuurunu pekiştirecektir. Ailenin eğitimli, adaletli ve her açıdan refaha erişmiş olması, genel manada cemiyetin de gelişmiş ve bu değerlerle donatılmış olması anlamına gelir. Yine İsmail Yakıt hocanın “Yükselmenin, ileri gitmenin temeli, kadının cemiyetteki yeriyle doğru orantılıdır.” sözü, yazımızda vermek istediğimiz mesajın ta kendisidir.

 

Kaynakça

1) Dr. Tahsin Ünal, Türk’ün Sosyo-ekonomik Tarihi, Emel Yayınları, Ankara, 1977.

2) Prof. Dr. Amiran Kurtkan Bilgiseven, Türk Kadınının Türk- İslam Cemiyetindeki Yeri, Yeni Düşünce dergisi, Temmuz, 1981.

3)Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, Boğaziçi Yayınlar, İstanbul, 1984.

4) Prof. Dr. İsmail Yakıt, Kur’an’ı Anlamak, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2011.

5) Juhn Ruskin, Susam ve Zambaklar, Batı Klasikleri, Mayıs, 2017.

Bir yanıt yazın