Talat Paşa Tevfik Çavdar’a göre 1876, Hasan Babacan’a göre ise 1874 yılında Edirne Kırcaali’nde dünyaya gelmiştir. 9 Aralık 1917 yılında dönemin Alman Büyükelçisi Bernstroff ondan şöyle bahsediyordu:

‘‘Talat Paşa bir Ortadoğuluda hiçbir şekilde görülmeyecek özelliklere sâhiptir. Her şeyden önce o dürüst ve çalışkan birisidir. Ayrıca o kendi çıkarını düşünmeyen bir vatanseverdir.”

Bernstroff’tan evvel Almanya İstanbul Büyükelçiliğini yürüten ve daha sonra Alman Dışişleri Bakanlığı görevini de üstlenecek olan Kühlman ise Talat Paşa’yı şöyle betimler:

‘‘Talat, geniş omuzlu, iri yapılı, etkileyici gözleri olan ve sâkin görünüşlü bir adamdı. Ayrıca inanılmaz bir irâde gücü vardı. Kati yürekli ve zorba olması gerektiği zamanlarda bunu rahatlıkla ve gizleyerek yapardı (…) Talat önemli kişilerin sâhip olduğu özelliklere sâhip bir devlet adamıydı… Onun en önemli özelliği bir problemi hemen anlama ve karışık problemleri akılcı bir yolla, hızlıca basit bir forma sokma yeteneğine sâhip olmasıydı. Dolayısıyla Talat’ta, Ortadoğu’daki diğer yüksek rütbeli memurlarda az bulunan bazı özellikler vardır; inanılmaz bir espri anlayışı, bazen kendisini bile ironi konusu yapmaktan çekinmemesi, geçmişte zorlukları ve sadrazamlığa uzanan yoldaki olumsuzlukları unutmak yerine onları espri konusu yaparak hatırlayabilmesi gibi. Bir Ortadoğulu ne denli tam dürüst ve güvenilir olursa, Talat bu özelliğe o denli sâhipti. “

Kendi deyişiyle “1914 yılında İstanbul’a gönderilen ilk Almanlardan biri’’ olan Stern- Rubarth “Talat’ın Hatırlattıkları” başlıklı muhtemelen 16 Mayıs 1921’de Berliner Tageblat’da yayınlanan makalesinde Talat Paşa’yı: “İri cüsseli, esmer tenli, boğa enseli, fırıl fırıl siyah gözlü’’ olarak tasvir eder. Brest- Litovsk görüşmelerinde Talat Paşa’yı yakından tanımaya fırsat bulan Lersner’in Türkische Post gazetesinde yayınlanan makalesinde Talat Paşa kendine şu cümlelerle yer bulmuştu:

“Talat Paşa İttihat ve Terakkî’nin en ateşli lideriydi. Enerji doluydu. Hem ruhen hem de bedenen güçlü bir kişilikti. Cesur ve neşeliydi. Onun içten gülmesi yanındakileri rahatlatıyordu. Zorluk tanımıyordu. Lügatinde zor diye bir kelime yoktu. Her an sorun çözmeye hazırdı. Sorunun temelini hemen görür ve isâbetli teşhis koyardı. İnsan onun yanında hiç sıkılmazdı. Her zaman hararetle anlattığı ilginç düşünceleri mevcuttu. Resmî toplantılarda heyecanla dinler, düşünür, birkaç soru sorar ve sonra açık bir şekilde kendi kararını söylerdi. Onunla konuşurken meseleyi iyi aktarmak ve ondan ne istediğini iyi ortaya koymak gerekir, yoksa hemen sıkılırdı.”

Babası Kırcaali’nin Çepelce köyünden Ahmet Vasıf Efendi, annesi de Kayseri Dedeler köyünden buraya göçmüş Pomak ve Türk soylu bir âileye mensup Hürmüz Hanım’dır. İlk eğitimini Vize’de gördükten sonra Edirne Askerî Rüştiyesi’ni bitirdi. Babasının ölümü üzerine annesi ve iki kız kardeşinin sorumluluğunu erken yaşta üstüne almak zorunda kaldı ve îdâdiye devam edemedi.1898 -1908 (bazı kaynaklar 1907 diye belirtir) Posta Kâtipliği yaptı. Dönemin en önemli iletişim aracı olan telgrafın yönlendirilmesinde önemli bir görev yürütmesi ona İkinci Meşrûtiyet’e giden yolda çok yardımcı olmuş ve mühim bir eşik atlatmıştır. Memurluğunun ilk yıllarında Alyans İsraelité adlı Musevi okuluna Fransızca öğrenmek maksadıyla başvurmuş bir süre sonra aynı okulda Türkçe öğretmenliği de yapmıştır. Aynı zamanda Rumca konuşabildiği de bilinmektedir. Muhâlifliğini faâliyete dökmeye de bu yıllarda başlamıştır. 1896 yılında yurtdışında bulunan örgütlenmelerle iletişime geçtiği, yasaklı yayın bulundurduğu gerekçeleriyle birtakım arkadaşlarıyla beraber 3 yıl hapis cezası almış fakat 1,5 yılın ardından çıkan aftan yararlanarak özgürlüğüne kavuşmuştur. Fakat bundan sonra ki yaşamında Edirne’den sürgün edilmiş Selânik’e yerleşmiştir. Mahkûmiyetinden sonraki yıllarda nispeten daha sâkin yaşamış ve ağır darbe yiyen muhâlif hareketini yeniden canlandırmaya çalışmıştır.  1899’da Selânik Vilâyeti Posta ve Telgraf İdâresi’nde kâtip, 1903’te başkâtip oldu. 1903 yılında ise Risorta Mason Locası’na üye oldu. Bundan amacı devletin Mason localarında herhangi bir tutuklama veya benzeri bir harekâtta bulunamayacağını bilmesiydi. Tekrar muhâlif icrâatlerde bulunurken aynı âkıbeti paylaşması söz konusu olursa tekrar hapis cezasını ve yeni oluşumlarında baltalanmasını istememekteydi. Talat Paşa’ya en çok yöneltilen “eleştirilerden” biri de Mason locasına üye olmasıdır. Ne yazık ki halkımız Talat Paşa’nın aslî amacını sezememektedir. Mason locaları Talat Paşa için bir amaç değil bir araçtır. Ayrıca halkımızın kavrayamadığı bir diğer husus her mason üyesinin vatan hâini olmadığı gerçeğidir. Cihan Harbi’nde Türk saflarında savaşıp şehit olan aynı zamanda 33.dereceden mason olan şahsiyetler dahi mevcuttur.

Talat Bey 18 Eylül 1906 yılında bir takım arkadaşıyla beraber Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’nin temellerini atar. Cemiyet daha sonra yurtdışında bulunan Ahmet Rıza önderliğindeki İttihat Terakkî Cemiyeti ile aynı çatı altında birleşip İttihat ve Terakkî Cemiyeti adını alacaktır. Bir süre sonra görevinden de azledilince tüm vaktini Cemiyet’e adamış onun iyiliği için çalışmıştır. Görevinden azledildiğini içeren emir aynı zamanda O’nun Anadolu’ya sürgününü de içeriyordu, Talat Bey bu tehlikeyi uzun zamandır teşkiline çalıştığı Cemiyet’teki nüfusunu kullanarak savuşturmayı başarmıştı. Anılan târihten 1908’e kadar geçen süreçte her biri ayrı makaleler, eserler altında incelenebilecek mücâdelelerden sonra İkinci Meşrûtiyet îlân edilir. Talat Bey bilhassa tüm Cemiyet bu olayda başrolü oynar. Talat Bey 1908 seçimlerinde Edirne mebusu olarak Meclis-i Mebûsan’a girdi ve birinci reis vekilliğine getirildi.  Meşrûtiyetten aylar sonra ilk Meclis-i Mebûsan toplandığı zamanlarda Talat Bey İstanbul için tamamen meçhul bir şahıstı. Hakkında pek bir şey bilinmiyordu ve kurucusu olduğu İTC İkinci Meşrûtiyet’i tetiklemesine rağmen o hâlâ gölgeler arasında kalabiliyordu. Hüseyin Cahit Yalçın o günlere dâir bir hâtırasını şöyle aktarır:

“İlk meclis reisleri intihap edileceği gün, Cavit bana: Talat’a rey ver, diyordu. Kim Talat dedim: Bizim Talat cevabını verdi. İşte bu “Bizim Talat “yavaş yavaş, sırf kendi hâlis ve samîmî hizmetleri, yararlılıkları sâyesinde hepimizin Talat’ı oldu, memleketin Talat’ı oldu, vatanın Talat’ı oldu.’’ 1909’da İngiltere’ye gönderilen parlamento heyetine başkanlık etti.  Talat Bey ilerleyen günlerde hızlıca sivrilmiş ve 8 Ağustos 1909 yılında Hüseyin Hilmi Paşa kabinesinde Dâhiliye Nâzırlığı görevine getirilmiştir. Yalçın’a göre bahsolunan günler imparatorluğun en karmaşık günlerine denk geliyordu. Rumların Megalo İdea peşinde koştuğu, Meclis-i Mebûsan ve kamuoyunda şiddetli muhâlefetler sergileniyordu. Halkta Talat Beyi tasvip etmemiş “telgraf çavuşluğundan’’ “dâhiliye nâzırı” olmasını protesto etmişti. Tüm bu negatif ortama bir de Cemiyet içinde ki çatlak sesler eklenince iç muhâlefet Talat Bey üzerinden Cemiyet’in hırpalandığını öne sürerek O’nun görevinden istifâsını talep etmişti. Talat Bey ilk nâzırlık görevini yaklaşık 1.5 yılın ardından kendi rızâsıyla 11 Şubat 1911 târihinde bırakmıştır. Sait Paşa kabinesiyle 4 Şubat 1912 târihinde Posta ve Telgraf Nâzırlığına getirildi. Sait Paşa kabinesinin Temmuz 1912’de fesh edilmesi sonucu bu görevi de sonlandı. Yeni kurulan hükümetin ilk işi mevcut İttihatçıları yakalamak, hapsetmek, azletmek oldu, imparatorluğun felâketi 1. Balkan Harbi tüm şiddetiyle sürerken dahi. Talat Bey gençliğinin, çocukluğunun geçtiği ata toprakları Selânik’in düştüğünün, Edirne’nin imkânsızlıklar içinde dayandığını duyunca gönüllü asker olarak orduya katıldı lâkin “muhâlif propaganda” yaptığı gerekçesiyle- bu yargıyı destekleyen hiçbir akademik argüman yoktur- İstanbul’a döndürüldü. İttihatçıları sindirme politikasından Talat Paşa’da nasibini almıştı. Hüseyin Cahit Yalçın olayların bir numaralı şâhidi olarak şöyle aktarıyordu:

“Polisin kendisini aradığı Arnavutköy’ünde bir yalıda saklı bulunduğu günlerden bir gün, kapı polis tarafından çalınınca, Talat, Mithat Şükrü Bey’le beraber arka kapıdan çıkarak dağ yolunu tuttular. Oradan, Beşiktaş yolu ile Beyoğlu’na çıktılar. O sırada Bulgar ordusu Çatalca önlerine gelmişti ve top sesleri İstanbul’dan duyuluyordu.’’

Talat Paşa, Mithat Şükrü Bey’e:

-Sen şu hale bak ki dedi, düşman İstanbul’a giriyor… Baştakiler düşmanla uğraşacak yerde bizimle uğraşıyorlar. Bıraksalar da herkes gibi biz de cephede üstümüze düşen hizmeti yapsak.

Farklı bir eserde ise şu ifâdelere yer verecektir:

‘‘Bir akşam Tanin’de yazı odamın kapısı açıldı. Talat’ın arkasındaki asker esvabıyla içeri girdiğini gördüm. Halinde ilk defa olarak yorgunluk ve usanç eseri gözüme çarptı. Gördüğü perîşanlık ve bozgunluk sahneleri onda derin bir yara açmıştı. Kurtulması için o kadar verdiği ve fedâkârlık ettiği vatanın nihâyet bir Bulgar Harbi’nde bu kadar utandırıcı bir şekilde hezîmete uğraması onu kahrediyordu. (…)’’

Nitekim Talat Paşa ve arkadaşları Edirne’nin düşüşünün akabinde hükümetin barış şartları dâhilinde Edirne’nin de düşmana verildiğini iddia etmiş, askeriyenin dinamiklerini de kullanarak Bab-ı Ali hükümet binâsına bir baskın düzenleme kararı almış, üstlerine düşeni yapmak için hükümetin onlara nefes aldırmasını beklemeyecek, kendi imkânlarıyla kendi şartlarını yaratmak için yola çıkmışlardır. Artık Bab-ı Ali binâsının önünde bir dizi Cemiyet fedâisi ve önlerinde Enver Bey vardır. Cemiyet ondan muhtıra ve zor yoluyla alınanı tekrar geri almak için silâha başvurmak durumunda bırakılmıştır. Talat Paşa’nın hayatında da yeni bir dönem başlıyor “Bizim Talat “artık “Milletin Talat’ı” oluyordu.

Devamı gelecek…

KAYNAKÇA                                                                                                                                                                                  Tevfik ÇAVDAR, Talat Paşa                                                                                                                                                                                                           Hasan BABACAN, Mehmet Talat Paşa                                                                                                                               Mustafa ÇOLAK, Talat Paşa                                                                                                                                            Türkische Post Nr. 48, 26.02.1943                                                                                                                                             TDV İslam Ansiklopedisi, Talat Paşa                                                                                                                                        Hüseyin Cahit YALÇIN, Tanıdıklarım

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.