Onlar, tüm baskı unsurlarıyla, eldeki tüm imkânlar seferber edilerek zulme tabi tutulan, mazlum konuma düşenler, öz yurtlarında garip hâlin kendilerine reva görüldükleri… Yabancı değiller, ‘’Bizim çocuklar…’’ onlar gölgesinde doğdukları toprağı vatan bildikleri bayrakları için, içlerinde coşup akan hür yaşama ve yaşatma arzusu için kendi yarınlarını hiç hükmünde görüp, milletinin yarınları için kendilerini memur kıldılar. Onlar, aşağı yukarı her gencin güya “hayatı yaşadıkları” o çağda milletin selameti, hemen yanı başındaki arkadaşlarının hayatı için mücadele ettiler ve bazısı da şehit olup kanını bu vatan toprağına bereket kıldı. Diyor ya şair: ‘’Onlar, Oğuz mayası gök ışığın erleri / Onlar, Ülkü Çağının bahadır melekleri… / Mor dağların göğsünde kaldı pençe izleri / Hacerü’l esved gözlerini gönlümüze resmettiler…’’ O iman saçan çehreler, o toplu vuran yürekler, o kutsal –isyanın- tam teşekküllü müdavimleri, düşlerimizden, düşüncelerimizden hiç gitmeyecek. Şad olsun ruhları, uçmag olsun yurtları…
Yeni Ufuk Dergisi Ağustos ayı sayısında şehidimiz Fırat Yılmaz Çakıroğlu’nun mahkemesinin sonuçlanması üzerine naçizane bir yazı kaleme almış, mahkemenin almış olduğu hiçbir kararın yüreğimizdeki acıyı dindirmeyeceğini ifade etmiştim. Ağustostan bugüne yaklaşık 6 ay, şehidimizin şahadetinin üzerinden ise 3 sene geçti. Tarifsiz acımız hâlâ sıcak, öfkemiz hâlâ diri.
Sayıları ‘’beş bin’’ ile ifade edilen ülkücü şehitlerimiz arasında bir kaçının ismi hafızalarda daha fazla yer etmiş, isimleri şiirlere, ağıtlara konu olmuş, adlarının yurdumuzun çeşitli yerlerinde yaşatılmış olduğu hepimizin malumu. Bu isimlerin sembol haline gelmiş olduğunu ifade etmek, zannediyorum hata olmaz. Tavrı, tarzı, edasıyla, celâdet mümessili olan, bizim devrin en saf duygularla imrendiği bir sembol hale gelmiş olan Fırat Yılmaz Çakıroğlu; neslimizin yıllar geçse dahi unutamayacağı, isminin hatıralarda yaşatılıp dillerde anılacağı, bir dönemin tanığı olarak çocuklarımıza anlatacağımız şanlı bir ölümün öznesi olacak bir muhtevaya büründü. Bu şanlı ölümün kahramanı olan Fırat Çakıroğlu bize Nihal Atsız’ın şu dizelerini hatırlattı:
“Kür Şad ölmüş, fakat attan düşmemişti.
Ölmüş, fakat yenilmemişti…”
Evet, Fırat ölmüş ama yenilmemişti. Ülküdaşları, dava arkadaşları onun emanet bıraktığı değerlere kutsal bilip sarılacak ve bayrağı bir sonrakine devredene kadar canından mühim bilip koruyacaklardı. Öldüğünüzde ancak böyle yenilmezsiniz!
Galip Erdem, Ülkücünün hayatından bahsederken ölümüyle ilgili şu ifadeleri kullanıyor: “Gün gelir; ecel hükmünü icra eder; Ülkücü dünyasını değiştirir. Kalabalık ona acır, daha iyi yaşamış olmasını temenni eder. Hâlbuki o, inançları uğrunda yaşamanın hazzını tadamadıkları için ömrü boyunca ‘kalabalık’ a acımıştır.” İnanıyorum ki Fırat Yılmaz Çakıroğlu da ömrü boyunca, inançları uğrunda yaşamanın hazzını tadamadıkları için kalabalığa acıyanlardandı. Hayatını Hak için hakikat için mukaddes bir dava için vakfetmek, kanını uğrunda yaşadığı değerler ve vatanı için sebil edip dökmekten tereddüt dahi duymamak ‘kalabalık’ lardan kendini sıyırıp, onlara acıyarak bakan kimsenin yapacağı şeydir.
Maalesef kalabalıklar Fırat Yılmaz Çakıroğlu’nun şehit edilmesini karşıt görüşlü öğrencilerin kavgası olarak görecekken esasen mesele ülkesini seven, ülküsüne sadık bir avuç gencin, vatan ve bayrak sevgisinden mahrum, ardan namustan nasipsiz, kılavuzu bebek katili olan bir zihniyetin şehirlerimize, üniversitelerimize, hemen yanı başımıza kadar sıçramış pislikleri ile mücadelesiydi. Olay bu kadar açıkken medya, üniversite yönetimi ve dönemin hakim zihniyeti “üzerine düşen vazifeyi” kendilerince yerine getirmiş; teröristleri kampüslerde barındırıp adeta birçok şehirde yeni yeni Kandil’ler yaratmışlar, Ülkücü-vatansever öğrencilerin şikayetlerini görmezden gelmişler, görmemeyi tercih etmişlerdi. Nitekim bedeli ağır oldu. Ömrünün baharında olan bir genç, sorumsuz kişilerin ihmali neticesinde hayatını kaybetti. Mahkemenin katile verdiği ceza davayı kapatmıyor. Dava, olayın müsebbibi her kişinin hak ettiği cezayı almasıyla belki kapanacak! And olsun ki hesabını soracağız! Bugün… Bugün olmaz ise yarın… Elbet bir gün… Bu iştiyak bizde sönmeyecek. Nefsimizi, özümüzü bu yükümlülüklerle donatacağız. Her anımız o aziz hatıralara ve şanlı mazimize layık olabilme kaygısıyla geçecek! Küre-i arza adalet, ancak necip milletimizin tekâmülüyle vaki olacak. Bunun için yaşayacağız ve yaşatacağız.
Fırat Çakıroğlu ve arkadaşları mücadelesini bir gençlik hevesi olarak yaşamamış, bir hiç uğruna vermemiştir. Onların o dönem sokakta, kampüste, her ortam ve zeminde yürüttükleri kavganın başlıca sebebi olan “çözüm süreci” safsatası, dönemin devlet aklının yaşadığı zafiyet neticesinde ortaya konulmuş ve bazıları telafi edilebilir, bazıları ise geri dönülemez birçok tahribat ve kayba sebep olmuştur. Hâl böyleyken özde terörist sözde öğrenci olan kimselerce şehit edilen Fırat Yılmaz Çakıroğlu’nun devletimiz tarafından “terör şehidi” sayılması son derece elzem gözükmekte olup, devleti yöneten iradenin vicdani borcudur.
Fırat Yılmaz Çakıroğlu zulme başkaldırının en net resmidir. Hatırası; düne imza, bugüne emanet, yarına miras niteliğindedir. İnandığı değerler uğruna vazgeçtiği, sakınmadığı her şey yaşantımıza düstur, şuursuz geçireceğimiz her buhran anımıza inecek bir tokat olacaktır. Fırat Çakıroğlu’nun mücadelesi zulmün bağrına saplanmış bir hançerden daha keskin, daha tesirlidir. O, zulme isyan besmelemizdir!
*Hakan İlhan Kurt’un bir şiirinden alıntılanmıştır.