Son zamanlarda politika piyasasında yeni bir kavram türetildi: Ekonomik milliyetçilik. Bununla ne demek istediklerini henüz açık ve seçik bir biçimde ortaya koyamadıkları için zihinleri bulandırmaktan öte bir işe yaramadı.
Bizim bildiğimize göre, milliyetçilik, bir milletin sosyal, kültürel, ekonomik ve politik bağımsızlık şuuru içinde, kendini güçlü ve mutlu kılma iradesi ile insanlık âleminde kendine şerefli bir mevki edinme davasıdır…
Milliyetçilik, çok yönlü bir programla milletini mutlu, devletini güçlü kılmayı gerektirir. Milliyetçilik, milleti ve devleti milli ve çağdaş ihtiyaçlara göre hazırlanmış sosyal, kültürel, ekonomik, politik ve askeri planlarla ve programlarla milletler arası yarışta başarılı kılmayı zarurî kılar. Yani milliyetçi, davasında başarılı olmak için milli ve çağdaş ihtiyaçlarına cevap verecek sosyal hayatı besleyen, geliştiren, düzenleyen plan ve programlara; kültür hayatını zenginleştiren, milli ortak değerlerde ve ülkülerde toplayan, birliğe ve bütünlüğe götüren, milli ham maddeyi geliştirerek ve işleyerek << çağı hayran bırakacak eserlere >> ulaştırıcı plan ve programlara; üretimi, tüketimi, değişimi ve işbölümünü milli ve çağdaş ihtiyaçlarımıza göre düzenleyen ekonomik plan ve programlara; devletimizi sıcak ve soğuk savaşın tehlikelerine, tehditlerine karşı koruyan ve kollayan her türlü siyasi ve askeri hazırlığı gerektiren plan ve programlara elbette şiddetle muhtaç olmanın şuuru içindedir.
Milliyetçilik, hem sosyal, hem ekonomik, hem kültürel, hem politik ve hem de askeri cephesi ile bir bütündür. Milliyetçi, her sahada milliyetçidir. Sosyal, kültürel, politik programları ile millete, milli tarihe, milli değer ve ülkülere ters düşen bir hareket, ekonomik milliyetçilik iddiasında samimi olabilir mi? Esasen, ekonomik milliyetçilik olmaz; ekonomide milliyetçilik olur. Kanaatimizce ekonomik milliyetçilik sözü manasızdır, fakat ekonomide milliyetçilik manâlı ve doğru bir ifadedir. Elbette, ekonomide milliyetçi olmak gerekir. Çünkü her milletin sosyal, kültürel ve politik yapısı farklıdır, ihtiyaçları ve şartları ayrıdır. Bu sebepten milletlerin ekonomik sistemleri ve politikaları kendi yapılarına göre çeşitlenecektir. Hiç şüphesiz, bir millet ekonomik politikasını tayin ederken şu veya bu milletten sistem aktarmaz. Kendi milli ve orijinal yapısı içinde, çağdaş üretim, tüketim, değişim ve işbölümü şuuru ile ilmî ve akademik çalışmalarla yolunu çizer. Bizce ekonomide milliyetçilik budur. Fakat itiraf edelim ki, ekonomik milliyetçilik sözünden ne kast edildiğini anlayamıyoruz.
Ekonomik milliyetçilik sözünü ortaya atanlar, şayet bununla ekonomik değerleri, menfaatleri ve dayanışmaları; tarih, kültür ve ülkü bağlarından çok daha önemli bulduklarını iddia ediyorlarsa, korkunç bir materyalizme saplandıklarını itiraf etmek zorundadırlar. Ayrıca unutmamak gerekir ki aralarında sadece ekonomik bağlar bulunan insan grupları ekonomik buhranlarla karşılaştıkları zaman kolayca dağılır ve çözülürler. Oysa tarih bize göstermiştir ki ortak tarih, kültür ve ülkü birliği üzerine kurulu insan grupları maddi ve ekonomik sarsıntılar karşısında büyük bir mukavemete ve güce sahip olduklarını ispatlamışlardır. Bilhassa unutmamak gerekir ki, büyük Türk milleti bütün tarihi boyunca çetin maddi (ekonomik) zorluklarla ve tehlikelerle karşılaştığı halde, manevi ve mukaddes değerlerine dayanarak ayakta durmasını başarabilmiştir. Bir millet, ekonomik menfaatler etrafında toplanmış anonim bir şirket gibi mütalâa edilemez…
Biz ekonominin önemli bir güç kaynağı olduğunu elbette kabul ederiz, ama bizi biz yapan manevi ve mukaddes değerlerimizin küçümsenmesini asla hazmedemeyiz.
Türk İslam Ülküsü 1 sf.159- 160